T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Hürriyet'ten şaşırtan 'Safire' haberi...

31 Aralık tarihli Hürriyet'in iç sayfalarında yer alan küçük haberin başlığı: "Safire, Türk ordusunu yine Irak'a soktu..." Haber şöyle devam ediyor: "Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesi gerektiğini uzun zamandır savunan The New York Times'ın ünlü köşe yazarı William Safire, son yazısında da ilginç bir yöntemle aynı görüşü yineledi.."

Hürriyet'in aktardığına göre, Safire, olası Irak savaşını dört seçenekli bir test haline getirmiş. Seçeneklerden üçüncüsü ("c" şıkkı yani), ki Safire da bunu işaretliyormuş, "Amerikalılar Türk Ordusu'nun geldiğini görene kadar savaşmaya devam eder" şeklinde düzenlenmiş...

Peki, neden "şaşırtıcı" bulduk biz bu haberi? Sunuşu ve hacmi nedeniyle tabii ki... Hürriyet, 11 Eylül sonrasında William Safire Türk Ordusu'nu ne zaman Irak'a soksa (ki bunu âdet bellemişti), onun değerlendirmelerini manşetten verir, "gaza mı geliyoruz acaba?" diye hiç düşünmezdi... Hürriyet'in bu tavrı o günlerde az dile düşmemişti. Mesela kendi yazarı Serdar Turgut, "Hayattaki en büyük amacı Türk Ordusu'nu Kuzey Irak'a sokmak olan ABD'li yazar" dediği Safire'ın gazetesinde manşet muamelesi görmesini birkaç kez tîye almıştı. Umur Talu da Safire için "Hürriyet gazetesi başyazarı" derdi...

İşte şaşkınlığımızın nedeni, gazetenin oralardan buralara gelmesi... O günlerde Hürriyet'in Safire muhabbetine takılanlardan biri de Milliyet gazetesi köşe yazarı Melih Aşık'tı. İsterseniz, Aşık'ın 24 Ekim 2001 tarihli köşesinde yer alan "Baloncu yazar" başlıklı kısa yazıyı da okuyalım... Böylece Hürriyet'in o günlerdeki "Safire" haberlerini de gözden geçirmiş oluruz.

Aşık'ın "Baloncu yazar" başlıklı yazısı şöyleydi:

"Ladin'in 5. bölüğü sınırımıza yerleşti…Beyaz Saray'a en yakın gazeteci açıkladı: Bin Ladin'in El Kayda örgütüne bağlı 400 kişilik bir bölük Kuzey Irak'a yerleşti…"

Bu haber, 25 Eylül 2001 tarihli Hürriyet'in sürmanşetinde yer aldı ve hemen ertesi gün hem Başbakanlık hem Genelkurmay tarafından yalanlandı. Gazeteyi bir günde yalancı çıkaran haberin kaynağı Newyork Times'ın, 'Beyaz Saray'a en yakın yazarı' diye tanıtılan William Safire'di.

Aradan birkaç gün geçti... Bu defa Newsweek'de Irak-Ladin bağlantısı kurmaya yönelik bir haber başgösterdi ve tabii basınımızın birinci sayfalarına taşındı: "Irak'ın Ankara Büyükelçisi Faruk Hicazi'nin, 11 Eylül saldırısının elebaşısı Muhammed Atta ile Prag'da görüştüğü ortaya çıktı."

Görüşme ortaya çıktı(!) ama bu haberin de aslı astarı çıkmadı. Derken, dünkü Hürriyet'in manşeti: "Bütün gözler Büyükelçide… Irak'ın Ankara Büyükelçisi Faruk el Hicazi, 11 Eylül saldırılarına damgasını vuran Bin Ladin ile görüştüğü iddiasıyla dünya basınının odağı haline geldi."

Peki iddianın sahibi mi? Hürriyet'i daha bir ay önce yalancı çıkaran kişi, yani; Newyork Times'ın Beyaz Saray'a en yakın gazetecisi William Safire!

Amerika'da bazı çevreler Irak'a saldırılması için can atıyor. Saddam ile Ladin arasında bağlantı kurulabildiği takdirde saldırı gündeme girecek. William Safire yazdığı yazılarla, (içine yanlış haber de katarak) bir biçimde bu bağlantıyı kurmayı kendine misyon edinmiş görünüyor.

Savaşın Irak'a kaymasının Türkiye'de felakete yol açacağı bu kadar açıkken, kendine duyulan güveni yitirmiş bir yazara ve Irak'la ilgili güdümlü haberlere bu kadar kolay inanmasak iyi olmayacak mı?"

Anlaşılan, Hürriyet de anlamış artık Safire'ın "baloncu" bir yazar olduğunu… O da bu kadar kolay inanmıyor artık yazdıklarına… Biraz geç oldu ama, oldu sonunda… (A.G.)

'Bugün benim yazı günüm / kelimeler büyüyor ağzımda'

"Yılın son günü... Kafamın etrafında demirden bir cendere. Arada bir sıkılıyor. Ve ateşten bir zonklama dalga dalga yükseliyor tepeme doğru...

Üstelik bugün yazı günüm.
Göğsüm dolu. (...)
Derinden, gaipten tuhaf hırıltılar geliyor. Nefesimi tutuyorum.
Çünkü öksürmek bir felaket!
Hatta işkence...
Her öksürükte göğsümden bir parça et korkunç bir acıyla kopuyor.
Başımı bir ateş dalgası sarıyor. Hortlaklar uğursuz giysileri, kukuletaları ve tüyler ürpertici tamtam sesleriyle gözlerimde dans ediyorlar.
Demir cendere yine sıkılıyor.
Yürüğim kökünden kopuyor.
Göğsüm sıkışıyor. Ama o garip parçayı koparmam şart içinden. Sanki o, şiddetli bir öksürükle çıkıp gidince hastalık bitecek.
Uzaktan atları seyrediyorum.
Hava kurşuni, soğuk.
Köyün bacaları tütüyor.(...)
Ben grip miyim? (...)
Üstelik bugün yazı günüm.
Şimdi gazeteye telefon açsam. Yazı Müdürüyle konuşsam. 'Sesimden de anlaşılıyor değil mi?' desem...
Olabilir.
Ama geçen bayram da izin kullanmıştın.
Ya inandırıcı olamazsam...
Kaç vuruş olmuş yazı? Daha iki bin.
Köşeyi doldurur mu? Kısa kalabilir.
Hortlaklar yine o korkunç kukuletalarıyla gözlerimde dansa başlıyorlar
Aman Tanrım, öksürecek miyim?"

Dalga geçiyoruz sanmayın; yukardaki satırlar Milliyet'ten Hasan Cemal'in 31 Aralık tarihli yazısının neredeyse tamamı...

Doğrusu Milliyet gazetesi yönetiminin bu derece gaddar, bu derece merhametsiz ve insafsız olduğunu bilmezdik... Bir köşe yazarına bu derece acı çektirmekten dolayı utanmıyorlar mı? Yazarımız her öksürdüğünde göğsünden "bir parça et korkunç bir acıyla" kopar bir durumda, "Yazı Müdürü" hâlâ "vuruşlar"ı sayıyor... Yazarımız "kukuletalı hortlaklar" tarafından esir alınmış, "Yazı Müdürü" hâlâ görülmemiş bir insafsızlık sergileyerek köşenin dolup dolmayacağının hesabını yapıyor... Aşkolsun doğrusu... Yazarımız "uzaktan atları" seyretmekte, "Yazı Müdürü" hâlâ şüpheci...

Yazmasın efendim! "Yazı günü" olmasına rağmen Hasan Cemal de bugün yazmasa ne olur? Hem okura da eziyet değil mi? Milliyet okurları bu iç parçalayıcı satırları niçin okumak zorunda kalsınlar? Hasan Cemal ancak böyle bir yazı yazabilecek durumdaysa, hiç yazmasın daha iyi canım!

Not: Siz ne düşündünüz bilmiyoruz ama biz bu yazıyı "Türk Basın Tarihi" koleksiyonumuza çoktan koyduk bile! (K.B.)

Biz, birinciliği Habertürk'e veriyoruz...

Milli Güvenlik Kurulu'nun geçtiğimiz cuma günkü toplantısından "Biz de varız" çıkmayınca gazetelerimizin süngüsü biraz düştü; Amerikan "rambo"larının gazetelerin orasına burasına serpiştirilmiş fotoğraflarında belirgin bir azalma var... Gene de bu işin birincisi kim diye sorarsanız, biz birinciliği Habertürk'e veriyoruz...

Bu gazetemiz yılın son gününü manşetten verdiği bir "kâbus senaryosu"yla uğurluyor: "Güneydoğu'da 7.5 milyon kişiyi bekleyen tehlike... KARANTİNA KBUSU... Kıyamet senaryosu açıklandı: Saddam, biyolojik silahla saldıracak. Vurulan yer karantinaya alınacak..."

Habertürk, hafta sonu gelişen "barışçı" havanın üzerinde yarattığı etkiden çabuk kurtulmuş, toparlanmış görünüyor... Bunu, haberle hiç alâkası olmasa da, manşete eşlik eden nişan almış bir Amerikan özel birlik askeri fotoğrafından çıkarıyoruz... Haberin devamında gene etkili büyüklükte bir başka özel birlik askerinin fotoğrafı...

Haberin kendisine de biraz bakalım, çünkü bir defa daha "haberin başlıkla ayrı telden çaldığı" o tanıdık görüntüyle karşı karşıyayız...

Ancak habere geçince anlaşılıyor; meğer neymiş biliyor musunuz? Meğer "İngilizler'in etkili gazetesi The Sunday Times bu bilgiyi Londra için" açıklamış... Peki, "bu bilgi" nasıl Habertürk'te yukarıda üst başlık-başlık-spot kombinasyonunu sunduğumuz (lütfen bundan sonra okuyacaklarınızdan önce onları tekrar okuyun) şekle bürünüvermiş? Gazete, "bağlantı"yı şöyle kuruyor:

"Senaryoya göre (unutmayın, "Londra için açıklanan" senaryoya göre –Kronik Medya) askerler, biyolojik saldırı bölgesini ablukaya alarak halkın kaçmasını engelleyecek. Böylece hastalığın yayılması önlenecek. Irak'ın hedeflerini şarbon ve çiçek gibi bulaşıcı mikroplarla vuracağına ilişkin bu korku, Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. Çünkü, kuzeyden cephe açılırsa Güneydoğu, Saddam'ın en kolay vuracağı hedeflerin başında yer alıyor..."

İşte böyle bir habercilik... Başlık ve spotlarda "Güneydoğu için kıyamet senaryosu"nu açıkladığın izlenimini ver, haberde bunun "Londra için" yazıldığını söyle, yanına silahının namlusu sayfayı enine neredeyse boydan boya kaplayan bir özel birlik askerinin fotoğrafını yerleştir... Ne güzel gazetecilikler bunlar böyle?

Az kalsın unutuyorduk: Vatan'ın birinci sayfasını tasarlayanlara da bir bravo... O namluyu "KÂBUS" sözcüğündeki "B" harfinin alttaki boşluğunun içinden geçirme fikri öyle kolay kolay kimsenin aklına gelmez... Bravo! (A.G.)

Yönetmen, gazetesini okumuyor mu?

  • Böyle güzel oluyor; bir kişinin kendi fikrini önceki söyledikleriyle tekzip etmek, uzun kanıtlama çabalarıyla kıyaslandığında çok daha pratik...Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz, Başbakan Gül'ün yayın yönetmenlerini bilgilendirme toplantısından çıkarken "Milliyet okurlarının bilmediği hiçbir şeyin olmadığı" duygusuna kapılmış. Çünkü gazetesi, Türkiye'nin, muhtemel bir Irak Savaşı'na ilişkin temel politikalarını daha önce doğru bir biçimde yansıtmış okurlarına...

  • Parantez: Hürriyet'ten Fatih Altaylı da "Başbakan Abdullah Gül'ün 'bilgilendime' toplantısı aslında bu köşeyi okuyanların daha önce tarafımdan 'bilgilendirildiği' konularla ilgiliydi" diyor. Anlaşılan Abdullah Gül boşuna düzenlemiş o toplantıyı... Hatta belki, Türkiye'nin politikaları hakkında gazetecilerin kendisini bilgilendireceği bir toplantı düzenleseymiş daha doğru olacakmış!

  • Parantezi kapatıyoruz ve geliyoruz asıl konumuza... Dediğimiz gibi, hiç araya girmeden Mehmet Yılmaz'ın iddiasını dile getirdiği satırları ve gazetesinde konuya ilişkin önceki günlerde yer alan bazı haberleri aktaracağız size. Karşılaştırın, kararınızı verin...

  • Mehmet Yılmaz (31 Aralık): "Hemen söylemeliyim ki, Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni olarak toplantıdan gururla çıktım. Bunun nedeni Gül'ün, Türkiye'nin Irak politikası, bölge ülkeleriyle ilişkiler ve Amerika ile yürütülen temaslarla ilgili olarak söylediklerinin çok önemli bölümünün daha önce Milliyet'te yayımlanmış olmasıydı. Daha açığı, Milliyet okuyucularının 'bilmediği' herhangi bir şey yoktu. Milliyet okuyucuları daha önce başta Fikret Bila'nın yazıları olmak üzere, Serpil Çevikcan, Utku Çakırözer ve Barkın Şık'ın haberlerinden bu konudaki en can alıcı bilgileri edinme olanağını bulmuşlardı…"

  • Milliyet, 24 Aralık, manşet: "BİZ DE VARIZ… Ankara, Türk kamuoyu ve Washington'ın merakla beklediği olası Irak operasyonuyla ilgili kararını verdi. Başbakan Gül, Genelkurmay Başkanı Org. Özkök, Dışişleri Bakanı Yakış ve Başbakanlık Müsteşarı Üçcan'ın katıldığı zirvede, Türkiye operasyonda yer almayı kabul etti. Kritik zirvede Genelkurmay'ın önerileri aynen kabul edildi. İkinci zirveden sonra bir hükümet üyesi sonucu açıkladı: Girip izleyeceğiz…"

  • Milliyet, 25 Aralık, manşet: "BEŞ YIL SÜRER… İlk aşamada sınırdan 60-70 kilometre girmeyi planlayan Türk ordusunun, ABD ile bölgede kalması öngörülüyor…"

  • Milliyet, 25 Aralık: "MERSİN LİMANINDA 'SAVAŞ SESSİZLİĞİ…' Amerika'nın operasyon sırasında kullanmak istediği Mersin Limanı'nda ilginç gelişmeler var. Limanda gemi trafiğine kapatılan 6 rıhtım sessizliğe büründü. Dev vinçler sökülüyor. Limanın bazı bölümlerinde savaş gemilerinin yanaşabilmesi için derinliğin 14-20 metreye çıkartılacağı konuşuluyor…"

  • Milliyet, 26 Aralık: "Hava, deniz tamam, sıra demiryolunda…"

  • Bu kadar yeter sanırız. Aslında tabloyu tamamlamak için bu yazılanlarla, ondan birkaç gün sonar açıklanan MGK kararlarını kıyaslamak lazım ama o kadar yormayalım sizi… Yine de, Başbakan Gül'ün, Milliyet'te ve basında çıkan haberleri hiç de Mehmet Yılmaz'ın algıladığı gibi algılamadığını gösteren şu sözlerini Hürriyet'ten aktarmadan edemeyeceğiz:

  • "GEÇEN HAFTAKİ SAVAŞ HABERLERİ EKONOMİYİ ETKİLEDİ… Geçen hafta bir savaş rüzgârı esti. Bu, Türkiye'nin ekonomik bazı göstergelerini de olumsuz etkiledi. ABD de kesin kararını vermedi. Olayın biz aktif tarafı olmuşuz gibi bir hava çıktı. Böyle bir şey yok."

  • Yazının başlığını atarken biraz abartılı bir tercihte bulunduğumuzu düşünmüştük. Fakat Milliyet'in haberlerini bir daha gözden geçirince fikrimizi değiştirdik. Mehmet Yılmaz, gazetesinin savaş haberlerini hakikaten doğru dürüst okumamış galiba… (A.G.)

    İçiyormuş gibi yapıp içmemek!

    Sabah gazetesi yazarları arasına Prof. Dr. Osman Müftüoğlu da katıldı. Müftüoğlu, "sağlık köşesi" benzeri bir şey hazırlayacak; daha çok da ne yemeli, nelerden uzak durmalı gibi konular...

    Müftüoğlu'nun ilk büyük yazısı "Yılbaşı gecesine dikkat" başlığını taşıyor. Yazı şu satırlarla başlıyor: "Bugün Sabah okuyucularına 'Merhaba' derken ilk günkü yazımın da kuşku-suz 31 Aralık günü ve gecesine uygun olmasını tercih ettim." Yani özetle, "Yılbaşı gecesi alkol nasıl tüketilmeli?" sorusuna verilen cevaplar...

    Yazıda şöyle bir bölüm de var: "Bazen önemli gecelerde alkol almadığınız için eğlenceye katılmadığınız hissi verebilirsiniz. Bunu engellemek için, örneğin geceyi bol su veya soda-limon veya 1 bardak suya ilave edilmiş bir çay kaşığı bal karışımını içerek bitirin. Renkli bir bardakta buz veya limonlu bir sodanın cin, vokta veya tonik gibi görünebileceğini unutmayın."(!)

    Bu ilk yazıdan anlaşılan o ki, doktor okuyucularına sadece sağlık bilgileri vermekle yetinmeyip, onlara "takıyye"nin yollarını da öğretecek! (K.B.)

    2032'de 'şeffaf medya'!

    Vatan'ın bu yılki son sayısından eğlenceli bir köşe: "2032'de yılbaşı nasıl kutlanacak?"

    Tahmin ettiğiniz gibi bir sürü tuhaflıklar sıralanmış. "Yılbaşı sofrasını robotlar kuracak", "lensimizi takıp tatlı rüyalar görebileceğiz" gibi bir sürü yenilik!

    Fakat sıralanan yenilikler içinde bizim dikkatimizi en çok çeken şuydu:

    "Herkes karşısındakinin aklını okuyabilecek / Birbirimizin aklından geçenleri okuyabileceğiz."

    İşte "yenilik" diye buna denir! 2032'de Vatan okumanın ne derece ilginç bir uğraş olacağını tasavvur edebiliyor musunuz? (K.B.)

    Vatan'dan 'münasebetsiz' bir karşılaştırma

    Pek çok konuyu "karşılaştırmalı" olarak ele almak tabii ki daha yararlıdır. Ancak karşılaştırılması düşünülen şeyler arasında karşılaştırılabilecek bir şeyler olacak ki karşılaştırabilelim.... Yoksa ortaya "münasebetsiz" karşılaştırmalar çıkacak demektir ki, bunun da kimseye yararı olmaz... Bu çerçevede mesela Vatan'ın (31 Aralık) yapmaya çalıştığı şu karşılaştırma:

    "Türbanlı protokolden sonra / Bu kez de YAŞ gerilimi"(!)

    Görüyorsunuz; karşılaştırılan şeyler arasında karşılaştırılabilecek ortak bir şey var mı? Nitekim gazete de, başlığı attıktan sonra bu "münasebetsizliğin" farkına varmış olacak ki, bu başlık altına yerleştirdiği epeyce uzun haberinde kendi başlığına bir kere bile geri dönmemiş. (K.B.)


  • 2 Ocak 2003
    Perşembe
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED