|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türk Edebiyatı'nın ünlü düşünür, şair ve yazarı merhum "Şairler Sultanı" Necip Fazıl Kısakürek'in vefatının bugün 20. yılı. Bu millet 20 yıldır üstadsız, Türk şiiri 20 yıldır sultansız.
HALE KAPLAN ÖZ
Maraşlı bir soydan gelen Necip Fazıl'ın çocukluğu, mahkeme reisliğinden emekli büyük babasının İstanbul Çemberlitaş'taki konağında geçti. İlk ve orta öğrenimini Amerikan ve Fransız kolejleri ile Bahriye Mektebi'nde tamamladı. Lise döneminde Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, İbrahim Aşki gibi ünlü edebiyatçılardan dersler aldı. Üniversitede aldığı felsefe eğitiminin ardından gönderildiği Fransa'da Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Paris'te geçen bohem günlerinden sonra, Türkiye'ye dönüşünde Hollanda, Osmanlı ve İş Bankaları'nda müfettiş ve muhasebe müdürü olarak çalıştı. Bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde hocalık yaptı. Sonraki yıllarında fikir ve sanat çalışmaları dışında başka bir işle meşgul olmadı. Şiiriyle fikri arasında bağ vardı İlk şiirini Milli Mücadele yıllarında on yedi yaşında iken annesinin isteği üzerine yazdı. Yeni Mecmua'da yayımladı. Paris dönüşü yayımladığı Örümcek Ağı ve Kaldırımlar adlı şiir kitapları onu çok genç yaşta çağdaşı şairlerin en önüne çıkararak edebiyat çevrelerinde büyük bir hayranlık ve heyecan uyandırdı. Tekke şiirimizin verimlerini modern Fransız şiiri ölçüleriyle değerlendiren, şiirlerinde insanın evrendeki yerini araştıran, madde ve ruh problemlerini, iç alemin gizli duygu ve tutkularını dile getirdi. Şiirinde oturmuş bir dil ve sağlam bir teknik kullanan Necip Fazıl, şiirin yanısıra oyun ve hikayeler de yazdı. Başta İdeolocya Örgüsü olmak üzere düşünce eserleriyle kültür hayatımıza büyük hizmetler veren Necip Fazıl Kısakürek, 1980'de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü'nü, İman ve İslam Atlası adlı eseriyle Milli Kültür Vakfı Armağanı'nı, TYB Üstün Hizmet Ödülü'nü aldı. Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı'nca 1980'de verilen beratla 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı) unvanını kazandı. Şöhretinin zirvesinde iken felsefi arayışlarını sürdürüp içinde yeni bir dönemin doğum sancısını hisseden Necip Fazıl için 1934 yılı gerçekten de hayatının yeni bir dönemine başlangıç olur. Koyu bir bohem hayat yaşadığı günlerde Beyoğlu Ağa Camii'nde vaaz vermekte olan Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve bir daha ondan kopamaz. Büyük Doğu'yla bir nesil yarattı 1943'te çıkan ve ülkenin en uzun ömürlü dergilerinden biri olan Büyük Doğu, Necip Fazıl'ın ismiyle özdeşleşmiş bir yayın olur. Dergi adını şairin daha önce yazdığı ve "Tanrının alnından öptüğü millet / Güneşten başını göklere yükselt!" mısralarının geçtiği şiirden alır. Dergi, 35 yıl boyunca değişik boyutlarda ve periyotlarda haftalık olarak çıkar. Türk basın tarihinde polemikleri, değişik alanlardaki yazıları, değişik çevrelerden yazarları ve etkisiyle dini yayınların hemen hemen hiç bulunmadığı 1950 öncesi dönemde özellikle gençlerin dini kültürle tanışmasında önemli bir rol oynar Büyük Doğu. Kapatılan, toplatılan, takibe uğrayan bir dergi olur Büyük Doğu ve 1978'de çıkan son sayısıyla da kapanır. Ömrünün son günlerini, Erenköy'deki evinde kitapları, yazıları, notları ve dostlarıyla geçiren, "Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber" diyen Necip Fazıl, uzun süren bir rahatsızlığın ardından 25 Mayıs 1983'de vefat eder. Eyüp sırtlarındaki kabrinde mukimdir. İşte benim hayatım budur!
Bizim söylediklerimiz beyhude, o kendi hayatını en seçkin kelimelerle anlatıyor: "Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini...
O, kim mi?
Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı... Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı. Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o bir etrafında helezonlar çizen bir hayat...
'Benim hayatım budur!'
|
|
|
|
|
|
|
|