|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
2.Dıııt, dıııt, dıııt... 3.Dıııııııt, dıııııııt...
Devlet Bakanı Beşir Atalay'a
3 Ocak 2003 Cuma sabahı saat 8.30'dan 9'a kadar bu sesleri, özellikle son ikisini dinlemek zorunda kaldım. (Benden önce de belki beş dakika, kızım aynı sesleri dinlemiş ve "Baba, biraz da sen dener misin?" demişti. Gençler pek sabırsız canım!) Bana öyle geldi ki, yarım saat, bir saat, bir buçuk saat daha uğraşsam da, farklı bir sese, "Aloo, buyrun! Size nasıl yardımcı olabilirim?" diyen bir insan sesine ulaşamayacağım. Aradığımız telefon numaraları, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonuna bağlı Başbakanlık Burs Merkezi'nin numaralarıydı. Üç numarayı bazen sırayla art arda, bazen aynı numarayı yeniden yeniden arıyordum ve hepsinde de ya meşgul sesi alıyordum ya da telefon üç, beş, yedi, sekiz, dokuz kez çaldığı halde açan olmuyordu. Az önce, herhalde konuşma yapıldığı için meşgul çalan telefonun şimdi uzun uzun çaldığı halde bir türlü açılmaması, çok tuhaf ve ilginçti. Durum böyle olunca insan ister istemez, o telefonların bulunduğu odaya ilişkin hayâller üretiyor. Birinci telefona bakan Neriman Hanım, kahvaltı etmeden işe gelmiş. Elinde simit ya da poaça, –belki peynir de var– bir an önce çayının gelmesini bekliyor. Zaten sinirli. Bir de telefonun sürekli çalması çok rahatsız ediyor onu. Ahizeyi kaldırıyor ama yanıt vermek için değil, zırıltıdan kurtulmak için... ve masaya bırakıveriyor. "Alooo, aloo!" diye bağıran sesi dinleyecekse, sağır masa dinlesin! Yandaki telefona bakması gereken Ali Bey, henüz teşrif etmemiş. İşe geç kalmak, beyefendinin alışkanlığıdır! Onun telefonu da çalıyor habire. Neriman Hanım, kendi telefonunu kapatıp Ali Bey'in telefonunu kaldırıyor. Elbette, konuşmak için değil, masanın üzerine bırakmak için. Karnını doyurmadan değilse de, çayını içmeden hiçbir işle uğraşamaz. Anlayışsız, hattâ küfürbaz üniversite öğrencilerine ya da işitme ve anlama özürlü annelerine babalarına lâf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan bile zor! Üçüncü telefon Ayça'nın masasında. Ayça, uzun uzun nişanlısıyla konuşuyor. Evlilik planları yapıyorlar da. Vesaire vesaire... Benim telefon başındaki çabalarımdan sonuç alamayışım, kızımı az çok memnun etmişe benziyor. Çünkü, ona bir önceki gün sabah erkenden telefon açmasını, görüşmesini söylemiştim. O da ancak öğleden sonra üç beş kez denemiş, konuşamayacağını anlayınca bırakıvermiş. Şimdi, sabahın bu saatinde de Burs Merkezi'nden bir "görevli"ye ulaşamayışımız, onun dünkü başarısızlığını hafifleten, hattâ başarısızlık olmaktan çıkaran hârika bir deneyim olmaktaydı. Yarım saatten sonra ben de pes ettim. En iyisi, derdimizi "yazılı" olarak anlatmaktı. Derdimiz ne miydi? Geçen yıl üniversiteye başlayan kızım, ağabeyinden daha şanslı çıkmış, Başbakanlık bursunu kazanmış, istenen belgeleri de merkeze yollamıştı. Fakat, –kimbilir neden– okuluna gönderilen burslular listesinde adı çıkmamıştı. Bu yanlışlığın düzeltilmesi için Ankara'daki kimi tanıdıklarımız aracılığıyla girişimde bulunmuş, gecikerek de olsa, burs almasını sağlamıştık. (Bu işler de telefonla yapılmıştı!) Bu öğretim yılında başbakanlık burslarının 30 Aralık'ta öğrencilerin hesaplarına yatırıldığını öğrenen kızım, hesabında para olmadığını görünce, okuluna gidip sormuş, kendilerine gönderilen listede adının bulunmadığını, yapabilecekleri bir şey olmadığını söylemişler. O da, sınıfını geçtiğini de gösteren bir öğrenci belgesi almış, bir dilekçeyle Başbakanlık Burs Merkezi'nin adresine postalamış. "Normal" ya da "âdî" postayla... Şimdi, dilekçesinin APS ile veya "iadeli taahhütlü" gönderilmediği için çöpe atılabileceğinden ya da işleme alınmayacağından korkuyor. Bense, telefon başında geçirdiğim yarım saatle ilgili hayâllerimin isabetli olup olmadığını merak ediyorum. Bir de, devletin telefonundan "dııt, dııt, dııt", "dıııt, dıııt, dıııt", "dıııııııt, dıııııııt" sesinden başka ses alabilenlere imreniyorum elbette.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |