AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Bilgi sahibi' ama, 'yanlış bilgi' sahibi...

Uğur Mumcu'nun aslında tartışmalı "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar" özdeyişine nazire, belki de daha fazla işimize yarayacak bir önerimiz var: "Yanlış bilgi üzerine fikir sahibi olanlar..." Geçtiğimiz iki hafta boyunca üzerlerine uzun tartışmalar inşa ettiğimiz "AB, alfabe değişikliği istedi" ve "'Türbanlı sanık', avukat olarak girdiği davalarda başını açmış" haberlerinin "son hali"ne bakalım mı?

Türkiye'deki gazetecilik ortamını zehirleyen, gazeteciliği zaman içinde güvenilmez kılan kötü alışkanlıklarımızdan birinin de yanlış bilgiler (haberler) üzerine büyük yorumlar inşa etmek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz...

Sözünü ettiğimiz yanlış bilgiler bazen tembellik, yüzeysellik, kuşku duyma refleksindeki zayıflıklar gibi nedenlerle ortaya çıkabiliyor; bu durumda bir "kasıt"tan söz edilemez... Bazen de ortaya atılan yalan-yanlış-eksik bilgiler basbayağı bir organizasyonun sonucu olabiliyor ki, bunun gazetecilikte özel bir adı var zaten: Dezenformasyon...

Bu yazıda ele alacağımız örnekler, belki bizi saflıkla suçlayacaksınız ama, birinci gruba giriyor: Yani gazetecilerin tembelliklerinden, yüzeyselliklerinden, kuşku duyma reflekslerindeki zayıflıklardan kaynaklanıyor...

Örneklerden biri, geçtiğimiz günlerde bu sayfada değindiğimiz "türbanlı avukat" Hatice Hasdemir'le ilgili... Ama isterseniz daha tazesinden başlayalım, Hasdemir örneğini daha sonra hatırlatalım...

İLTER TÜRKMEN'İN YORUMU

Hürriyet gazetesi yazarı, eski dışişleri bakanı ve emekli büyükelçi İlter Türkmen, 15 Kasım'da AB İlerleme Raporu'nu yorumlayan bir yazı kaleme aldı. "AB raporunu bir de benden dinleyin" başlıklı yazıda Türkmen, "AB'ye sempati beslemeyenlerin şimşeklerini çekmekte gecikmedi" dediği raporun "olumsuz yönlerinin pervasızca incelendiğini, olumlu yönlerinin ise küçümsendiğini" belirttikten sonra şu ilginç saptamayı yaptı:

"(...) Üstelik bazı ifadeler yanlış aksettirildi. Bunlardan en tipik olanı Kürtçe isimlerde kullanılan w, x ve q harfleri konusundaki iddiadır. AB'nin sırf bu isimler nüfusa kaydedilebilsin diye alfabemizde değişiklik istediği öne sürüldü. Oysa raporda böyle bir talep yok, sadece bu harfleri içerdiği için bazı isimlerin nüfus idaresince reddedildiği belirtiliyor. Fakat meselenin bir başka yönü var. AB raporuna çullananlar Türk alfabesinde bulunmayan harfleri içeren şirket isimlerinin pekâlâ tescil edildiğini unutuyorlar. 'AXA OYAK' ve 'BİLETİX' ilk aklıma gelen iki örnek, mutlaka başkaları da vardır. Demek oluyor ki alfabeyi değiştirmeden yabancı harfleri kullanmak mümkünmüş. Zaten diğer ülkeler de aynı şeyi yapıyor."

Olabilir, biz öyle düşünmesek de, bazıları yalnızca "alfabe değişikliği" talebini değil, "isimlerde bu harflerin kullanılabilmesi" talebini de "zor" bir talep olarak değerlendirebilir... Bunu tartışmıyoruz, burada, nitelikçe aralarında ciddi farklar bulunan iki ayrı talepten, daha fazla tepki cekeceği besbelli olan "alfabe değişikliği" talebinin öne çıkarılmasını tartışıyoruz...

"AB'den şimdi de alfabe değişikliği talebi" vb. haber başlıklarını hatırlatalım ve soralım: Nasıl oluyor da raporda olmayan bir "talep", kesin ifadelerle haberleştiriliyor? Sonrasını biliyorsunuz, "Türk alfabesinin değiştirilemezliği" ve "AB'nin son küstahlığı" üzerine onlarca, yüzlerce makale, Atatürk'ü Latin harflerini öğretirken kara tahta başında gösteren karikatürler...

KİM TAKAR 'AÇIKLAMA'YI

Geleyoruz ikinci örneğe... Biliyorsunuz, Hatice Hasdemir örneği, özellikle onun Yargıtay'da avukat olarak katıldığı duruşmalarda "başını açarak", buna karşılık gene Yargıtay'da sanık olarak katıldığı bir başka duruşmada türbanlı olarak bulunması çerçevesinde tartışılmıştı... Hatırlarsanız, Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi'nin konuştuğu bir "hukukçu dost", yargıcın bu "ikili davranış"ı doğru yorumlayarak sanığın "saklı amacını" (evet, aynen bu kelimelerle) ortaya çıkardığını söylemiş, Oktay Ekşi de özellikle bu "ikili davranış"tan yola çıkarak Hasdemir'in türbanının "simge" olduğunu vurgulamıştı...

Gene hatırlarsanız, bir başka Hürriyet yazarı olan Yalçın Bayer de bir başka "hukukçu dost"un yorumunu benimseyerek, Hasdemir'i "türban oyunu" oynamakla suçlamıştı...

Sadece iki Hürriyet yazarı değil kuşkusuz, "kamusal alanda türban olmaz"cı yazarların tümü "avukat olarak başını açan" ama "sanık olarak başını kapatan" Hasdemir'in tavrını benzer yorumlarla değerlendirmişti...

Sonra Hasdemir'in Yalçın Bayer'e gönderdiği, "Çalıştığım şirkette hukuk müşaviriyim. Zorunluluğum olmadığı için hiçbir davaya girmedim. Günlük yaşamda başörtüsü takıyorum. İnançlarımdan ötürü kullandığım başörtüsünün siyase simge olarak kullanılmasından sizden daha fazla rahatsızlık duyarım" diyen açıklaması gelmişti...

Yani: Yani herkes, bütün gazeteciler, birinin bir varsayımdan yola çıkarak ortaya attığı bir iddiayı gerçek kabul ederek, onun üzerine yüzlerce yorum boca etmişti... Varsayım şuydu: Hatice Hasdemir bir avukat olduğunu göre, şimdi sanık olarak katıldığı Yargıtay duruşmalarına daha önce avukat olarak katılmış olmalı. E, avukat olarak orada türbanıyla bulunamayacağına göre, demek ki o duruşmalara başını açarak katıldı...

Peki, işin bu tarafı açısından gerçek ortaya çıktı mı? Çıktı ama kaç kişi duydu? Ayrıca, duyanlardan kaç kişi duymamış gibi yapmayı tercih etti acaba?

Söyleyelim: İstanbul'da iki sinagoga karşı gerçekleştirilen son saldırılardan önce, her iki konu da -yukarıda anlatmaya çalıştığımız yanlış bilgiler üzerine inşa edilmiş olarak tabii- bazı köşelerin en gözde konularıydı...

Yani, kuyuya bir taş atıldıktan sonra yapacak bir şey kalmıyor... O taş kafa göz, gerçek yara yara gidiyor da gidiyor... Olan gazeteciliğin inandırıcılığına oluyor...(A.G.)


'Kapitalist gelişme, daha fazla işgücüne gerek duymuyor'

Biz sadece Milliyet gazetesi yazarı Meral Tamer'in köşesinde (16 Kasım) rastladık... Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü ve New York Eyalet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Çağlar Keyder'in "işsizliğin artışının kaçınılmaz olduğu", "istihdama bağlanmış zihniyetin terk edilmesi gerektiği" yönündeki önemli değerlendirmesinden söz ediyoruz... Meral Tamer, Prof. Keyder'in bu görüşlerini "Araştırmacılar Zirvesi"nde dile getirdiğini söylüyor ama bu zirvenin ne zaman, nerede yapıldığı konusunda bir bilgi vermiyor... Bu zirve Türkiye'de mi yapıldı? Eğer öyleyse ve onu gazeteciler izlediyse, aşağıda okuyacağınız görüşlerin hiç değilse ekonomi sayfalarında kendisine bir yer bulamamış olmasını çok yadırgadığımızı söylemeliyiz... Lafı uzatmayalım, bu önemli tespitlerin orada kalmaması, konunun derinlemesine tartışılabilmesi dileğiyle, Meral Tamer'in köşesinden aktarıyoruz:

Prof. Keyder'e göre kapitalist ekonominin geldiği noktayla ilgili bir zihniyet değişikliğine şiddetle ihtiyaç var. Dünyada işsizliğin bundan böyle daha da artacağının ön kabulü ve bu kabulü esas alan yeni yaklaşımların devreye sokulması gerek.

Prof. Keyder, VII. Araştırmacılar Zirvesi'nde önce durum saptaması yaptı, ardından da öneriler getirdi:

"20. yüzyılda sanayileşme, gelişmiş ülkeler için hem proje, hem ümit, hem de gerçekti. 80'lerin ortasında tarımdaki işgücü toplam olarak azalmaya başladı. Verimlilik anahtar kelime oldu. 90'lı yıllara baktığımızda Çin'de bile sanayideki işgücünün % 15 düştüğünü görüyoruz. Yani sanayideki işgücü bir yerden bir yere kaymıyor, o da tarımdaki işgücü gibi toplam olarak azalıyor. O zaman işgücünün geleceği ne olacak? Bu gayet totolojik bir soru.

Hizmetler çok karışık bir bohça. İnsanlar kendi yapabilecekleri işleri para karşılığında başkalarına yaptırıyorlar. Sendika yok, örgütlenme imkânı yok, sürekli iş yok. İşsizlikle iç içe...

Kapitalist gelişme, şu anda eriştiği teknoloji düzeyiyle daha fazla işgücüne gerek duymuyor. Demek ki insanların artık çok daha yüksek işsizlik düzeyiyle yaşamaya alışmaları gerek.

Bugüne kadar insanların ayakta kalmalarını tamamen istihdama bağlamış bir zihniyeti terketmek gerek. Artık toplumun dışında kalma tehlikesi de var. Patlamaya hazır bir sorun.

Devlet buna nasıl bakacak? Amerikalılar bu olayın farkında, çözüm olarak da insanları polisiye yöntemlerle denetim altında tutuyorlar. Avrupa Birliği'nde "Madem ki yurttaşsın, ne yaparsanız yapın size ayda 400 dolar veriyoruz" diyorlar. Bir temel gelir, bir yurttaşlık geliri bu. İnsanların yaşama hakkı.

Türkiye'de de nüfusun en yoksul yüzde 10'u için benzeri bir düzenleme düşünülebilir. Hiçbir zaman doğru dürüst bir işe girme şansı olmayan yoksullara verilebilir. Devlet o kadar da güçsüz değil. Marjinal düzenlemelerle temel bir gelir sağlanabilir. Hortumlanan bankaların yanında toplam meblağın lafı bile edilmez."


18 Kasım 2003
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED