AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Hayalden hakikate

Televizyon elbette muzır bir âlettir. Tıpkı otomobil ve benzerleri gibi. Bunlardan hayır ummak abestir. Ne yazık ki dünya teknolojinin esiri oldu. Teknoloji ideolojiyi, ideoloji teknolojiyi besliyor.

Bizim gibi az sayıda muhalif, eli böğründe "ne yapsak acaba" diye düşünüp duruyor.

Düşünürken, düşünürken "Yahu dedim, bir deneyelim, belki bir güzellik nasip olur".

O zamanlar Kanal 7 televizyonu Reşitpaşa'daydı. Elemanlar çok mütevazı imkânlar ile çalışıyordu. Bunlardan biri de Uğur Arslan arkadaşımızdı. O sıralar Şehir ve Ramazan diye bir program yapıyordu. Dedim ki, "Madem Ramazan ayındayız, bu ayda rahmet yağar, müminlerin hamiyeti yükselir, bir başka iş yapalım, zenginlerden alalım, fakirlere verelim, bir nevi aracılık".

Ve böylece Deniz Feneri doğdu.

Burada bir Robin Hood vaziyeti yoktu. İyi niyet ve hayra hizmet vardı.

Uğur Arslan ile İbrahim (Namı diğer Ramazan) işe koyuldu. Başlangıçta marketlerden poşetlerle yiyecek devşiriyor, iftar zamanı fukara evlerini ziyaret ediyorlardı.

Merhamet ve şefkatle dolu kalpler bu güzelliğe destek oldu, omuz verdi, yardımlar yağmur gibi yağmaya başladı. Öyle ki organizasyonu doğru-dürüst yürütmek için bir dernek kuruldu. Dernek Yönetimi Allah için gayretle çalıştı, az zamanda binlerce ailenin yardımına koşan bir kuruluş vücut buldu. (Allah emek verenlerden razı olsun.)

Bu alışılmış-tipik bir televizyon programı değildi. (Nitekim taklitleri tutmadı) Yönetmen Turgut Bosut ve çekim ekibinin elyordamı ile buldukları anlatım formatı geniş kitleleri kucakladı. Uğur Arslan'ın sempatik tavırları, İbrahim'in hüzünlü bakışları, ekibin kar-kış demeyip kuş uçmaz-kervan geçmez köylere ulaşması, fedakâr doktor arkadaşlar Deniz Feneri'nin ışığını en ücra noktalara taşıdılar.

Düşünüyorum da, fikir ve proje bazında katkıda bulunmaya çalıştığım Kanal 7 televizyonunun belki de en iyi işi bu oldu.

Bu çerçevede hayırseverlere duyurmak istediğim başka projeler, başka hayaller var.

Şimdiye kadar ekrana gelen fakir aileler arasında nice parlak zekâlı ve çalışkan çocuklar var.

Bunlar doğru-dürüst okuma imkânı bulamıyor.
Ne olur bunlara bir okul açsak.
Bir değil beş okul açsak.

Deniz Feneri Okulları yurdun dört bir yanında parasız-yatılı olarak bu çocukları okutabilse. Bu işe önce gönül, sonra sermaye koyacak kişi yok mudur?

Elbette vardır.

Ardından yoksulluk yüzünden tedavi olamayan, ilaç alamayan, ameliyat bekleyen çaresiz kalmış hastalara kucak açacak, ücretsiz hizmet verecek bir Deniz Feneri Hastanesi kurulsa.

Kötü mü olur?

Onun ardından kimsesiz kalmış, bakıma muhtaç ihtiyarlara; dedelere ninelere bir Deniz Feneri Huzurevi yaptırsak ne güzel olur.

Ey malı-mülkü çok olanlar!...
Ey parasının hesabını bilmeyenler!...
İşte geldik-gidiyoruz.
Fırsat elde iken bir güzellik yapın, şu işlere el atın.

Devletin derdi büyük, Milli Eğitim okulunun kırılan camını takamıyor. SSK hastanelerinin önünde kuyruklar uzayıp duruyor.

Fakirin yüzü soğuktur, çokları görmek istemez, başını çevirip gider. Siz siz olun Yunus Emre'nin sözünü dinleyin. Bu dünyanın ötesi var.

Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil
Bir gönül yaptın ise, er eteğin tuttun ise
Bir kez hayır ettin ise, birine bin az değil
Ak sakallı bir koca, bilmez ki hali nice
Emek yemesin Hacca, bir gönül yıkar ise

Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.


30 Nisan 2003
Çarşamba
 
MUSTAFA KUTLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED