|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Arkadaşımız dün asker destekli "teknokratlar hükümeti"ni savunuyordu; bugün askerin her işe bulaşmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Artık askere güvenmiyormuş. Niye? "Aydınlanmamış kafalara cevap" olarak hin-i hacette saklı tuttuğun asker, nasıl oldu da güven skalasında diplere düştü? Neden? Rüzgar tersine döndüğü için mi bu keskin viraj? Tabii arkadaşımız, "asker düşmanlığından prim toplamaya çalışan sözde demokratlardan olmadığı için" (Asker düşmanlığından prim toplamaya çalışan sözde demokratlar kimlerdi acaba? "Çağdaş bir yaşamda askerin siyasette yeri yoktur" dediği için DGM'lerde hesap vermek zorunda bırakılan yazarlar mı?), kurulacak ara rejim hükümetine "asker desteği"ni şart koşuyordu: Yeni bir kurtuluş savaşı açmak zorundaysak, askerleri bunun dışında tutamazdık. Ara rejim hükümetleri, evet, tanım gereği antidemokratik olabilirdi ama, biz öyle bir ara rejim hükümeti kurmalıydık ki, hem "demokrat" olmalıydı, hem Türkiye'nin sorunlarını çözmeliydi, hem de "siyaset"e iade-i itibar sağlamalıydı... Çünkü, bu memlekette adına siyaset denilen şeye insanların inancı tamamen tükenmişti. Niçin tükenmişti? Sakın postmodern darbe yüzünden olmasın? Arkadaşımız, mensubu bulunduğu yayın grubunun "yaratıcı katkıları"yla tamama erdirilen 28 Şubat postmodern darbesinin siyaset alanını daralttığını, siyasetin varlık nedenini ortadan kaldırdığını görmemiş, duymamış olabilir miydi? Hayır... Bunu hem görmüş, hem duymuş. Ama gördüğünü ve duyduğunu (niyeyse) bugün açıklıyor. Bir de itirafı var: "Türk medyası olmasaydı, 28 Şubat olmazdı..." Ona ne şüphe! Başından sonuna 28 Şubat bir medya darbesiydi ve tarihe de böyle geçti. Zaten bunu arkadaşımız da teyid ediyor: "Türkiye'de tartışmasız kabul edilen bir sonuç 28 Şubat'ın düşünülmesinin ve uygulanmasının TSK'nın otorite alanına düşen bir şey olduğu yolundaki düşüncedir. Gerçekten de süreç içinde bazı uygulamalarda, örneğin 'demokrasinin balans ayarında' veya bazı köşe yazarlarına yaptırım getirilmesini ve baskı yapılmasını isteyen 'andıçlar' söz konusu olduğunda gayet tabii ki bu düşünce doğrudur. Ancak meseleyi bu şekilde tanımlayıp bırakmak bence olayı yanlış algılamayla sonuçlanır. Türk medyası olmasaydı Türkiye'de 28 Şubat diye bir süreç katiyen olamazdı. Daha da önemlisi bazı gazetelerin uygulamada 'işbirliğine son derece açık davranmaları olmasaydı' askerlerin 28 Şubat diye bir süreci duysalar da uygulamaya koyabilmeleri mümkün değildi. 28 Şubat denilen süreç büyük bir propaganda savaşıydı ve bazı gazetelerde manşetlerin hazırlanışı, haberlerin sunumu ve köşe yazılarıyla başlatılan savaş sonucunda bu ülkede iktidar değişimine gidildi." Peki bu niye böyle oldu? Türkiye'de gerek sivil toplum örgütleri, gerekse medya, aşırı merkeziyetçiliğin yarattığı "araz" nedeniyle, toplumun kendisini ifade etmede açık aktör olarak rol alabilecek yapılanmalara tekabül etmiyor. Çünkü devlet, iç faaliyetlerini denetleyemediği, üzerinde belli yaptırımlar uygulayamadığı hiçbir örgütlenmeye doğrudan izin vermiyor. "Siyaset"in getirdiği özerklikten ürktüğü için de, hem bu alanı kendisi kurmak istiyor, hem de bu alanın merkeze tâbi kalmasını arzuluyor ve bunu gerçekleştirmek için de medyayı kullanıyor. Bu yüzden "özerk" bir aydın zümresi yetişmiyor. Bu yüzden merkezî umdelerin dışına çıkmış bir "medya düzeni" oluşmuyor. Bu yüzden bazıları karıştırdığı haltı itiraf etmek için rüzgarın ters dönmesini bekliyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |