AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Türkiye, yok olmamak için İslâmî kimliğine ve Osmanlı misyonuna sahip çıkmalı

Batı uygarlığının geliştirdiği seküler meydan okuma, en çok Türkiye'yi sarstı. Ve tarihimizde toplumla elitler arasında ilk kez tehlikeli bir "çatlak" oluştu. Elitler, kültür ve medeniyet değiştirmeye soyunacak kadar ipin ucunu kaçırdılar ve böylelikle Batı karşısında "teslim" bayrağı çektiler!

Oysa bu, bir ülkenin kendi elleriyle kendi sonunu hazırlaması demektir. Dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynamış hiçbir ülkenin böylesi bir şeyi yapabileceğini tahayyül etmek bile imkânsızdır!

Türkiye'deki elitler, hâlâ Batılıların Müslüman bir Türkiye'yi yok edeceklerini, o yüzden ancak seküler, Batı yörüngesindeki bir Türkiye'nin bizim yok edilmemizi önleyeceğini düşünüyorlar; ki bu bize pahalıya patlayan büyük bir tarihî yanılgıdır!

Oysa bizim dün tarih yapmamızı ve bugün de hâlâ ayakta durabilmemizi sağlayan yegâne güç, tarihsel derinliğimizi, kültürel kimliğimizi ve toplumsal dinamizmimizi oluşturan İslâm'dır!

Batılılar, ilk Haçlı Savaşı'ndan (1095) bu yana önlerindeki en büyük engelin Müslüman Türkler olduğunu çok iyi kavramış durumdalar. O yüzden Türkiye'nin Müslümanlıkla ilişkisini sıfırlamadıkları sürece aslâ rahat yüzü göremeyeceklerini, dün olduğu gibi yarın da saldırılarını püskürtebilecek yegâne aktörün yeniden Osmanlı misyonu ve ruhu ile donanan Müslüman bir Türkiye olacağını; dolayısıyla seküler bir Türkiye'nin kontrol altına alınmış olacağını ama Müslüman bir Türkiye'nin kontrolden çıkacağını çok iyi biliyorlar.

Batılılar şunu aslâ unutamıyorlar: 13. yüzyılda, İslâm medeniyetinin doğu cephesi, Moğol istilâlarıyla çöküyor. İspanya'daki Endülüs müslümanlarının oluşturduğu batı cephesi ise, 13. yüzyıldan itibaren karışmaya başlıyor ve 15. yüzyılda Avrupalılar tarafından çökertiliyor.

Fakat müslümanlar bu büyük siyasi bunalımı aşmayı başarıyorlar. Nasıl mı? İslâm coğrafyasının tam merkezinden Osmanlı'yı tarih sahnesine çıkararak! Hem de Avrupalıların yeni kıtaları işgal etmeye, deniz-aşırı ticaret yollarını ellerine geçirmeye başladıkları bir zaman diliminde! Osmanlı, İslâm medeniyetinin doğu ve batı cephelerinin çökmesine yol açan zaafları çok iyi okuyor ve Gazalî'nin "kurucu figür", tasavvufun da "kurucu ruh" olarak işlev gördüğü, güçlü ve âdil bir siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel düzen kuruyor. Ve Çekoslovakya içlerine kadar ilerleyecek bir cevap üretiyor!

İşte bu direnme ve varolma dinamizmi ve ruhu Avrupalıları şaşkına çeviriyor.

Batılıları bugün de şaşkına çevirmeye devam eden bir başka hayatî nokta da şu: Avrupalılar, 1492'de Endülüs'ü çökerttiklerinde İspanya'daki müslümanları kıtır kıtır doğruyorlar. Oysa Osmanlı, Endülüs'ün düşmesinden 50 yıl önce Bizans'ı teslim alıyor; ama Bizans'taki Hıristiyanları katletmiyor: Bizans kilisesi, Osmanlı idaresine girmekten ve Batı Roma'nın tacizinden kurtulmaktan mutlu oluyor ve özgürlüğüne kavuşuyor.

Burada Batılıları bugün de ürküten ama bizim hâlâ kavramakta zorlandığımız iki yakıcı gerçek var: Birincisi, Türkiye'nin yeniden Osmanlı misyonunu üstlenmesi ve bunun uzun vadede Batı hegemonyasını sarsacak gelişmeleri tetiklemesi. İkincisi de, dün olduğu gibi yarın da, bu coğrafyanın ve dünyanın ancak İslâm'a dayalı bir medeniyet tasavvuru ile gerçek anlamda huzur, adalet ve barış yüzü görebileceğinin Batılılar tarafından da çok iyi anlaşılmış olması.

İşte Batılıları asıl ürküten şey bu: Batılılar, İslâm'ın yeniden tarih sahnesine çıkmasının, seküler / neo-pagan dünya düzeninin alt üst olmasıyla ve Batılı toplumların kitleler hâlinde Müslüman olmalarıyla sonuçlanabileceğinden korkuyorlar. O yüzden İslâm'ı tehlike olarak görüyor / sunuyor ve İslâm dünyasına yerleşmeye çalışıyorlar.

Evet Osmanlı, dolayısıyla İslâm medeniyeti çökertildi ve İslâm dünyası paramparça edildi; fakat Müslüman toplumların Müslümanlıkla ilişkisi kopartılamadı. Aksine İslâm, yeniden müslüman toplumların yegâne direniş, diriliş ve varoluş kaynağı olmayı başardı.

Öte yandan Batılı seküler projeler, İslâm dünyasında tutmadı ve İslâm dünyasını parçalamakla, karıştırmakla ve Batı'ya bağımlı kılmakla sonuçlandı. İslâm'ın kamusal hayattan uzaklaştırılmasını hedefleyen, toplumun İslâm'la ilişkisini koparmaya dönük tüm projeler, Türkiye'nin kimliğini, dengesini, dayanaklarını ve tutamaklarını yitirmesiyle ve Batılılar tarafından kolaylıkla yutulmasıyla sonuçlanacaktır.

Tıpkı şu ân Kıbrıs'ta olduğu gibi! Eğer Türkiye'deki laikliği Kıbrıs'a da ihraç edip Kıbrıslı Türkleri Rumlara benzeterek, onların, erimelerini sağlamak yerine İslâmî kimliğini pekiştirmiş olsaydık, Kıbrıslı Türkler, on tane Annan planı da uygulansa, on tane AB'ye de girmiş olsalar, aslâ erimeyecekler, dimdik ayakta durmayı başarabilecekler; dolayısıyla Türkiye'ye "işgalci" gözüyle bakma aymazlığı içinde olmayacaklar ve Türkiye Kıbrıs'ta batağa saplanmayacaktı!

Türkiye'de başörtüsünden ve İslâm'ın kamusal alanda görülmesinden ürkenlere, asıl ürkmeleri gereken şeyin, Kıbrıs'ın bugününün Türkiye'nin yarını olma tehlikesi taşıdığı gerçeği olduğunu hatırlatmak isterim! Türkiye'de laikliği kutsamaya ve irtica fobisiyle İslâm'ı kamusal hayattan uzaklaştırma aymazlığı göstermeye devam ettiğimiz sürece bu toplumun İslâmî kimliğini eriteceğimizi, Türkiye'yi de Kıbrıs'ın durumuna düşüreceğimizi aslâ unutmayalım!

Bu nedenle, Türkiye, öncelikle, imparatorluk bakiyesi olduğunu, ülkede 25-26 etnik grubun bulunduğunu görerek etnik kimlikleri kaşıyacak yanlış politikalardan derhal vazgeçmelidir. Etnik kimliklerin kaşınması sadece Batılıların ve İsrail'in ekmeğine yağ sürüyor. Türkiye'nin ortak kimliği, ruhu, hayat ve dinamizm kaynağı İslâm'dır. Eğer İslâmî kimliğimizi pekiştirecek adımlar atabilirsek, bu toplumu hiç kimse bölemeyecek; güçlü bir İslâmî kimlik, Türkiye'deki devlet-millet arasında gittikçe tehlikeli boyutlar kazanan gerilimi de kendiliğinden ortadan kaldıracak ve toplumun enerjisini, heyecanını, tarihsel derinliğini ve kültürel zenginliğini harekete geçirerek hiç kimsenin sarsamayacağı güçlü bir milletin ve kerîm bir devletin oluşmasına imkân tanıyacaktır.

İkincisi de, Türkiye, Batıyla ilişkilerini koparmadan bölgede uzun vadede D-8 türü oluşumlara önayak olmalı, yeni bir yörüngenin oluşturulmasına öncülük etmelidir. Tarihsel tecrübemiz, kollektif ve kültürel hafızamız, Osmanlı misyonu ve ruhu ile hareket ettiğimiz sürece böylesi bir yörüngeyi bölgede yalnızca İslâmî kimliğini pekiştirmiş bir Türkiye'nin oluşturabileceğini ve İslâm dünyasının gerçek anlamda bağımsızlığına ve Batılıların saldırılarını püskürtme imkân ve kabiliyetlerine ancak o zaman kavuşabileceğini kanıtlamaktadır.

Not: Gündemdeki acil meseleler nedeniyle İstanbul-Çorum-Ankara hattında çıktığım medeniyet tasavvuru yolculuğu izlenimlerimi Pazartesi günkü yazıya bırakmak zorunda kaldığımı hatırlatmak isterim.


30 Nisan 2003
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED