|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Görünen o ki, günün koşullarında ve mevcut güç dengeleri itibariyle Avrupa macerasından uzaklaşan bir Türkiye, demokrasi alanında hamle yapmanın ötesinde mevcut demokratik yapılarından bile geriye düşecek. Sistem üzerindeki "asker vesayeti"nin artması, Kürt meselesi ve İslami kesime yönelik politikaların daha keskinleşmesi, siyasi partilere ayrılan alanın biraz daha daraltılması, üniversitelerden basına, sivil toplum örgütlerinden bireylere temel hak ve özgürlükler sahasında kayda değer uygulama gerilemelerinin yaşanması, AB dengesi devreden çıkarsa karşılaşabileceğimiz büyük riskler... Bunlara, AB ile yaşanacak muhtemel yeni bir gerginliğin otoriterleşmeyi azdırıcı ve meşrulaştırıcı bir işlev görecek milliyetçi-devletçi dalgayı da eklemek gerekiyor... İçe kapanmış bir Türkiye'nin karşı karşıya kalacağı ağır bir ekonomik kriz, üretim düşüşü ve işsizlik de cabası... Bu tablo ne yazık ki gerçeğe yakındır. Şu durumun ve büyüyen tehlikenin altının bir kez daha çizelim... AB'ye direnç sanıldığında daha derin ve örgütlüdür. Bu konuda kendisine ulusalcı adı veren bir tür solun ve milliyetçi sağın elele vermesi, bu eleleliğin devlet içindeki AB karşıtı kampla içli dışlı olması git gide sonuç veren bir hatta ilerliyor. Bu sadece bir eğilim ve ittifak meselesi değil; aynı zamanda geleneksel bir kurumlar oyunu şeklinde cereyan ediyor. Devletin asli gücü, siyasetin yön verici unsuru Silahlı Kuvvetler'in resmi görüşündeki ana istikamet AB olmakla birlikte, bu resmi görüşün başta Kıbrıs ve Kürt meselesine ilişkin çekince ve koşulları karşımıza başka bir tablo çıkarmaktadır. Bu koşul ve çekinceler her an bu istikametin makasını değiştirecek unsurlar niteliği taşımaktadır. Ilımlı olarak tanınan/tanıtılan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün 9 Kasım tarihinde yayınlanan Kıbrıs'a ilişkin açıklamaları bu durumun açık kanıtlarından birisi... Peki buna karşılık AB ve demokrasi projesini kim taşıyor? Bu soruya verilecek gerçekçi yanıt şudur: Bugün Türkiye'de bu projeyi örgütlü olarak taşıyan, taşıyabilen bir kurum ya da güç odağı yoktur. Bu konuda; muğlak, muğlak olduğu ölçüde güç ve anlam oluşturmayan bir kamuoyu, yine siyaset konusunda esnek ve kaygan politikalar izleyen TÜSİAD gibi sivil kuruluşlar, çıkarları için devletle ilişkilerinde biraz AB yanlısı daha çok karşıtı yöntemler geliştiren, oynak ve keyfi tavır alan merkez medya dışında başka kimden sözedilebilir? AKP'nin demokratikleşme ve yeni uyum paketleri konusunda attığı adımlar önemli ama yeterli değil. Demokratikleşme birkaç paket ve yasanın işi değil. Nitekim AKP'nin uyum paketlerine girmeyen her adımı ya da uyum paketleri sonrası karşılaştığı yönetmelik ve uygulama sıkıntıları "ideolojik gerekçelerle" geri püskürtülüyor, püskürtülmeye çalışılıyor. 23 Nisan'dan 29 Ekim'e türlü bayram krizleri bunlardan bağımsız değil. Toplumsal ve medyatik destek, özellikle Kıbrıs meselesi üzerinden çark ediyor gibi bir görüntü veriyor. AB'yi herkes istiyor ama elini taşın altına koyan yok; direnenlere geri gidin deme cesaretini gösteren yok... "Demokrasisiz demokratlık" pek yapay oluyor. Gerçek siyaset ne demek ve neden önemli, kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |