AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Aşklarınızı özgür bırakın

Çoğu zaman içimizde yeni yolculuklara çıkmayı bile düşünmeden geçip gideriz hayatın kıyısından. Oysa bir şiirin ya da bir müziğin medeniyet haritası üzerinden uzaklara açılan yollarda ne büyük aşklar ve muhteşem yürek atışları vardır.

Yaşadığımız "küresel" bir çöküş çağında kimsenin böylesine uzak hayalleri yok artık. Kimsenin bir alev gibi yüreğinde beliriveren aşkları ve özleyip paylaşacağı kimsesi de yok. Aşkların, şiirlerin, acıların yerinde yeller esiyor. Hepsi de küresel bir yalanın içinde solup yokolmuş.

Bu yüzden, şiirler, şarkılar kimseye bir şey söylemiyor.

Bu yüzden, her sabah pencerelerden bize gülümseyen bahar güneşini bile öfkeyle karşılıyoruz.

Durgun bir suyun üzerinde, iyice ıslanınca batmak üzere bekleyen kağıttan oyuncaklar gibi, sıradan nesnelerden sözederek geçiyoruz hayatın içinden. Oysa, bir türlü tarif edemediğimiz, anlayamadığımız, anlatamadığımız bir medeniyetin "saklı cennet"i daha derinlerde duruyor.

Hilmi Yavuz'un 'Ölüm ve Zaman' şiirindeki gibi..

/yollar belli belirsiz yükseliyor
yollar yakut uzaklıklardır
ve onlara ulaşmak, kimbilir
ne kadar, ne kadar zor...
yunus yana yana yürüdü
mevlana döne döne
bense kana kana yürüdüm/

Yüreğimizdeki hasret, her gün biraz daha katmerleniyor. Onca yıl nefrete kilitli kaldıktan sonra, mutluluğun, acının, sevincin ve sevginin tarifini yapmaya cesareti kalmıyor kimsenin...

Yıllarca uçurumlarımıza hükmeden nefret, hayatımızın tutkulu nehirlerini kurumuş bir vadiye dönüştürerek akıp gitti. Ölümün ıssızlığını andıran bu vadide yapayalnızız şimdi. "Küresel" cennetler adına ruhlarımızı öldürüyorlar.

Küresel yalanlarla kapatılan zamanın duvarlarının ardından geleceğin ilahilerini dinlemeyi denediniz mi hiç? Dünyanın bu tarafında, tıpkı manaları bulanık, müphem bir kelime gibi her şey... Binlerce gözle baktığımız halde, ne ışığın sırlarını kavrayabiliyoruz, ne de karanlığın gizlerini öğrenebiliyoruz.

Siz hiç, uzakların belki biraz ürkütücü ama güzel olduğunu, orada gölgenin gözlerine bakıp, karanlığın dehşetini yaşadınız mı?

Siz hiç, güçsüzün düşlerini merhametin limanına götürüp 'adalet'i bekleyen umutları gördünüz mü?

Siz hiç, çiçeklerin sırrını keşfeden şiirlerdeki peygamberlerin yürek atışını duydunuz mu?

Siz hiç, uzakların haritasında zamanın 'sırrı'nı okudunuz mu?

Siz hiç, göklerin karardığı, ruhların yorulup sıkıldığı gecelerde, neden hâlâ bazı şiirlerin tutuklu ve bazı aşkların yasak olduğunu düşündünüz mü?

Belki de, uzak yolculukların bir kenarında hep sizi bekleyen o "muhteşem" düşü hiçbir zaman kuramayacaksınız. Öyleyse, bir kez olsun yüreğinizi özgür bırakın sevgiden sarhoş olsun. Hayatınızın bütün mumlarını tutuşturun, gül ve nergis tozlarıyla boyayın saçlarınızı, güzel kokular dökün dünyanın ayaklarına...

Bunca utancın üzerimize çöktüğü bir dünyada, durmak üzere olan kalbinizin üzerindeki bütün örtüleri kaldırın.

Bir kez olsun, şiirin ve aşkların önündeki barikatları yıkın. Ve izin verin, yerle gök arasında "ölümün gelini" veda etsin, dünyanın bütün çocuklarına...

Çünkü, bu vadide şairlerin sesi duyulmaz oldu. Vadilerde biriktirip, dağlardan, tepelerden aşırdığımız şarkılarımız perişan oldu.

Şimdi aşklarınızı özgür bırakın ve uzak denizlerin ötesine saçılan şiirlerin ateşi aksın yüreğinize. Ve 'düşler vadisi'nde yeni ilahileriniz çınlasın...


1 Haziran 2003
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED