|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Avrupa'nın yükselişi
Georgetown Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü olan jeopolitik uzmanı Charles Kupchan, Amerikan hegemonyasına yönelik asıl tehdidin İslam'dan değil, Avrupa Birliği'nden geleceğini söyledi. Kupchan, "Amerikan Devrinin Sonu" adlı yeni kitabında, yeni uluslararası süreci tarihteki dönüm noktalarıyla karşılaştırarak, geleceğe yönelik ilginç öngörülerde bulunuyor. Kupchan'a göre, ABD'nin tek kutuplu dünya sistemini kurmak için çalıştığı yaşadığımız günler, Birinci Dünya Savaşı'nın sonu, Amerikan kolonilerinin birleşmesi, Büyük Bunalım gibi, dünyayı dönüştüren gelişmelere benvziyor. Yazar, kitabında Francis Fukuyama ve Thomas Friedman gibi demokrasiyi ve küreselleşmeyi her derde deva gören iyimser düşünürlerle, bir "medeniyetler çatışması" bekleyen Samuel Huntington gibi kötümserlerin tahminlerini tartışıyor. Bunların tersine olarak, Kupchan'ın çizdiği küresel harita, 19. yy'ın hükümran imparatorluğu Britanya Krallığı'nın, egemenliği devrin yükselen gücü ABD'ye devrettiği zamanı andırıyor. Kupchan'a göre Avrupa'ya yer açma sırası bu kez Amerika'da. Suzy Hansen'in Kupcan'la kitabı çerçevesinde yaptığı, önümüzdeki yıllara ışık tutan söyleşisi oldukça ilginç. Avrupa ve Amerika'da, yeni küresel süreçle ilgili yoğun tartışmaların yapıldığı, Avrupa Birliği veya ABD'nin stratejik üssü olma arasında karar verme aşamasında olan Türkiye açısından da önemli gördüğümüz bu söyleşiyi özetle yayınlıyoruz. Söylemek istediğiniz şey, er geç bütün büyük imparatorluklar çöker. Doğru mu? Kimse sonsuza dek zirvede kalmaz. Roma, 300 ila 400 yıl boyunca dev bir toprağa hükmeden büyük bir imparatorluktu. Bazıları çok daha çabuk gelip gittiler. Amerika'nın zirvedeki hayatının kısa sürecek olmasının bir nedeni, tarihin eskisinden çok daha hızlı akıyor olması. Dünyanın bugünkü fotoğrafına bakıp "gelecek yüzyılda dünya buna yakın bir yer olacak" derseniz, bu çok tehlikeli. Yarın oldukça farklı bir görünüm alabilir. En çok hangi imparatorlukla kıyas yapıyoruz? Roma mı? Bugünü aydınlatması açısından iki analoji var aklımda. İlki Roma örneği. Bugün Avrupa ve Amerika arasında gördüğümüz bölünme bana üçüncü yüzyılın sonu ile dördüncü yüzyılın başında Roma ve Bizans arasındaki bölünmeyi hatırlatıyor. Roma ve Konstantinopol diye iki ayrı başkentiniz olduğu andan itibaren, birlikten ziyade rekabet içindesiniz. Washington ve Brüksel arasında da aynı şey oluyor. Bizim imparatorluğun mahiyeti, Roma gibi yekpare olmaktan çok Britanya gibi uzak sıçrayışlı bir yapı: Birlikleri dışarı gönder ve işgal etmektense dengeleri elinde tut. 'Hafif imparatorluk' denebilecek bu tarzın faydası daha ucuz olması ve daha az direnişe yol açması. Ancak 'hafif imparatorluğun' şimdi karşılaştığımız asıl tehlikelerinden biri ağır imparatorluğa dönüşmesi ve diğerlerini yabancılaştırması. Merhametli kralı oynayacağımıza yağmacı olarak ortaya çıkıyoruz. Büyük güç olmanın meşruiyetini yitiriyoruz. Eğer bu gerçekleşirse tüm bahisler kaybedilir, o zaman gerçekten ülkeler savunmaya geçer ve ABD'ye karşı silahlanırlar. Amerika'nın farklı olduğunu ve hegemonyasını süresiz devam ettireceğini söyleyenler nerede yanılıyor? Yanlış belirtilere bakmalarından. ABD ve diğer ülkelerin kişi başına düşen gelir ve askeri kapasitelerini karşılaştırıyorlar. Bunlara bakarsak gerçekten de on yıllarca kimsenin yetişeceği yok gibi görünüyor. Ancak Avrupa artık bir bağımsız ülkeler grubu olmayı aşıp tıpkı 18. yy'da ABD'nin yaptığı gibi birleşiyor. Bu nedenle Avrupa'dan kollektif bir varlık olarak söz edilmeli. Amerikan tahakkümünün sonu, Amerika'nın kendi içinde oluşacak. Amerika'nın iç siyasetinden, imparatorluk hakkında kendi müphemliğinden ve ötekileri yabancılaştıran dik kafalı tek yanlılığından gelecek. Bir çok uluslararası gelişme iç faktörlerden gelecek; demografi, siyaset, politik kültür ve halkçılık gibi. Bunlar birçok siyaset bilimcinin gözden kaçırdığı meseleler.
Irak'a saldırı çöküşü getirecek
11 Eylül sonrasında içerde kalıp savunmamızı güçlendireceğimizi yazdınız, ancak biz başka bir savaş başlatmak üzereyiz. Bu savaş neyi temsil ediyor? Siyasal alan o kadar çarpık ki tek yanlıcı kamp aslında engellenmiyor. Cumhuriyetçi Parti'de üç tane ideolojik kamp var: tek yanlıcı olan neomuhafazakarlar; özünde benim savunduğum türden liberal enternasyonalist olan Baba Bush, Brent Scowcroft ve Henry Kissinger gibi ılımlı merkezciler ve Bush tarafından temsil edilen bu yeni, genç kanat. Bu neo-izolasyonist eğilimli orta kanattır, tarımcı Güney ve dağlık Batı. 20 Ocak'tan 11 Eylül'e kadar merkez kanat kıyıya itilmiş ve neo-muhafazakarlar ile merkez muhafazakarlar tarafından hırpalanıyor. Bu yüzden bir gün Bush kalkıp, 'biz herkesin herşeyi olamayız' derken ertesi gün Rumsfeld veya Wolfowitz Pentagon'da "Biz dünyayı idare edeceğiz" diyor. Sonra 11 Eylül geliyor ve merkez muhafazakarların ayakları kesiliyor. Şimdi neo-muhafazakarlar üzerinde hiçbir kontrol yok. Bu senaryo tüm bu Amerikan devrinin kapanışı sürecini hızlandırabilir mi? Eğer savaş düzgün giderse, Tel Aviv'de kimyasal silahlar patlamazsa manzara değişmeyecek. Herhangi birşey olursa bu neo-muhafazakar görüşü ateşler. Endşelendiğim husus işgal olayı. Irak'ı işgal etmeyi düşünen biri önce bir terapiste görünmeli. Orası dükkan açılacak dünyadaki son yer. Muhtemelen 24-48 satliğine dans ediyor olacaklar ve sonra keskin nişancı konumlarını alacaklar. Burası işin sarpa saracağı, kışlaların havaya uçurulacağı yer. Bunlar gerçekleşirse, yelkenleri suya indirmemize sebep olur. Size göre, ABD'ye meydan okuyan İslam değil, Avrupa AB ne tür bir tehdit? Amerika ile Avrupa arasında askeri bir çatışma olasılığı düşük. Asıl tehdit düzene yönelik. Herkes terörizm ve çevresel tahriplere odaklanıyor. Oyunu Amerikanın idare ettiği bir dünyaya alışmışız. Bir sabah kalktığımızda kontrolün bizde olmadığını görebiliriz. Yakınlarda Güvenlik Konseyi'nde yapılan oylamayı herkes ABD'nin başarısı olarak gördü. ABD içeri girdi ve "Benim konumum bu, kabul edin ya da etmeyin" dedi. İngiltere hariç çoğu "Kabul etmiyoruz" dedi. 50 yıldır yaptıkları gibi ABD'nin değil, Fransa'nın yanında durdular. Bu dünyanın artık nasıl görüneceğinin başlangıcı: büyük güçler beraber hareket etmiyorlar. Buraya gelindiğinde ise baş aktörlerin artık aynı safta durmadığı, Avrupa'nın ABD'yle değil ona karşı konumlandığı bir dünyada diğer tehditler önem ve büyüklük açısından azalacaktır.
ABD kontrolü kaybediyor
Başlıca uluslararası örgütlerin kontrolü ABD'deymiş gibi bir yanılsama var. ABD kontrolü nasıl kaybedebilir? Kontrol belli açılardan elimizden kayıyor. Öncelikle, büyük kurumların bizim arzumuza karşı işlediğini görüyoruz. AB başı çekiyor. "Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden hoşlanmıyor musun? Onu da sensiz yaparız" diyor. Orada olmayışımız Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne çok mu dokunuyor? Evet. Ama aynı zamanda, bu diğer ülkelerin büyük adımlarla biraraya geldiği bir dünyayı inşa ettiği ve bizim orda olmadığımız doğru mu? Evet. Bu ilkinden daha mı önemli? Evet. IMF'de eğer AB tek bir temsilciyle katılırsa artık egemen ülke biz olmayacağız. Artık içeri girip yumruğu masaya indiremeyeceğiz. Euro dolara gerçek bir meydan okumadır. Avrupa'yla çatışmalarda yolumuz nerede ayrılacak? Ortadoğu mu? Büyük ihtimalle bu Avrupa ve Amerika'nın en çok fikir ayrılığına düştüğü konu. Avrupa'da televizyonu açtığınızda Arap-İsrail çatışmasının sunumunu o kadar farklı bulursunuz ki, "Dünyanın neresinden söz ediyor bunlar?" diyorsunuz. En iyi arkadaşımız İngiltere ne olacak? İngilizler aynı anda hem AB'ye sokuluyor hem Amerika'ya köprü olmak olan geleneksel rolünü oynuyor. Bunlar sayılı günler. Bu strateji siyasal uygulanabilirlik açısından daralan bir strateji. İngilizler stratejilerini Fransız-Alman koalisyonunu Fransız-Alman-İngiliz üçlüsüne çevirmeye çabalamak yönünde değiştirecekler. İngiltere AB'nin şoför koltuğuna oturmazsa marjinalize olur. Başka ittifaklar da görecek miyiz? Çin nereye oturuyor? Yakın dönemde baş aktör Avrupa olacak, çünkü nüfuza, nüfusa ve ekonomik ağırlığa sahip. Uluslar ulus-üstü otoriteye yetki kaydırdıkça kollektif bir karakter de almaya başlıyor. Çoğunlukla Çin'in önemi abartılıyor. Ekonomik olarak henüz görece küçük bir ülke. California'nınkinden daha küçük bir ekonomiye sahip. Bundan on yıl sonra Çin nükleer silahları olan bir İtalya haline gelecek. Yüzyılın ikinci çeyreğine girildiğinde, Çin üst sıradaki ülkelerden biri olmaya başlayacak. O zaman Çin üzerinde uzun süre durmak gerekebilir. Fakat en ateşli ve bu on yılda en çok değişikliğe yol açacak ilişki ne olacak diye soracak olursanız, ABD -AB ilişkileri derim.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv Bilişim| Dizi | Röportaj | Karikatür |
|
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |