AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Haber burada, yorum nerede!

Şurası muhakkak ki, Türkiye'de yayımda olan gazete ve televizyon kanallarının, büyük bölümü Avrupa'da yaşamakta olan Türkiyeli göçmenlere yönelik ilgileri çok sınırlı... Milyonlarca göçmenin nasıl çalışıp nasıl yaşadığı, üç kuşağa ulaşan bu topluluğun bugünü ve yarını üzerine ne düşündüğü "Türk basını"nı hiç mi hiç ilgilendirmez. Gazete ve televizyon kanallarında kendilerinden çok sınırlı olarak söz edilir. Gördükleri ilgi, "yabancılar"ın gördüğü ilgiden çok çok aşağı bir düzeydedir...

Bu milyonlarca göçmen sadece bu medya kuruluşlarının değil, ne hikmetse "Türk sosyal bilimi"nin de ilgisini çekmez. Sayıları üç milyona ulaşan bu "gurbetçiler"i araştırma konusu yapan sosyolog, antropolog, sosyal psikolog, vs sayısı tahmin edildiğinden de azdır. Oysa onların, onların dünyasının, hiç değilse pekçok alanda geçirdiği dönüşümler açısından bu bilim erbabı tarafından baş üstünde taşınması gerekmez mi? Nerdeee... Besbelli ki "biz" meraksız bir milletiz; besbelli ki bizi meşgul eden şeyler sadece gözümüzün önünde cereyan edenlerden ibaret... Oturup dökümünü çıkartmadım ama rahatlıkla iddia edebilirim: Avrupa'daki Türkiyeli göçmenler üzere Avrupalılar'ın yaptığı araştırma sayısı, "bizim" yaptığımızdan kat be kat fazladır! Söylediğim gibi, ne olacak, "meraksız millet" vesselâm! Bize etrafımızda gözlemlediğimiz "küçük dünyamız" yeter de artar bile; el bebek gül bebek büyüttüğümüz "klişelerimiz"le bir ömür geçirmek bize yeter de artar bile...

Geçenlerde (2 Kasım) Hürriyet Pazar'da, epeyce gecikmiş olsa da gerçekten yararlı bir haber yer aldı. Gazete manşete çıkardığı bu haberinde "Viyana kuşatması"ndan söz ediyordu. Doğrusu kutlanmayı hak eden, neredeyse üç tam sayfayı kaplayan bir haber... Levent Arslan'ın fotoğraflarıyla desteklenmiş Metin Yüksel imzalı bu haberde, ülkedeki üniversite hayatları "türban yasağı" yüzünden kesintiye uğramış öğrencilerin "Viyana kuşatması" hakkında geniş bilgi veriliyordu. Arslan'ın fotoğrafları da çok güzeldi doğrusu. "200 türbanlı Türk" öğrenci, nasıl, "türban yasağı"nın mağdurları olarak Viyanalı olmuş, bu Avrupa başkentinde öğrenim özgürlüklerine nasıl kavuşmuşlardı. Gazete şöyle diyordu: "İmam hatipli kız öğrencilerin kaçış şehri olmuş Viyana. Üniversitelerinde tam 200 türbanlı Türk var."

İşte, gidip yerinde görmesek de, Arslan'ın fotoğrafları vasıtasıyla türbanlı Viyanalılar ile biz de tanışıyorduk... Şehrin en işlek caddesinde yürürlerken, şehrin ünlü Cafe Central'inde canlı müzik eşliğinde kahvelerini yudumlarlarken, Wirtscnaft Üniversitesi'nin anfisinde türbansız Viyanalılar ile ders dinlerlerken, üniversitenin Müslümanlar için tahsis ettiği odada namaz kılarlarken ya da Viyana sokaklarında bisikletle dolaşırlarken....

Gazete birkaç öğrenciyi özellikle tanıtmayı da unutmamış: İşte Elif Oyuk; Bilkent'te okurken Viyana'ya gelmiş... İşte Sümeyya Dursun; Bilgi Üniversitesi Matematik Bölümü'nde okurken yasağın oraya da gelmesi sonucu Viyana'a gelerek felsefe, Almanca ve Fransızca öğrenmeye başlamış... İşte yine Bilgi'den "transfer" omuş bir başka öğrenci: Melike Uyar. "Burada çekingen değilim, tiyatro, sinema, opera hepsinden yararlanıyorum" diyor....

Bu arada, yasaklı Türkiye'den çıkıp Viyana kapılarına dayanan bu gençlere gerekli imkanları sağlayan bir kuruluştan da söz edelim: Türbanlı, yani yasaklı olmalarının yanısıra ÖSS puanları ve ve imam hatip lisesini bitirme notları da yüksek olması gereken bu öğrencilerin imdadına WONDER adlı bu kuruluş yetişmiş. İki yıl önce kurulan WONDER, öğrencilere danışmanlık hizmeti vermekle kalmıyor. Öğrencilerin barınma sorunlarını da çözüyor. Bugüne kadar 300 öğrenciye burs bulmuş. Öğrencilere burs vermek isteyenler bu kuruluşa başvuruyor. Her öğrencinin bir "sponsoru" var, burs doğrudan öğrencinin banka hesabına yatıyor... İmam Hatip camiasının yarattığı hayırlı, yararlı bir sistem...

Toparlayacak olursak: Hürriyet'in haberi, söylediğim gibi gerçekten aydınlatıcı bir haberdi. Bu haber vasıtasıyla yüzbinlerce Hürriyet okuru açıkça görmüş oldular ki, Viyana'da üniversite öğrencilerinin kılığına kıyafetine karışmak gibi bir âdet yok! (Umarız bu haberi gazetenin yazı işleri müdürlerinden Tufan Türenç de kaçırmamıştır!) Şimdi hayal kuralım: ülkenin gazeteleri ve televizyon kanalları Hürriyet'in haberine benzer haberleri kırk yılda bir değil de çok daha sık yapsalar fena mı olur? Mesela gazeteler arada bir AB ülkelerinin her birinde çekilmiş "türbanlı üniversite öğrencisi" fotoğraflarıyla sayfalarını süsleyip, altına/üstüne de "Yasakçılar! Peki bu fotoğraflar neyin nesi?" diye not düşseler fena mı olur?!

Sümeyye Özkan, haberi yapan Metin Yüksel'e şöyle konuşmuş:

"Viyana'da insan olduğumu hissetmek bana huzur veriyor."

Hürriyet okurları mutlaka bu sözlerden de etkilenmişlerdir... Bir insanın yurdunda değil de, başka bir ülkenin başkentinde "insan olduğunu hissettiğini" açıklaması okurları derinden etkilemez olur mu?

Ama bakın, ülkenin yasakçı "yurtan sesler korosu" Hürriyet'in bu üç tam sayfalık, bol fotoğraflı haberinden de zerre kadar etkilenmemiş görünüyor... (K.B.)

'Türban talebi'nin 'pazarlama etiği'ne aykırı olduğunu biliyor muydunuz?

Bizimki de soru işte... Bilmiyordunuz kuşkusuz, meğer ki "Atıf Hoca'nın not defteri"nde yer alan "Türban, imam hatip ve pazarlama etiği" başlıklı yazıyı okumuş olun... O yazıyı okumamış olanlar için aktarıyoruz, ardından bizim de birkaç lafımız olacak:

"(...) İşte bu nedenlerle 'Talep var kardeşim halk istiyor, engellemeyin' söylemi yani tüketiciyi odak alan pazarlama yaklaşımı bu konularda çalışmaz. (...) Tüketici odaklı olurken yani bireyi mutlu ederken toplumsal dengeleri bozmak pazarlama etiğine aykırıdır. İşte bu yüzden başta AKP olmak üzere tüm kurumlar dışa dönük dayanışmanın güçlü sembolü türbanın meşrulaştırılmasına da imam hatiplere biçilmeye çalışılan elbiseye de karşı çıkmalıdır.

"AKP dedim yanlış okumadınız. Başka partiler bu konulara karşı çıkınca 'din düşmanı' konumuna düşüyor. Bu nedenle adaleti sağlasa sağlasa AKP sağlayabilir. Hem niye sağlamayacaklarmış ki? Eğer birileri çıkıp' komünist yetiştirmeye, faşist yetiştirmeye, dinsiz yetiştirmeye ya da satanist yetiştirmeye çanak tutan öneriler' getirselerdi AKP'liler 'Talep var, halk istiyor' diye pazarlama yaklaşımı öne sürerler miydi?"

Atıf Hoca "AKP'liler" diyor, farkındayız da biz "acaba yazının bütününü mü yanlış okuyoruz"un kaygısı içindeyiz... İşte bu nedenle yazıyı bir daha, bir daha okuduk... Ve sonunda anladık ki "yanlış okumuyoruz..."

Kronik Medya'nın değerli okurları, siz de yanlış okumuyorsunuz, Atıf Hoca şunu diyor: "Tüketici odaklı" olmak, çağdaş pazarlamacılığın temel ilkelerinden biridir, ama bunun da bir sınırı var. Tüketici odaklı olacağım diye bazılarının arzularını yerine getirmeye kalkarsanız "toplumsal dengeler"i bozarsınız; e bu da haliyle "pazarlama etiği"ne aykırı olur...

Türban meselesinin "pazarlama bilimi" çerçevesinde "çözümlenmesi"ne biz ilk kez rastlıyoruz. Tamam, bıraktık "demokrasi" çerçevesini (biliyorsunuz, 21. yüzyıl demokrasisi artık "çoğunluğun hakları"na göre değil, "azınlığın hakları"na göre tarif ediliyor), ama 21. yüzyılın "ürün demokrasisi"nin etiği de "bireyler" ve "azınlıklar"ı öne çıkarmıyor muydu? İşletmelerin artık eski Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi "herkese aynı çeşit ürün" anlayışıyla değil, "bireylerin ve grupların eğilimleri doğrultusunda küçük miktarlarda çok çeşitli üretim" anlayışıyla yönetilmesi tavsiye edilmiyor muydu?

Bize sorarsanız, Atıf Hoca, söyledikleriyle "AKP'lileri" ikna etmeyi aslında hiç ummuyor. O kadar ummuyor ki, yazısının sonuna koyduğu "NOT"ta, dediğini yaparlarsa kazanacaklarını hatırlatarak "iştah kabartmaya" çalışıyor. Atıf Hoca'nın "NOT"u aynen şöyle:

"Eğer değimi yaparsa, diğer partiler AKP'den ciddi korksun. En az dört dönem daha başta kalır da..." (A.G.)


Bazı haberler çok daha büyük bir dikkat ister...

Elektronik posta adresimize beş kelimelik bir notun ("aşağıdaki haber sizin gazetenizde çıktı") eşliğinde ulaştırılan küçük haberi okumamıştık... Açtık baktık, evet, Yeni Şafak'ın 5 Kasım tarihli sayısının 4. sayfasında tek sütuna yerleşmiş bir haberdi. "FERMANİ ALTUN: ÜNİVERSİTEMİZ BİTMEK ÜZERE" başlığını taşıyan haberde şöyle deniyordu:

"Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun, bu yılın sonunda Eyüp'te bir Alevi Üniversitesi'nin açılacağını söyledi. Okul sayesinde sapık Alevilik düşüncesine büyük darbe vuracağını söyleyen Altun, 'Bilgisiz Dedeler yüzünden boşalan cemevlerinin bu sayede dolacağına inanıyorum. YÖK'e bağlı özel bir üniversite kimliğinde olacağız. Teoloji eğitimi verilecek okulda tüm İslam bilgilerinin yanısıra Hıristiyanlık ve Musevilik dinleri de teferruatlı bir şekilde öğretilecek' dedi."

Okurumuzun, haber metnindeki "Sapık Alevilik düşüncesi" sözlerine takıldığını siz de hemen anlamışsınızdır. Oraya geleceğiz, ama ondan önce haberin başlığıyla ilgili bir şey söyleyelim: Türkiye'de ilk kez bir "Alevi üniversitesi"nin kurulacağını duyuran bir haberin başlığı "FERMANİ ALTUN: ÜNİVERSİTEMİZ BİTMEK ÜZERE" olabilir mi? Bu başlığı okuyan okurların büyük bir bölümü "gene bir özel üniversite kuruluşu haberi" deyip geçmez mi? Yeni Şafak okurlarının yüzde kaçı Fermani Altun'un "Alevi kimliği"den haberdardır da, bu başlıktan hiç değilse karine yoluyla açılacak olan üniversitenin "bir ilk" olduğunu çıkarabilsin? Ya da şöyle soralım: Bu haberin başlığı mesela "Türkiye'nin ilk Alevi üniversitesi açılıyor" olsaydı, Fermani Altun'lu başlığı görüp haberi okumayan okurların büyük bir bölümü haberi okurlar mıydı, okumazlar mıydı?

Gelelim asıl meseleye... Hemen söyleyelim: Haberdeki "Sapık Alevilik düşüncesi" sözcükleri, okurumuzun imâ ettiği ölçüde vahim bir gazetecilik problemini işaret etmiyor. Yani ne Fermani Altun'un Aleviliği "sapıklık" olarak değerlendirdiği gibi bir sonuç çıkar bundan, ne de Yeni Şafak'ın bu "görüş"ü aynen sayfalarına yansıttığı sonucu...

Aleviliğin üniversitesini kuran bir adamın, ondan "sapıklık" diye söz etmesi mantıken mümkün değil; belli ki Altun, kendisi gibi düşünmeyen başka Aleviler'in Aleviliğini "sapıklık" diye tanımlıyor. Ya o bunu düzgün bir şekilde ifade edemedi ya da haberin yazımından kaynaklanan bir problem var... Bize kalırsa, burada Yeni Şafak ancak "bu tür kritik, hassas konularda haber yazarken çok daha dikkatli olmak gerektiği" noktasından eleştirilebilir...

Evet, öyle olmak gerekir, çünkü bu tür hassas meselelerde çoğu okur "kelimelerin büyüsü"ne kapılır ve galeyana gelir: Böyle durumlarda kimse "bağlam", "mantık" gibi şeylere bakmaz...

Güner Ümit'in başına gelenleri hatırlasanıza... (A.G.)


Siz hangisini tercih ediyorsunuz?
Sürmanşeti mi, yoksa bizim gibi yorumu mu?

Tercüman'ın (6 Kasım) sürmanşeti: "AB'nin Kıbrıs oyunu".

Gazetenin köşeyazarlarından Cengiz Çandar'ın konuya ilişkin yorumu:

"Bu, Türkiye'nin AB sürecini engellemek için bir 'oyun' falan değil; tersine 'gerçekçi' ve 'pratik' bir öneridir. Çünkü, eğer 1 Mayıs 2004 tarihine dek, Rauf Denktaş'ın giderek yüksek sesle seslendirdiği ve arkasına kısık sesli 'Balgat korosu'nu aldığı 'Annan Planı'na hayır' haykırışları devam eder ve bugünkü politika görüntüsü değişmezse, Kıbrıs Rum tarafının 'Kıbrıs Cumhuriyeti' adıyla AB'nin tam üyesi olacağı bir yapıdan Aralık 2004'te Türkiye'ye 'müzakere tarihi' çıkmaz ve bu da AKP hükümetinin ve Türkiye'de –ekonomi dahil- istikrar arayışının bir tür sonunun baslangıcı olur."

Seçim sizin, hangisini, gazetenin "sürmanşeti"ni mi, yoksa Çandar'ın yorumunu mu tercih ediyorsunuz?!

Bizim aklımız ve gönlümüz "yorum"dan yana... (K.B.)


7 Kasım 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED