|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dikkat, herkes uyansın! Büyük ve içinden çıkılması zor bir kâbusa uyanmak istemeyen herkes, henüz vakit varken uyansın. Bilirsiniz; George Orwell'ın 1984'ünü ve Hayvan Çiftliği'ni, Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sını okuyanlar, ütopyaların nasıl gerçek olduğuna dair güçlü bir sezişe sahiptirler. Bu sezgilerinin bilgilere dönüşmesi düşüncesine bile tahammül edemeyenler, işte yine sarsıcı bir anti-ütopyayla karşı karşıya. Romanın adı Uykusuzlar. Yazarı, meslekî bir unvanı isim olarak kullanan DR. Uykusuzlar yazarın Vadi Yayınları'ndan çıkan ikinci romanı. Dr, Ashab-ı Kehf'in hikayesini 2100'lü yıllarda uyandırarak anlattığı ilk romanı "Yedi Uyuyanlar"dan sonra "Uykusuzlar"da da yine sarsıcı, kâbus gibi ama güçlü bir anti-ütopya kuruyor. "Bu sessiz bir çığlık, adı konulmamış bir manifesto" diyen yazar, okurunu 21. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan bir "kâbus"a uyandırıyor. Ve içimizden, hayli derinlerden gelen bu sese kulak vermemizi öneriyor.
FADİME ÖZKAN
Bunun temelinde şunun olduğuna inanıyorum. İyiyi kötüden ayırt edebilmek, insanın doğasında var olan bir özellik. İnsanları istediğin kadar uyuştur, istediğin kadar var olan durumun kendileri için mümkün olanın en iyisi olduğunu söyle ve bunun için mevcut propaganda araçlarının tümünü birden kullan, sonuçta insanoğlu el yordamıyla da olsa mutlu olmadığını, yaşantısında bir şeylerin yanlış olduğunu hissedebiliyor. Bugünün insanı da bir şekilde yalnızca etine hitap eden, ruhunu doyurmaya hiç niyetli olmayan ve ona uyanıklık yerine afyonun her türlüsünü gümüş kâselerde sunan bu sistemin bir şekilde, doğru sistem olmadığını, etrafındaki çemberin, dahası boynundaki yağlı ilmeğin giderek daraldığını hissedebiliyor. İşte bu yüzden kimse 'yazar amma da uçmuş' diyemiyor. Bunların uğursuz birer kehanet değil, kendi kaçınılmaz gelecekleri olduğunu bilinç düzeyinde olmasa da bilinç altıyla hissedebiliyor insanlar. Resmi doktrin ne söylerse söylesin. Uykusuzlar'da, içinde bulunduğumuz ve değişmez/değiştirilemez gibi algıladığımız sosyal-siyasi-iktisadi-insani durumların değiştiğini, yerle bir olduğunu görüyoruz. İdeolojiler tükenmiş, dinler kaybolmuş ya da az sayıda hatırlayanının bulunduğu efsaneler halini almış. Değişmeyen bir tek şey var orada: Egemen sınıflar ve onların dünyayı tanzim edişindeki bencil tavır. Sınıflar arası mücadelenin tükendiği, egemenler lehine sonlandığı bir noktada başlayıp bitiyor Uykusuzlar. Sizce zaman bu noktaya doğru mu akıyor? İnsanlar yazdıklarımın sadece bir hayal ürünü olduğuna kendilerini bir inandırabilsiler zaten ortada bir sorun kalmayacak. Bunun bir kurgu, bir hayal yaratısı olmadığını onlara içlerindeki o en derin 'ben' fısıldıyor. Bu öyle bir 'ben'ki ne yapsanız ikna edemez ve ne yapsanız uykuya yatıramazsınız. Yazdıklarımın tümü gerçek. Bu, en az beş yüz yıllık bir geçmişi olan bir plan. İnsanın mutlak yenilgisiyle sonuçlanacak kirli ve karanlık bir plandan bahsediyorum. Yani teker teker şu ya da bu insan, falanca veya filanca halk, millet, ümmet değil kaybedecek olan. İnsanlık ülküsü topyekün iflasa sürükleniyor. Yani insanı insan yapan ne varsa, aşk gibi, sevgi, kardeşlik paylaşmak gibi... bunların tümü birden kaybediyor. Ve dolayısıyla insanı var eden külli akıl... Bu bir bakıma -elbette ki soyut anlamda- Tanrı'nın kaybetmesi anlamına geliyor. Oynanan oyun bu; başarılı olabilecekler mi diye sorarsanız: elbette ki hayır. Bunun aksine inansam, zaten bu satırları kaleme almazdım. Cenneti yeryüzüne indiren ve böylece ideolojilerin ve dinlerin vaadlerini boşa çıkartan imajinatörler, somut ve pratik araçlar. İnsanlar bugün çok daha karmaşık ve dolayımlı yollarla 'uyutuluyor'. Sizse romanınızla bize kâbus gibi bir resim gösterip dürtüklüyor ve 'uyanın' diyorsunuz. Bugünün insanı uyanık kalmayı nasıl başaracak? Elbette akıllı insanların çabalarıyla olmayacak bunlar. Benim gibi çılgınların yazdıklarından uykusu kaçıp, tekrar uyumak yerine kanatıcı bir uykusuzluğu ve nefis muhasebesini seçecek insanların sayıları gün geçtikçe artacak. İnsanlar ölüme uykularında yakalanmamanın korkusuyla kardelen çiçekleri gibi birer ikişer açacaklar paslı gözlerini. Elbette ki ışık acıtacak o güzelim göz bebeklerini, ama ne yapalım, başka çaresi yok. Uyanmanın ve uyanık kalmanın sağlanması için aydınlar üzerine düşeni yapıyor mu sizce? Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir aydın tipolojisi pek gelişmemiş bu ülkede. Kendi değerlerine yabancı, derisinin renginden utanan bir avuç insan, ve ne hikmetse onların sözlerine körü körüne biat eden bir güruh var karşımızda. Şunu kesin olarak kabul etmemiz gerekir ki, aynı güneşin ışığında yıkanıyor olsak da biz farklı bir uygarlığın insanlarıyız. Önce kendimizi tanımamız, kendi bedenimizi keşfetmemiz gerekli. Kimsenin kimseden üstün olduğunu iddia etmiyorum, sadece evrimlerimizi farklı doğrultularda gerçekleştirmiş canlılarız. Bunu anlayan, bunu anlatabilen kaç aydın var bu coğrafyada? Roman kahramanlarınızdan birine umudun Doğu'dan yükseleceğini söyletiyorsunuz. Umut sizce nereden doğacak?
Az önce kastettiğim olay da buydu zaten. Biz Doğu yarım kürenin insanlarıyız. İnsanlığın ortak mirasına katabileceğimiz şeylerin bir kovboy kültüründen çok daha fazla olduğuna inanıyorum. Orası güneşin battığı yer ve sözün ülkesi; oysa burası güneşin doğduğu yer ve sükutun ülkesi. Ne zaman ki bizim suskun ve mütevazı insanlarımız dillenecek, o zaman güneş bütün insanlığın üzerine bir daha batmamacasına yükselecek.
|
|
|
|
|
|
|
|