T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dünya politikasındaki tehlikeli gelişmeler...

Savaş belki her geçen gün biraz daha yaklaşıyor. Ancak yine de ABD'nin işi düne oranla daha zor. Meşruiyeti düne oranla son sınırlı. Savaş karşıtı dalga, farklı gerekçeler ve amaçlarla da olsa güçlü Avrupa devletlerini içine kattı. Kamuoyu düzeyinde ise tarihte nadir görülen global bir tepki veriliyor bu savaşa.

İnsani değerlere sahip çıkmayı asli değer bilen zihinler, meşru müdafaa dışında hiçbir savaşa onay vermez, savaşı kabul edemez. Ancak önümüzdeki savaş hiç mi hiç kabul edilemez.

Şu anda insanlığın karşısında, edindiği değerleri, ürettiği kurumları yerle bir etmeye hazırlanan, şimdiden eden, nihai olarak askeri bir imparatorluk kurmaya heveslenen ve imparatorluk refleksinin icap ettirdiklerini şiddet diliyle fütursuzca yapan bir ABD sorunu var... Elindeki mekanizma ve gücü bir "eşkıya devlet" düzenine dönüştüren ABD yönetimi meselesi var...

Gün geçtikçe, ABD uluslararası meşruiyet açısından istediği gibi yol almakta zorlandıkça, amaçlarını daha çok belli ediyor. Vasal olmayı kabul etmeyen her ülke, güçlü olsun güçsüz olsun itham ve tehditlerle karşı karşıya kalıyor. Ve daha şimdiden bundan bir iki yol öncesine kadar dünya düzeninin iyi ya da kötü düzenleyici araçları kabul edilen kurumlar, yapılar yerle bir oluyor.

Bunların başında NATO var. Ardından Avrupa Birliği ve BM geliyor.

ABD bu yapılara yönelik tutumuyla ve çıkarları gereğince bir tür "kurumlaşmış vandalizm"le "köhne bir Roma İmparatorluğu refleksi" arasında gidip geliyor.

Olanlar ortada...

Bush yönetimi NATO'nun tek efendisi olmak istiyor, diğer 18 üye ülkeyi silah ve asker deposu olarak kabul ediyor. Nitekim Bush, Türkiye'nin NATO antlaşmasının 4. maddesinden yararlanmasını talep ederken aslında Türkiye'nin savunmasından çok, NATO'nun tüm üyelerinin daha savaştan önce ABD saflarında yer almasını hedefliyordu. Bu talebi reddedildiği andan, yani NATO'nun mutlak efendisi olmaktan uzaklaştığı andan itibaren ise gerekirse NATO'nun işlevinin sıfırlanacağını vurgulayan açıklamalarla ortaya çıktı.

Malum; ABD'nin NATO'ya ilişkin "iyice Amerikanlaştırma" hesapları yeni değil. Washington bir süredir Avrupa'daki askerlerini azaltmayı öngörüyor, buna karşılık tüm NATO ülkelerinde ABD ordusu birliklerini konuşlandırarak, bir "birlikler zinciri" oluşturmayı ve NATO'yu bu çerçevede işlevselleştirmeyi hesaplıyordu. Irak savaşı ABD'nin bu planlarının arkasında ana hedefi (dünya sathında tek egemenlik hedefini) açıkça ortaya koydu, koyduğu andan itibaren dirençle karşılaştı, direnç ise NATO'nun şimdiden belini büküyor.

Durum AB ve BM için de farklı değil.

Daha şimdiden ABD'nin baskısı ve yeni stratejisi sonucu AB ülkelerinin ikiye bölünmesi, bir topluluk modeli olarak geleceği ortak stratejilere ve dış politikaya bağlı AB'yi derinden sarstı ve geleceğini tehlikeye attı.

Aynı şekilde ABD, BM'yi de, Güvenlik Konseyi Irak saldırısını meşrulaştırmadığı andan itibaren iki yönlü baltalamak niyetinde. İlki BM'nin vereceği karara rağmen Irak'a saldırmak ve bu kurumu önemsizleştirmek, ikincisi kendi bilgi ve karar mekanizmalarını BM'nin önüne geçirmek.

ABD yönetiminin bu konudaki niyeti idarecilerinin BM'nin varlığını tehdit eden beyanatlarıyla açık. Kaldı ki, Washington'un kendi çıkarları doğrultusunda BM'nin yapısıyla oynama eğilimi de var: Güvenlik Konseyi'nin beş daimi ülkesinden biri olan Fransa yerine AB temsilciliğinin geçmesi için girişimlerde bulunuyor.

Nitekim bir süre önce toplanan NATO Güvenlik Konseyi'nde ana tartışmalar boşu boşuna AB'nin, BM'nin ve NATO'nun geleceği üzerine olmadı.

Bu durumda Almanya ve Fransa'nın savaş karşıtı tavırlarının arkasında yatan bu durum da iyice açık hale geliyor. ABD'nin hemen tüm müttefiklerini birer vasal haline çevirerek kurmak isteği yeni hegemonya bu ülkeler çıkarları açısından kabul edilemez ilan ediliyor.

Aslında sonuç ortada:

ABD yeni savunma konseptine uymayan, yeni hegemonya arayışla uyumlu olmayan tüm kurum ve yapıları ortadan kaldırmak, bozmak, değiştirmek politikası izliyor.

Bu uluslararası hukukun ve kurumların devreden çıkması, dünya düzeninin eşkıyalaşması anlamına gelir. Ve bunun tek sorumlusu ABD'nin savaşçı tavrıdır, hegemonya arayışıdır.

Evet, dünya yeni bir diktatörle tanışırken, Türkiye nerede duruyor?

Gelişmeler, Erdoğan'ın çıkışıyla benimsenen üslup değişikliğinin ne denli amatörce ve zamansız olduğunu ortaya koyuyor. Şu anda ise ortada yeni oluşmakta olan dengeleri izleyen ve yaptığı çıkıştan çarketmeye çalışan bir Ankara var.

Yarın o Ankara'yı ele alacağız...



18 Şubat 2003
Salı
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED