AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Biz kimiz, kim olmalıyız?

Bugün cari olarak dünyamızda medeniyet profili olarak gözümüzün içine batan en somut varlık batıdır. Sözkonusu medeniyetin dayandığı temel eksen bana göre salt insan merkezli bir paradigmatik yapıya sahip olmasıdır.

  • MEHMET BÜTÜNER / SOSYOLOG
    Öncelikle bir kitleye, bir topluma ilişkin gelecek düşüncesini konjonktürel degişkenlerle ve değişimlerle izah ve analiz etmek gerçekten mümkün değil. Mesela batıya yüzümüzü çevirip onların anlam haritalarıyla kendimizi prezante etmemiz bir noktada realiteye arkamızı dönmemizi-kafamızı kuma gömmemizi ifade eder. Böyle bir durum kuşkusuz eğitimden tutun da, siyaset terminolojisine dolayısıyla yapılanmasına, sosyal bünye denilen toplumsal organizmaya, insanların kendilerini ve çevrelerini anlamlandırma kodlarına kadar bir çok sahayı ihtiva eden tümel bir problematiği de müzmin hale getirir. Tıpkı bugün yaşandığı gibi. (Bir biçimde anakronizm, bir biçimde afazi, bir tutam paranoid şizofreni.)

    "Batı batıdır, doğu doğudur, bu ikili hiçbir şekilde bir araya gelemez" demiş düşünürün biri. Belki entelektüel bir abartı-mübalağa olabilir sözkonusu cümlede. Ancak hani reel zeminle hiç alakası yok da değil. Biz kimiz, kim olmalıyız, donumuzun modelini kim biçmeli, hatta kim dikmeli.... Esasen 200 yıllık bir soru silsilesi bu. Tabi her babayiğidin farklı farklı fantezileri cevap niteliği taşımış bu soruya. Kimileri osmanlı demiş, kimisi islam, kimisi türk, kimileri de aşure formülünü münasip görmüş, tarih bir betimleme olduğu için bunları kızarak ya da gülerek değil, nereden geldik nereye gidiyoruz babında analiz ediyorum, ve sanırım ki öyle yapmak lazım.

    Bugün cari olarak dünyamızda medeniyet profili olarak gözümüzün içine batan en somut varlık batıdır. Sözkonusu medeniyetin dayandığı temel eksen bana göre salt insan merkezli bir paradigmatik yapıya sahip olmasıdır. Doğa ve kozmik yapıya sahip çıkma, mülkiyet patenti vurma, bilinebilir dünyanın verisi olan bilimi tek, yegane tanrı ilan etme bu paradigmatik yapının tezahürleridir. Ha bu hep böyle mi idi? Bence hayır.. Şimdi içimizi karartan -aydınlarımız kızacak ama gene de söyleyeyim- bu vaziyet rönesans ve reform gibi kırmızı kırılma noktalarında hasıl olmuştur. Bu noktadan sonra batı medeniyeti denilen yaratık ilk önce kendisinde olmak suretiyle insan-doğa-kozmos dengesini bozmuş, insanı veya kendini kozmik yapının sahibi ilan etmiştir. İşin heyecanlı tarafı bu iş bu kadarla kalmamış, diğer yerlere de sirayet ettirilmiştir. Bunu kabul etmediğiniz takdirde size ağız tadıyla bir kendiliğimiz-bizliğimiz bize yaşattırılmamıştır. Tabii bu netice itibariyle patolojik bir vaziyettir. Anlam dünyamızın herc-ü merc olması, kendimiz olamayışımız, dünya siyaset sahnesinde temel özne olma şansımızın yitip gitmesine neden olmuştur.

    Yukarıda bahsettiğim paranoid şizofreni türü bulguları bir pazarcı esnafı olarak bireylerde her gün tekrar tekrar gözlemliyorum. İnsanlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Batılı paradigmanın bireylerde meydana getirdiği amaç ve anlam krizi onların istikrarlı, hedef güden ve değerlendirme yapabilme yetilerini alıp götürmüş.Çözüm noktasında ivedi olarak bir format ve yeniden donanım süreçlerinin realize edilmesi gerekmektedir.


     

    Küresel yoksulluk kapımıza dayanırken

  • MAHMUT BALCI / YAZAR
    Yaşadığımız yüzyılın önemli sorunlarından biri hiç kuşkusuz üretim ve tüketim arasındaki dengesizliktir. Dünya nüfusu her geçen gün artarken mevcut doğal kaynaklar ise kontrolsüz bir şekilde kullanılmakta. Doğal kaynakların çeşitli açılardan israf edilmesi ve tekelleşmesi sonucu ortak kullanıma sunulması insanlık için tehlikeli günlerin habercisi olarak görülebilir.

    İnsan olarak hepimiz sahip olduğumuz çeşitli nimetlerin ve imkanların değerini ne yazık ki onları kaybedince anlarız. Bütün insanlık için en temel ihtiyaçların karşılanmaması demek hayatın anlamsızlaşması ve çekilmez hale gelmesi demektir.

    Yaygın görüşe göre insanlığın kadim sorunlarından biri hiç kuşkusuz yoksulluktur. Ancak bu sorun son yüzyılda daha çok hissedilmeye ve dramatik sonuçlara dönüştü. Belki birçok insan bunun farkında değil. Ancak yapılan araştırmalar ve acı sonuçlar insanlığın topyekün bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

    31 Mayıs-1 Haziran 2003 İstanbul Cevahir otelde Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Deniz Feneri tarafından organize edilen iki günlük yoksulluk sempozyumunu önce ihtiyatla karşıladığımı itiraf etmeliyim. Ancak oturumu Ahmet Hakan'ın yönettiği "Yoksullukla Mücadelede Yeni Arayışlar" panelini izleyince bu sempozyumda yoksulluk edebiyatı yapmak yerine emek mahsulü çok ciddi akademik tebliğlerle günümüz dünyasının önemli bir sorunun masaya yatırıldığını gördüm. Bu acı ama gerçek sonuçları birbirimizle paylaşmak zorundayız.

    Yoksulluk tehdit ediyor

    Bir sempozyumun ilk kez konusu yoksulluk olarak belirlenice belki de bir çok insan yoksulluğun tartışılacak bir konu olmaktan öte pratik yardımlarla hemen çözülmesi gereken bir olay olduğunu düşüneceklerdir. Halbuki yoksulluk geldiği nokta itibariyle sadece insanların açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmasının ötesinde çok ciddi ve geniş alanları ilgilendiren yönleri olan bir hadise olarak karşımızda durmaktadır.

    Yoksulluk masaya yatırılırken buna bağlı olarak insan hak ve özgürlükleri, adalet, eşitlik, sömürgecilik, yolsuzluk gibi daha birçok konu gündeme geliyor. Son yıllarda sivil toplum kuruluşlarının Türkiye'de; küreselleşme karşıtlarının ise dünyada insanların dikkatlerini çeken eylemleri olmamış olsaydı belki de kapımızdaki büyük tehlikelerden haberdar olmak mümkün olmayacaktır. İktidarı ve medyayı elinde tutan çevrelerin gündemi ile imkanları kısıtlı ve kısıtlanmaş kitlelerin gündemi sürekli birbiriyle çatıştığı için ne yazık ki baskın çıkan güç gündemi belirlemektedir. Ancak yoksulluk ve terör gibi tehlikeli kitlesel katliamlara dönüştüğü veya iktidar çevreleri olup bitenden zarar gördüğü zaman olayın ciddiyeti fark ediliyor.

    "Tok açın halinden anlamaz" örneğinde olduğu gibi,; "Türkiye'de imkan sahibi olan insanlar ancak dünyada ve Türkiye'de son yıllarda peş peşe yanan ekonomik krizlerle birlikte yoksulluğun acı sonuçlarını görmeye başladılar. Prof. Dr. Nazif Gürdoğan'ın işaret etitiği üzere bu acı sonuçtan kurtulmak için de Ankara bağımlısı olan insanlarımızın bu alışkanlıklarını bir an önce terk etmeleri ve özel teşebbüsle birlikte yerinden yönetime geçmeleri gerekmektedir.

    Ülkeler arasındaki ciddi dengesizlikleri bir kenera bırakıp Türkiye gerçeği ile yüzyüze kaldığımızda aynı sorunlarla içiçe olduğumuz görülecektir. "Türkiye hep güvenlikle ilgili sorunları konuştu. Kimse zenginlikle ilgilenmedi ve giderek yoksullaştık, bir süre sonra yoksulluk üzerine konuşmaya başladık." diyen Prof. Dr. Mehmet Altan, çözüm olarak zengini ve fakiriyle birlikte herkesin bir özeleştiriye başlaması gerektiğini belirtti.

    'Çözüm üretmek gerekir'

    Modern kentlerin görünmeyen arka sokaklarında insanları canından bezdiren, umutsuzluk ve büyük yalnızlıklar doğuran ve bütün bunlara bağlı olarak ahlaki ve sosyal çöküntüyü hızlandıran bu yüzyılın sorunu Doç. Dr. Hasan Boynukara'nın belirttiği gibi "Yoksulluk, acıtıcı, can sıkıcı ve engelleyici olduğu için köklü çözümler üretmek gerekmektedir."

    "Özgürleşen bir Türkiye'nin aynı zamanda zenginleşeceğini; ananim bir sosyal güvenlik sistemiyle bir çok sorunun çözelebileceğini, yeni kaynaklar bulunmadığı zaman fakirleşmenin daha büyük tehlikeler doğuracağı"nın altını çizen Prof. Dr. Eser Karakaş'ın bu temennisi herkesin önemsemesi gereken bir gerçektir.


     

    'Bilgin'in portresine dair...

  • DURDU ŞAHİN / YAZAR
    Bilgin, bilen ve inadına bilmeye çalışan demektir. Okuyan, yazan, okuduğuna, yazdığına uygun yaşayandır, bilgin. Kimsenin bilgisizliğini deşifre etmez. Herkesi bilgili yapmaya, bilgiyle uyarmaya; ilimle, sanatla, kültürle doyurmaya çalışır sürekli. Herkesin gözünden kaçanı görür, zora soyunur, ucuz düşüncelere itibar etmez. Bilmediklerinin yanında bildiklerinin bir nokta kadar olduğunun farkındadır. Bildikçe ve bilmediklerini öğrendikçe, bilmediğini ve ne kadar çok bilmesi gerektiğini bilir. Daha çok ve daha doğru olanı bilmek, bilebilmek için çabalarını sürdürür yorulmadan. Duymadıklarını duymaya, duyduklarını herkese duyurmaya ayarlamıştır kendini.

    Bilgin, aklıyla duyan, yüreğiyle bakan, bilmek için gayret gösterenlere her zaman bir ışık yakandır. Yıkan değil, yapandır o. Tutan değil, salandır. Bizim lügatimizde 'arif' ve 'alim' de denir. Bir manada bir söylenenden bin anlamaktır bilginin işi. Az sözle çok şey anlatmak, fosilleşmiş tesbitlerden son hızla uzaklaşmaktır, bilginin görevi.

    Mükemmelliklere, orijinal güzelliklere etik ve estetik özelliklere hayret eder, hayran olur. Hayran olunacak işleri gerçekleştirmeye gayret eder. Bilmediğini bilen, bilmesi gerekenleri bilen anlamına da gelir, bilgin. Belki çok bilen insan değildir; bildiğini ve bilmesi gerekeni çok iyi bilendir bilgin.

    Bilgin, sessiz ve gürültüsüz yaşar; laf değil icraat, şamata değil, faydalı iş yapar. Sessizliği hep derinde gittiği içindir. Sevgisini, sevimliliğini, seviyesini her yerde ve her ortamda korur. Acelesi yoktur, vakarı ve ağırlığı vardır. Çoğu zaman oturup da tarih yazmazlar; tarihin yazacağı hizmetleri gerçekleştirirler. Kimsenin kasasında, masasında gözleri yoktur. Günün adamı değil, her zaman gönül adamıdırlar.

    Kısacası bilgin; okuyan, yazan, güzel yaşayan; insafı, idraki, sevgiyi, sevimliliği ve seviyeyi koruyan; sürekli iyiyi, güzeli, doğruyu araştıran; masumların, mazlumların yanında olan; konuştuğu zaman yüksekten değil ama yürekten ve yürekli konuşan, yüklü konuşan kişidir.


     

    Zamanın fotoğrafını çekmek

  • HALİS YILMAZ / YAZAR
    Zamanın fotoğrafını çekebilir misiniz? En güzel anları küçücük bir karede yaşatabilir misiniz ömür boyu? Zamanın size doğru uzanan ellerini tutup hiç bırakmamak üzere sıkabilir misiniz, sıcacık bir dost eli gibi?

    Annenizin kulağınıza söylediği ilk ninniyi, babanızın yanaklarınıza kondurduğu ilk öpücüğü, sevdiğinizin gözlerinize ilk bakışını, ilk sevgi sözcüklerini hâlâ saklıyor musunuz, hayat albümünüzde?..

    Okuma-yazmaya başladığınız gün, öğretmeninizin saçlarınızı okşarken yaşadığı duygular gözlerinizde yaşıyor mu?

    Yaşamın tüm renkleriyle boyayıp gökyüzüne salıverdiğiniz hayalleriniz, bulutların kanatlarından öpücük gönderiyor mu size? Yoksa, zamanı geçmiş birer balon gibi sönüp gitti mi hepsi? Belki de göçmen kuşların ayaklarına takılıp başka iklimlere gitmiştir!

    Bir gün fotoğraf makinenizi elinize alıp zamanın kaçamaklarını yakalamaya çalışın! Size verdiği en güzel pozu çekin. Siz, işaret parmağınızla deklanşöre dokunurken o yüzünüze güler. Buna inanır mısınız? O sahte gülüşün ardında sizinle nasıl alay ettiğini belki o gün anlamazsınız ama, yıllar sonra anlamak için kafa yormanıza bile gerek kalmayacaktır.

    Saçlarınızda dolaşan elleri bir anlık saçınızı okşar gibi görünse de gerçekte saç tellerinizi teker teker kopardığını bu gün anlayamazsınız. Kuşların söylediği şarkılara alkış tutarken bülbülün solan gülüne ağıt yaktığını ve yürek yarasını karelere hapsetmeye flaşınız yetmez. Ancak torunlarınız ellerinizi öpmeye geldiğinde içinizden sessiz bir sitem yükselir zamanın kaskatı kesilmiş yüreğine doğru.

    Hayata başladığınız gün ile hayatı bitirdiğiniz gün arasındaki zamanın sadece küçücük bir an olduğunu, düşlerinizi yarınlara ertelerken hiç bitmeyecekmiş gibi gördüğünüz ertelenmiş düşlerinizin hep düş olarak kalacağını nasıl unutursunuz?

    Bütün güzellikler yanı başımızda; ellerimizi uzatsak onlara dokunabiliyoruz. Ama bunu yapamıyoruz.Ellerimizi uzatmak yerine onların bize gelmesini bekliyoruz. Sonuçta, biz gitmiyoruz,, onlar gelmiyor. Hayat albümümüzde onların yeri hep boş kalıyor.

    Zaman arada sırada dost yüzünü de göstermiyor değil. Bazen bizi tuzağına düşürür.Onun düşürdüğü tuzaktan ancak onun yardımıyla kurtulabiliriz. Boşuna dememişler zaman her şeyin ilacıdır diye. Ama siz ipleri yine de zamanın eline tamamen bırakmayın. Ne yapacağı hiç belli olmaz.


  • 7 Haziran 2003
    Cumartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED