T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bazı okur mektuplarına gecikmiş cevaplar

Bazı okur mektuplarına cevap vermiyorum, veremiyorum; zira herşeyden evvel ne demek istediklerine mânâ vermekte ziyadesiyle müşkilat çekiyorum. Sanırım bu kısma dahil olan bazı okurlar da benim cevabımı beklemiyor ve dahî önemsemiyor olmalılar ki anladıklarından emin olarak yaradana sığınıp ağızlarına geleni söylüyorlar.

Genel okurla ilgili bu tür anlama sorunlarını sütunuma hiç taşımadım. Ciddiye alınabilecek keyfiyette olanları ise elimden geldiğince ve pek tabii ki vakit müsait oldukça özel olarak cevaplamaya gayret ettim. Okur, okuyorsa, kendince okumaya değer buluyor ve üşenmeden kanaat ve eleştirilerini yazıyorsa, edeben cevap vermek; hiç değilse eleştirilere sükûtla mukabele etmek gerekiyor.

Zaman zaman eleştiri yazıları kaleme aldığımdan, bilhassa çeviri sorunlarıyla ilgili güya temsil gücü yüksek misaller seçmeye çalışarak fikir ve kültür hayatımızın hal-i pürmelaline mümkün olduğu kadar dikkat çekmeye gayret ettiğimden mektupların bir kısmı bizzat mütercimlerden gelirken, bir kısmı da ya mütercim ehibbasından ya da "Elâlemin yanlışını bulup ikide bir ne önümüze getiriyorsun? Hata yapmışlarsa ne olmuş yani? Kıyamet mi kopmuş? Çok biliyorsan kendin bir şeyler çevir de görelim" diyen ilim ve fikir ehlinden geliyor. Oysa ben kim, çevirmek kim? Çevirmek benim ne haddime? Ben sadece eleştiririm; zira benim takatim sadece eleştiriye yetiyor! Tolstoy mu, Kuzey Kore Savcısı Willy Brandt mı, Durand mı ne biri demiş ya "Ayinesi laftır kişinin, işine bakılmaz" diye, işte böyle! (Galiba tam böyle değildi ya, her neyse!)

Anlayacağınız, mütercimlerden gelen cevapları cevap haklarına riayeten yayımlıyorum. Ehibbaya da bazen hususen cevap veriyorum. Onlar da "Hah şöyle yola gel de mütercim taifesinin yetim-i munkatı olmadıkları anlaşılsın" diyorlar. Bütün bu hengâmede ilim ve fikir ehlinin yakınmalarını, hatta suçlamalarını ise anlamaya çalışmaktan bir türlü kendilerine cevap yazmaya sıra gelmiyor. Ne de olsa ben kendi halinde bir yazarım; çünkü hep yazarım. Birileri e-mail yoluyla da olsa karşıma çıkıp sert sözler söyleyince, hele hele bu denli kuvvetli ve dahî kudretli muhakeme gösterilerinde bulununca ne yapacağımı şaşırıyor, öylece sinip kalıyorum. Cevap versem cehaletim ortaya çıkacak, sussam ayıp olacak… Ben böyle iki arada bir derede sallanıp dururken Allahtan yıllar geçip gidiyor da iyice yaşlandığımı düşünüp peşimi bırakırlar ümidiyle teselli buluyorum.

Abarttığımı düşünmeyesiniz diye, geçen aya ait e-maillerin arasından seçtiğim iki tanesini manzur-ı âlilerine arzetmek istiyorum:

İlki Burak Bayramlı adlı okurdan:

— "Efendim, bu kadar güvenilmez çeviri var ise, niye siz bir felsefe kitabı yazmıyorsunuz ki Türk okuyucuları kendi dillerinden bir eser okusunlar? Biz bilimde üstümüze düşeni yapmaya uğraşıyoruz."

İnanın bana bu tür sualler karşısında ne diyeceğimi, nasıl cevap vereceğimi şaşırıyorum. Sen misin oturduğun yerden bir-iki tane çeviri hatası bulup canım filozoflara çamur atan, al cevabını da otur oturduğun yerde! (Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de böyle yapıp oturuyorum oturduğum yerde!)

İkincisi Kürşat Atalar adlı okurdan:

— "18.01.2003 tarihli Yeni Şafak'taki "doğru dürüst güvenilir bir Kur'an çevirisine bile sahip olmadığımız düşünülecek olursa" cümlenizden şu anlam çıkmaz mı:

1. "Ben doğru dürüst güvenilir bir meal yaptım." Eğer iddia buysa, bu meal nerede?

2. Eğer iddia bu değil de, "Türkçe'deki 'bütün' meallerin hataları var ve ben bunları tespit ettim" ise, "hatasız" meal olur mu?

3. Eğer hatasız meal olmazsa, neden böylesi bir kanaat serdediyorsunuz?"

Bu sualler karşısında ilk kez doğru birşey yaptım ve oturduğum yerden kalktım. Bu denli dikkatli okurlar karşısında insan biraz da kendine dikkat etmeli, lafını ölçüp tartmalı ve öyle yazmalı. Bakınız bir söz insanın başına ne gaileler açıyor?

İlk suale cevaben ve kendimi müdafaa sadedinde şöyle diyebilirim: "Efendim, aslında ben bir zamanlar bir meal yapmıştım galiba ama şimdi nerede olduğunu bulamıyorum."

Cesaretim gelmişken ikinci suale de cevap vermeyi deneyeyim: "Rica ederim, Türkçe'deki bütün meallerin hatalarını tespit etmeye, değil benim gibi bir beşerin, beşeriyetin dahî ömrü yetmez!"

Bu denli güçlü mantık silsilesinin üçüncüsüne cevap vermek kabil mi? Ben de bir daha böylesi bir kanaat serdetmeyeceğimi söylerim olur biter! (Bütün bunlardan sonra demem o ki: "İnsan hatalarından ders almalı/Ben de bir insanım/O halde ben de hatalarımdan ders almalıyım.")

Artık latifeyi bırakıp çok önceleri aktardığım bir sözü tekrarlayarak yazıma son vereyim:

— "Benim yazılarım yavaş okunmak içindir!"


9 Şubat 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED