|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Peygamberimiz'in velâdetinin yeni bir yılını daha idrâk ediyoruz. Ama Peygamberimiz'in doğumunun, hem Müslümanlar, hem de bütün bir insanlık için ne anlam ifade ettiğinin yeterince idrâkinde olup olmadığımız konusunda kuşkuluyum. Oysa Hz. Peygamber'i, bir insan ve bir peygamber olarak bütün veçheleriyle, bütün yapıp-ettikleriyle, yani hem-vahiy-öncesi, hem de vahiy-sonrası "kişisel tarihi"yle bir bütün olarak anlamadan içinde yaşadığımız çağı da, Kur'ân'ın mesajını da, İslâm'ın söylemini ve vaadlerini de ve dolayısıyla İslâm'ın çağımızın hangi sorunlarına ne tür çözümler öneriyor olabileceğini de anlayabilmemiz ve idrâk edebilmemiz mümkün değildir. İşte bu nokta, İslâm'ı tüm diğer muharref, yani "biçim bozumu"na uğratılmış, içi/özü boşaltılmış, başkalaştırılmış, aslî dinamikleri aşındırılarak beşerîleştirilmiş dinlerden de, beşerî ideoloji ve dünya görüşlerinden de ayıran; şartlar ne olursa olsun, tarihin farklı dilimlerinde yaşayan bütün Müslümanlar'a hayat ve dinamizm veren, dinamizmlerini sürgit canlı kılan İslâm'ın en özgün, nev-i şahsına münhasır en hayâtî noktalarından biridir. Çünkü Peygamberimiz, İslâm'ın ve Kur'ân'ın bütün insanlığa, bütün âlemlere, hayatın her alanına hitabeden bütünlüklü söylemini, bizzat hayata aktaran, nasıl aktarılabileceği konusunda fiilen örneklik eden, kılavuzluk yapan bir insan ve bir peygamberdir. Peygamberimiz'in, peygamber olduktan sonraki "kişisel tarihi", İslâm'ın anlam ve sembol haritalarının, kök-paradigmalarının, anlamlandırma pratiklerinin değişik zamanlarda ve mekânlarda nasıl anlaşılıp, idrâk edilip hayata aktarılabileceğini "gösteren" bir "zaman dilimi" olduğu için, İslâm'ın özü, özeti'dir. İşte bu durum, İslâm'ın her hâl ve şartta geçerli olabilecek aslî özelliklerini ve mâhiyetini de kendiliğinden ele veriyor. Sadece İslâm'a özgü olan bu özgün durum, İslâm'ın salt beşerî ya da salt ilâhî bir din, bir tasavvur değil; aynı zamanda hem beşerî, hem ilâhî olanı; hem fizikseli, hem fizikötesini; hem burayı / şimdiyi, hem de "öte"yi aynı anda mezceden, kucaklayan, ihata eden bütünlüklü (tevhîdî) bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olduğunu gösteriyor. Bu durum, İslâm'ın bütün zamanlarda ve mekânlarda insana, eşyâya, kâinâta ve bunlar arasındaki ilişkilere dâir her zaman yepyeni şeyler söyleyebilecek bir dinamizme, bir hayatiyete sahip olduğunu ortaya koyması bakımından çok önemli. Bu durum, İslâm'ın, bir din, bir tasavvur, bir hayat anlayışı olarak, insanı da, hayatı da, toplumu da, kânâtı da parçalamasını, parçalı olarak algılamasını, dolayısıyla bir Müslüman'ın hangi şartlar altında ve hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın, ontolojik bir güvensizlik duygusu (=yön ve anlam kaybı) yaşamasını önlüyor. Böylelikle, bura ile öte, fizik ile fizikötesi, "din" ile dünya arasında yaratıcı, imajinatif bir irtibat kurulduğu için, Müslüman, bir yandan kendisini, eşyâyı, dünyayı, gücü, içgüdülerini tanrılaştırmaya, putlaştırmaya aslâ kalkışamıyor; öte yandan da bir Müslüman'ın doğayı, diğer insanları, diğer âlemleri ve kültürleri kontrol etmeye, kendi süflî çıkarları için kullanmaya veya tahrip etmeye ya da yok etmeye kalkışması imkânsızlaşıyor. Bu teorik arkaplanın pratiğe nasıl aktarılabileceği konusunda ise Peygamberimiz'in "kişisel tarihi" bize örneklik teşkil ediyor. Peygamberimiz'in vahiy-sonrası "kişisel tarihi", İslâm'ın salt zamanlar ve mekânlar üstü bir veçheye değil, aynı zamanda zamansal ve mekânsal bir veçheye sahip olduğunu da gösteriyor: Kur'ân bir ânda Peygamberimiz'e vahyedilebilirdi. Oysa Kur'ân bir anda, bir gecede vahyedilmedi, peyderpey, 23 yıllık bir zamana yayılarak vahyedildi. İşte burası çok önemli. Peygamberimiz'in "kişisel tarihi", Kur'an'ın 23 yılda peyderpey vahyedilmesi, İslâm'ın fiili durumlara uygulanması gereken bir mesaja ve mâhiyete sahip olduğunu gösteriyor. Bu süreçte Peygamberimiz, sadece Kur'ân'ı aktarmakla kalmıyor; aynı zamanda gerek yaşadığı coğrafyada, gerekse komşu coğrafyalarda hâkim olan kültürlerle de temasa geçerek İslâm'ın mesajını hayata geçiriyor. Bu gerçek, İslâm'ın güçlü bir tarih ve zaman nosyonuna, monolojik değil diyalojik bir niteliğe sahip olduğunu da ortaya koyuyor. İşte Peygamberimiz'in kendi "kişisel tarihi" boyunca, değişenle değişmeyen, görünür olanla görünür olmayan, ilâhî olanla beşeri olan arasında kurduğu, birbirini iten ve ötekileştiren değil, birbirini çeken, besleyen ve bütünleyen bu özgün hayat verici ilişki, irtibat ve iletişim biçimi, biz Müslümanlar'ın değişen zaman ve mekânlarda İslâm'ı nasıl idrâk edip hayata geçirebileceğimiz konusunda önemli ipuçları veriyor. Yeter ki biz, sahip olduğumuz öz-idrâki müdrik olalım. Bu yazıda, Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin yalnızca vahiy-sonrası bölümünü nasıl anlamamız gerektiğine ve bunun ne anlam ifade ettiğine dâir bir şeyler söylemeye çalıştım. Pazartesi günkü yazıda, vahiy-öncesi hayatı da dahil olmak üzere Hz. Peygamber'in doğumundan irtihaline kadarki "kişisel tarihini" bir bütün olarak anlayamadığımız sürece içinde yaşadığımız çağı anlayabilmemizin, çağı anlayamadığımız sürece de İslâm'ı tam olarak anlayabilmemizin ve İslâm'ın çağın hangi sorunlarına ne tür cevaplar verebileceğini kavrayabilmemizin hiç de kolay olmayacağını göstermeye çalışacağım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |