T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Erkan Mumcu'nun işi çok zor (2)

"İdeokrasi", klasik yönetim biçimleri sınıflamalarında yer almayan bir kavram. "Demokrasi", "aristokrasi", "otokrasi" gibi yönetim biçimleri hemen herkes tarafından bilinmesine rağmen, "ideokrasi", hakkında daha konuşulmamış bir yönetim biçimidir. Bu nispeten çok yeni kavram, görüldüğü gibi "ideoloji"nin "yönetimi"nden söz etmektedir. "Nasıl olur, diğerleri Bir'den Çoğunluk'a doğru birilerinin yönetiminden söz ettiği için pek güzel anlaşılırken, 'ideoloji'nin yönetimi de nereden çıktı?" demeyin, basbayağı mümkün... Tabii ki herşeyden önce şunu unutmamamız gerekir: Eğer bir ülkede "ideokrasi"den söz edilebiliyorsa, orada "demokrasi" henüz ufukta görülmemiştir. Demokrasinin henüz ufukta görülmemesi, söz konusu ülkede "demokratik" hiçbir düzenlemenin veya uygulamanın olmadığı anlamına gelmez tabii ki. Mesela "çok partili hayat" olabilir, bir "hukuk devleti"nin gerektirdiği kurumlar bulunabilir, ülkedeki basın, bilim-sanat hayatı vs. göreli de olsa özgür olarak yürüyebilir. Ancak bütün bu olumlu düzenlemelerin yanında, onlara eşlik eden, onlara bir bakıma anlam kazandırma iddiasıyla her yeri kaplayan bir "ideoloji"nin varlığı da her zaman hissedilir. Yani ortada epeyce olumlu şeyler olmasına rağmen, hemen herkesi saran bir "tatminsizlik" duygusu da eksik değildir. Toplumda bir demokrasinin gereği olan kurumlar sanki kendi kendilerine yetmiyorlarmış, var olabilmeleri için "dışarıdan" mutlaka bir "şey"in onlara "can" üflemesi gerekiyormuş gibi bir ruh hali hakımdır. "İdeokrasi"de hemen her şey (yiyecek içecekten söz etmiyoruz tabii ki!) öne çıkan o "ideoloji"nin zorunlu dolayımıyla anlam kazandığı için, ülke "otoriter" ve "totaliter" sistemler arasında gidip gelir; ya da hiç değilse bu sistemlerin kokusu sık sık hissedilir.

Hadi bir de örnek verelim ki derdimiz daha iyi anlaşılsın: Mesela on yıl öncesinin "sosyalist ülkeler"i aynı zamanda birer "ideokrasi"ydi. Bu ülkelerde –hele de çözülmeye başlamadanki dönemlerinde- adına "marksizm/leninizm" denilen ideoloji öyle bir rol ve işleve sahipti ki, "şeyler" ancak onun dokunmasıyla hayat ve anlam kazanıyordu.. Bu "şeyler" hemen hemen "herşey"di. "Hukuk" da öyleydi, "sanat", "etik", "eğitim-öğretim" ve hatta "ekonomi" de... Bütün bu "herşey" ancak o ideolojiye atıfta bulunduğu ölçüde gerçek ve meşruydu. Ancak gördüğünüz gibi, biz bu örnekle "ideokrasi"nin "totaliter" biçimini hatırlatıyoruz, yani yanlış anlaşılmasın... Ama görüyorsunuz ne sıkıcı bir hayat! Herhangi bir şeyin "gerçeklik" ve "meşruiyet" kazanabilmesi için illâ ki "o ideoloji"ye atıfta bulunulacak!

Radikal İki'nin son sayısında Ahmet İnsel'in YÖK'ü gözden geçirdiği yazısında şöyle önemli bir bölüm var: "Ama bütünü içinde değerlendirildiğinde, YÖK, eski SSCB'nin yükseköğretim düzenine benzer bir düzeni Türkiye'de ayakta tutmaya yarıyor. Burada söz konusu olan benzerlik, ideolojik içerik benzerliği değil, yapı ve konum benzerliği." Doğrusu çok yerinde, çok haklı bir tespit bu. İki sistem arasında bir "benzerlik" olduğu bana göre de apaçık; "ideolojik içerik benzerliği" değil tabii ki, biz "marksizm-leninizm"i hiçbir zaman "resmi ideoloji" haline getirmedik ki!

Peki buraya kadar "ideokrasi" hakkında söylediklerimin Türkiye'nin eğitim-öğretim sistemi ve sorunlarıyla ne ilgisi var? Hiç olmaz olur mu? Ancak bu ilişkiyi kurmadan önce Radikal'den (bu kez 6 Ocak tarihli sayı) kısa bir alıntı daha yapmak istiyorum. Neşe Düzel bu hafta Başkent Üniversitesi'nden Menderes Çınar ile konuşmuş. Konu önemli; AKP niçin iktidar olamıyor? Röportajın bir yerinde Çınar şöyle diyor: "Türkiye'de hükümet olmak, iktidara sahip olmak anlamına gelmiyor. Cumhuriyet tarihine baktığımızda, 'Laiklik, Kürt meselesi, ulusal kimlik, Türk kimliği, vatandaşlık kimliği, Kıbrıs meselesi ve dış politika' gibi toplumun ortak değerlerini ve çıkarlarını belirleyen temel konular hep siyaset üstü ve siyaset dışıdır. Hangi siyasetçi bugüne kadar bu alanlarda reform yapabildi ki? Bu alanlar, kendilerine 'devlet seçkinleri' veya 'muktedirler' denilen gruplar tarafından belirleniyor. Bu ülkede sivil siyaset alanı çok kısıtlı."

Çınar'ın bu görüşlerine de katılıyorum. Ama Çınar'ın bir "alan"ı unuttuğunu da belirterek. Bu "alan", ülkenin "eğitim-öğretim" sistemi, yani "Okul"udur... Dolayısıyla, Çınar'ın "Hangi siyasetçi bugüne kadar bu alanlarda reform yapabildi ki?" şeklindeki haklı sorusuna cevap ararken, Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu'nun önündeki engelleri de hatırlayalım....

Ülkemizin "eğitim-öğretim" sistemini gözden geçirmeye yarın da devam edelim.


7 Ocak 2003
Salı
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED