|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünkü yazımda açıklamaya çalışmıştım; Irak savaşına ilişkin olarak AKP iktidarının ABD'nin yanında görünmesi gibi "savaş karşıtlığı" da (Türkiye'den söz ediyorum) "siyaset"ten uzak bir zeminde oluşan gelişmelerdi. "Savaş karşıtlığı"nın neredeyse tamamen "moral" kaygılardan hareket etmesi de, sadece bu kaygıdan hareketle "dünyanın değiştirilemeyeceğinden" ötürü karşı tarafça "naif" bulunuyor, eleştiriliyordu. Bunları söylediğim için "savaş yanlıları"nın tezlerini yeterince temellendirilmiş, yeterince "rasyonel" bulduğum sanılmasın.... Bu tezler, bırakınız "yeterince rasyonel" olmayı, barındırdıkları boşluklar/atlamalar nedeniyle inandırıcı olmaktan tamamen uzaktır. AKP iktidarı çıkışlı "Seyirci kalamayız" anafikirli tezler gibi, başta medya ve "işdünyası"nın önemli bir bölümü olmak üzere savaş arzusunu neredeyse artık kötü bir "oyun"a ve "çıkarcılığa" dönüştürmüş çevrelerin tezlerinin herşeye rağmen toplumun "ezici" bölümünün fikrini bir milim değiştirememesi de zaten bunun bir delili değil mi? Benim söylemek istediğim, çok büyük ölçüde "moral" kaygılardan hareketle oluşmuş "savaş karşıtlığı"nın "siyaset"i merkeze alan birtakım "rasyonel" gerekçelerle de donatılarak daha güçlenmesini sağlamaktan ibaret.... Sırasında suçlama şeklini alan eleştirilerde sözü edilen "naif"liğin zaten bir zararı yok; tabii ki her birimiz iç dünyamızın erdemlerine, değerlerine göre savaş karşıtlığı sözkonusu olduğunda gönüllü olarak "naif" olacağız. Ama düşünün, sadece "iyi" birer insan olmak bakımından benimsediğimiz bu tavır bir de "siyaset" merkezli "rasyonel" gerekçelerle güçlendiğinde nasıl bir güce ulaşır? Bu konuda biraz daha gayret göstermek zorunlu sanıyorum. Biraz daha gayret gösterilsin ki, savaş yanlıları artık "Ne var yani, tabii ki biz de barış istiyoruz, savaşı kim ister?" diyemesin. Bu "gayret"in bir örneği olarak değerlendirdiğim bir yazıyla karşılaştım. Türkçe yazılmış, bizden birisi yazmış. Yazarı Hasan T. Kösebalaban; Amerika'da siyaset bilimiyle meşgul. Yazısıyla "Liberal Düşünce Topluluğu"nun sitesinde karşılaştım. Bize Türkiye'nin Irak savaşında niçin ABD'nin yanında yer almaması gerektiğinin "rasyonel temelleri"ni açıklamaya çalışıyor. Yazının tamamının okunmasını herkese öneririm; özellikle de olur olmaz malümat bombardımanına tutulduğumuz şu günlerde. Kösebalaban, önce, nasıl bir akılyürütme karşısında olduğumuzu özetlemiş: "Türkiye'nin Irak'a karşı ABD'ye vereceği destek şöyle bir ikilem şeklinde formüle ediliyor: Savaşa dini ve insani nedenlerinden dolayı karşı çıkmalıyız ama rasyonel bir şekilde milli çıkarlarımızı düşündüğümüzde Amerika'ya evet demekten başka çaremiz yoktur." Kösebalaban, karşı tarafın bu iddiasına şu cevabı veriyor: "Oysa savaşta Amerika'yı desteklememenin ahlaki bir çelişki içermediği için ayakları çok daha sağlam yere basan rasyonel temelleri var." Ve başlıyor bu "rasyonal temelleri" açıklamaya... Kösebalaban'ın bu uzun açıklamalarını olduğu gibi buraya aktarmam tabii ki mümkün değil. Ancak nasıl bir yol izlediğini özetleyebilirim: Herşeyden önce, ABD'nin Irak savaşı bölgeyi ve ardından dünyayı büyük bir düzensizliğe sürükleyecektir. ABD'de Richard Perle ve Paul Wolfowitz gibi "sağcı Yahudiler" ve başka "Başkan Bush" olmak üzere Dick Cheney, Donald Rumsfeld gibi "evanjelik Hırıstiyanlar" ele ele vermiş olarak, "Colin Powell gibi liberallerin" muhalefetini de kırarak Ortadoğu'yu yeniden yapılandırmak istemektedirler. Kösebalaban bu çerçevede, yukarıda adları geçen ilk ekibin bir zamanlar Netanyahu için hazırladıkları ve son zamanlarda adı bizde de çok geçen "politika tavsiyenameleri"ni de hatırlatıyor. Irak-İran savaşında ABD'nin Irak'ı desteklemesine rağmen, İsrail'in bölgenin önemli gücü olarak gördüğü Irak'a karşı takındığı olumsuz tavrı da haklı olarak hatırlatıyor. Irak'a savaş sonrası yerleşecek olan yüzbinlerce Amerikalı asker, Irak'ı işgal etmiş olmakla yetinmeyip, çok daha geniş bir planın gerçekleşmesi için uğraşacak; sırada İran, Suudi Arabistan, Suriye var. Kösebalaban, bu yönde bir gayret olarak şimdiden bir kamuoyu oluşturma faaliyetenin başladığını da söylüyor. Mesela "İran-el Kaide bağlantısı" gibi. Bu süreçte önemli bir başka gelişme, ABD'nin başta BM olmak üzere, bugüne kadar eksiklikleri yanında büyük hizmeti de olan uluslararası bazı kuruluşlardan (NATO, AB) kurtulmak için gösterdiği, göstereceği çaba. ABD, BM'daki bitmez tükenmez görüşmeleri artık bir "zaman kaybı" olarak görmektedir. Bu çerçevede Kösebalaban'ın şöyle güzel bir tespiti de var: "Fransızlar'ın çenesini dinlemek ve iğrabda mahalli olmayan bir sürü irili ufaklı ülkenin karşısında saatlerce oturmak zorunda kalmayacaklar." ABD işler artık hızlı yürüsün, "Soğuk Savaş" döneminin gereği olan birtakım formalitelerin ömrünü tamamlamasını istiyor. Ve düşünebiliyor musunuz; ABD'nin yeniden "dizayn" etmek istediği Ortadoğu'da Türkiye ABD'nin yanında yer alarak "masaya oturacak" ve "tarihe yön verecek devletlerden birisi" olarak söz sahibi olacak.... Gelin de inanın.... Belki biraz uzun kaçacak ama Kösebalaban'ın yazısından şu son paragrafı da olduğu gibi alacağım: "Bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye'nin tarihi sorumluluğu ortaya çıktı. BM kararı olmaksızın Amerika'ya destek vermeyerek Türkiye bu operasyonu engelleyebilir veya en kötü ihtimalle yeniden planlaması gerekeceği çok daha ileri bir tarihe erteletebilirdi. Türkiye çok sağlam temellere dayalı, felsefi içerikli bir deklarasyonla neden bu savaşa karşı olduğunu dünya kamuoyuna açıklayabilirdi. Böyle bir tavrın ortaya çıkaracağı yansımalar Türkiye'yi bir bölge lideri haline oturtacak, ancak böyle bir tavırla tarihi geçmişiyle talep edilen istikbalini buluşturabilecekti. Türkiye'nin hayır cevabı bazılarının korktuğu gibi Amerika'nın Türkiye'yi hesaplarından silmesi sonucunu getirmeyecek, aksine Amerika'yla da başka ülkelerle de meşru çerçevede girişilecek başka müzakere zeminlerinde elini kuvvetlendirecekti. Oysa böyle bir tarihi sorumluluğu herkesten daha iyi anlayabilecek bir donanıma sahip olan bir hükümet kendisini dolar pazarlığı yaptığı görüntüsünden ve dünya kamuoyu nezdinde bir 'at satıcısı' olarak algılanmaktan kurtaramadı. Hiçkimsenin kuşkusu olmasın ki Türkiye Amerika'nın uluslararası meşruiyeti olmayan bu savaşında destek vererek yeni dünya düzensizliğine ilk harcı koymuş oldu. Bunun sonuçlarına ise sadece Türkiye değil bütün bir dünya katlanacaktır. Ancak Türk ordusunun onda biri kadar kalabalık bir yabancı gücü 'altı ay' süreyle bu ülkeye davet edenlerin geçmişe ve geleceğe verecekleri bir hesap olmalı." Doğru söze ne denir; tabii ki "olmalı".
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |