|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Özellikle fizikte, zaman zaman çok güzel bir şekilde örneklendiğini gördüğümüz bir "bilimsel yöntem" paradigması vardır (dediğim gibi, kendisi epeyce belirsiz bir paradigma). Ancak fizikte bile paradigmaya uymayan ve uymaması gereken büyük miktarda bilgi vardır. Kültürümüzde neyin bilim olduğuna, neyin olmadığına dair gerçekten bir uyuşum olduğuna inanmıyorum. Her üniversite katalogu "Toplumsal Bilimler" denen konuların varlığını, sosyoloji ve iktisadın bilim olduğunu ileri sürer. Ancak bahse girerim ki, fizik bölümündeki herhangi birine sosyolojinin bir bilim olup olmadığını soracak olsaydık, cevabı "Hayır" olurdu (Hillary Putnam)" "Uzun bir süre insanlar bilimin mutlak kesinlik sağladığına inanmışlardır, ama şimdi biz bunun böyle olmadığını biliyoruz (Ernest Gellner)" (Bryan Magee, Yeni Düşün Adamları, s.277, 348). "Allah'ın varlığının "bilimsel" kanıtları kavramı da, vahiy kavramı ile çelişkili durumdadır. Salt bilimsel (bir matematik teoreminin, ruhu sıkıcı biçimde ispatlandığı tarzda) bir akıl yürütme ile Allah'ı "ispatlamak" mümkün olsaydı bu yolla Allah'a ulaşabilecek ve Allah'ın bu bilimi, vahiyle ve peygamberlerinin getirdiği mesajla aydınlatmasına ihtiyaç olmaksızın iyi ve kötüyü ayırabilecektik. Çok belirgin şekilde batılı olan bu "bilim" anlayışı, vahiyle aydınlatılmış olmaksızın tek başına bütün problemlerimize cevap vereceği yerde tam tersine Batı'yı, bilim amacıyla bilime, teknik amacıyla tekniğe, yani insanî ve ilâhî bir amacın yokluğuna ve ahlaki ve politik bir kaosa götürdü." R. Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi, s. 277). "... Bu temel ilkelerden hareketle, Platon'un mutlakiyetçi akılcılık majestelerinden Aristo'nun titiz kıyas hazretlerine, Descartes'in teknokratik akılcılığından August Comte ve artçılarının etinden ayrılmış pozitivizmine kadar, Batı'nın totaliter "rasyonalizmi", gitgide artan bir şekilde insanın bir yerlerini sakatladı." (s.149). "Bizim küçük ahlakımızın ve küçük akıllarımızın ötesinde mutlak değerler vardır. Bireyin bunlara mutlak boyun eğmesi gerekir...( s.34). "Aydınlanmayı ele alalım. Vazettiği şey neydi? Esas mesaj din karşıtı imiş gibi geliyor bana: İnsanlar rasyonel yargılar verebilirlerdi ve hem doğruluğa hem de iyiliğe dolaysız olarak, kendi çabalarıyla ulaşma yeteneğine sahip idiler. Aydınlanma doğruluğun ya da iyiliğin yargıçları sıfatıyla dini otoritelerin kesin bir şekilde reddedilmesini temsil ediyordu. Ama onların yerine kimler ikame edilmişti? Filozoflar demek gerek galiba...(İ. Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu, s.222 vd.) Wallerstein bu iddia ve çabalarında filozofların da başarılı olamadıklarını, arkadan bilimcilerin iyilik problemini konunun dışına atarak doğruluğun hakimliğine sahip çıktıklarını, fakat onların da "tek, kesin, değişmez" doğruyu bulma iddialarında başarılı olamadıklarını anlattıktan sonra son yirmi yıl içinde, eskimiş bilim yöntemleri ve bilimciliğin yerini, doğa bilimlerinde karmaşıklık çalışmaları"nın, beşeri bilimlerde de "kültürel çalışmaların" aldığını ifade ediyor. Aklın ve bilimin bütün problemlerimizi çözmede yeterli olmadıkları konusunda, düşünce ve bilim adamlarının sözlerini aktarmaya, daha pekçok örnekle devam etmek mümkün olsa da okuyucularımın Ramazan kafalarını daha fazla yormamak ve sıkmamak için bu kadarla yetiniyorum. Gelecek yazıda, yine asıl konumuzla (akıl-vahiy ilişkisi) ilgili olarak Gazzali ve İbn Rüşd üzerinde duracağım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |