|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ben KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'ın Kıbrıs davası için hayati değerde bir isim olduğuna inanıyorum. Gerek geçmişteki mücadelesi ile, gerekse bugünkü hassasiyeti ile Denktaş'ın ismi Kıbrıs tarihi ile birlikte yazılacaktır. Ancak bugün gelinen noktada Denktaş'ın müzakerecilikten çekilmesini öneriyorum ve bunun, gene onun Kıbrıs davası ile bütünleşmiş misyonunun gereği olduğunu düşünüyorum. Sanki şöyle bir denklem oluştu: -Annan planı Kıbrıs Türklerinin bütün taleplerini karşılıyor da Denktaş, sırf inat olsun diye çözüme yanaşmıyor. -Sanki Denktaş çözümsüz durumun sürmesinden yana ve bu tutum, Kıbrıs Türkü'nün çıkarlarına yönelik hassasiyetler sebebiyle değil, Denktaş ve ekibinin Kıbrıs'taki iktidarlarını sürdürmesi hesabından kaynaklanıyor. -Sanki Denktaş'ın direnişi, Ana yurttaki müttefikleri ile birlikte, Türkiye'nin Avrupa ile bütünleşmesine karşı olanların Kıbrıs gibi "milli bir dava" üzerinden yaptığı muhalefet anlamına geliyor. Kabul etmek lazım ki bütün bunlar, kamuoyunda ve dünyada etkili olduğu ölçüde, Denktaş'ın konumunu gölgeliyor. Ve Denktaş'ın, KKTC'nin statüsü ile ilgili direnişini, milli bir dava hassasiyeti olmaktan çıkarıp, biraz kişisel hesaplara biraz da Türkiye'deki AKP iktidarını zora sokmak isteyen çevrelerin hesaplarıyla buluşmaya bağlıyor. Denktaş yıpranıyor, o yıprandığı ölçüde, onun arkasında yer aldığı tezler yıpranıyor. İşin önemli yanı, AB'nin, Rum – Yunan ittifakı içinde, Kıbrıs etrafında ördüğü komplo görünmez hale geliyor. Rumları bünyesine alarak onlara müzakereler için müthiş bir dayanak sağlayan AB Türkiye'ye şunu söylüyor: -Kıbrıs'ı çözmeden AB'ye giremezsin. Kıbrıs için tartışma zemini de Annan planıdır. İşte plan, işte müzakere masası... Problem burada yoğunlaşıyor: Ortaya çıkan görüntü, Denktaş'ın "Annan planı"nı müzakere zemini olarak kabul etmediği tarzında... Oysa "müzakereye oturmama" görüntüsü, "çözümden kaçma" tarzında algılanıyorsa, hatta "Denktaş masaya otursa bile bu, müzakereyi çıkmaza sokmak amacıyla olur" gibi bir kanaat Türkiye'de bir çok kesimi bile etkilemeye başlamışsa, bundan Denktaş'ın büyük hassasiyet gösterdiği Kırbıs davasının zarar göreceği muhakkaktır. Onun için ben, "Denktaş müzakerecilik görevini bırakmalı ve Kıbrıs için yeni bir müzakere ekibi oluşturulmalıdır" diyorum. Hiç kuşkusuz böyle bir tavrın, Denktaş'ı Kıbrıs davasını etkilemekten alıkoymayacağı kesindir. Bana göre bugünkünden daha çok etkileyecektir. Ben, Kıbrıs'tan veya Türkiye'den, kim görevlendirilirse görevlendirilsin, Kıbrıs'ta Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye'nin hayati çıkarlarını gözardı edecek bir anlaşmaya imza atamayacağını da düşünüyorum. En radikal çözüm taraftarı olan muhalefet lideri Mehmet Ali Talat'ın dahi, kendi toprağına ilişkin hassasiyet sergilememesini düşünmek zor.. Bu konuda hem Türkiye'de hem Kıbrıs Türk toplumunda yeterli hassasiyet oluşmuştur. Böyle bir tercihin ilk sonucunun, Rumlar'ın AB -ABD nezdinde yürütmekte olduğu "Türkler müzakereye yanaşmıyor, bunun da sebebi Denktaş'tır. Denktaş Türk hükümetini bile gölgede bırakıyor" tarzındaki propagandalarını etkisiz kılacağı tahmin edilebilir. Ve sonunda bütün dünya önünde, "işte müzakereye oturduk, anlaşmaya çalıştık ve şu noktaya geldik, her fedakarlığı Türklerden bekleyemezsiniz" deme imkanı doğar. Bazan "sembol isim" olarak ortaya koyacağınız jestler de davanız için çok etkili sonuçlar doğurabilir. Bizden söylemesi...
FARK DERSLERİ OYUNU
Üniversiteler Arası Kurul tarafından yürütülen Yüksek Öğretim Kanunu çalışmaları içinde, katsayı sorununun meslek liselerine, "fark dersleri"ni verme hakkı tanıyarak çözülmesi yönünde bir eğilim oluştuğu ifade ediliyor. Bu eğilimin, "tabii olanı çarpıtma" çabalarının bir uzantısı olduğunu hemen ifade etmek gerekiyor. "Tabii olan" her türlü lise mezununun sınavlara girmesi ve eşit puan değerlendirmeleri ile puanı kafi geliyorsa dilediği branşta eğitim görebilmesidir. "Fark dersi" uygulaması, meslek liseliler önünde yeni bir engel çıkarma girişimidir. Bu formül daha önceleri uygulanıyor ve ancak çok sınırlı sayıda öğrenci, ikinci bir lise bitirmek anlamına gelen fark derslerini verme yoluna başvuruyordu. Sonra meslek liselerinde müfredatta normal lise derslerinin ağırlığı artırıldı ve üniversite sınavlarına girme hakkı bu şekilde sağlandı. Mesela şu anda İHL'lerde haftada 40 saat, günde 8 saat ders görülüyor. Ve herhalde bu yoğun tempo sebebiyle bu okullardan mezun olan çocuklar, üniversite sınavlarında başarı gösteriyorlar. Böyle bir başarı varken "neden fark dersi?" sorusu sorulmaz mı? Herhalde öncelikle ülke çocuklarının geleceği ile oynama ön yargısından kurtulmak gerekiyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |