|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türklerin Müslüman oluşundan sonra, Türkçenin sert ünsüzlerinin yumuşamaya başladığını biliyoruz. Yüzyıllar içinde gerçekleşen bu yumuşama öylesine yerleşmiştir ki, Göktürk'ün aslında Köktürk olduğunu çoğumuz bilmeyiz. Bugün "dil" dediğimiz sözcüğün eskiden "til" olduğunu, şimdi bizi "güldüren" şeylerin, örneğin Oğuz Kağan'ı "kültür"düğünü ancak işin uzmanları bilir. Kuşkusuz, bu değişim yaşanırken, Türkçe bütün sert ünsüzlerini yumuşatmış ve yitirmiş değildir. Onlar da varlıklarını sürdürmüş, hattâ başka dillerden dilimize giren kimi sözcüklerin yumuşak ünsüzlerini sertleştirdiğimiz olmuştur. Arapçadan dilimize giren "ğâ'ib" kelimesinin önce halk ağzında, sonra yazı dilinde "kayıp" biçimine girişi, bu hususta dikkat çekici örneklerden biridir. Aynı dilden gelen "ğılâf"ın "kılıf" oluşu, Farsça'nın "gavga"sının "kavga"ya dönüşmesi de benzer örneklerdendir. Türkçede kelime başında yumuşak g dediğimiz "ğ" sesinin bulunmayışı bu değişimi açıklamak için yeterli değildir. Çünkü gayın sesiyle başlayan birçok sözcüğü "g" ile başlatarak söyleyip yazıyoruz: gayret, gaye, gusül, ganimet, gaza, gazi, gayrı, garip, garp, vb. Gayın harfiyle yazılan "ğ" sesini "g"ye dönüştürmemiz, kelime başıyla sınırlı kalmamış, kelime içinde de bu değişimin yapıldığı olmuştur. Örneğin "lüğat"e "lügat" demişizdir. Ama "mağlûp, mağrur" gibi kelimelerde o sesi korumayı yeğlemişizdir. Cumhuriyet yıllarında, özellikle yazı devriminden sonra, dilimizde yeniden sertliğe dönüş eğilimi başlamış; "ünsüz benzeşmesi" adı verilen kural, sert ünsüzlerden sonra gelen ve sertleşebilir nitelikteki yumuşak ünlü ile başlayan eklerin sertleştirilmesini öngörmüştür. Böylece şaşgın ya da bitgin olmamız engellenmiş, şaşkın ve bitkin düşmemiz istenmiştir. "Geçdi aylar, geçdi yıllar" diyen şarkıcı "eski" bulunmuş, "geçti aylar, geçti yıllar" demesi istenmiştir. Türkçe kelimeler içinde yürümesi gereken bu kuralın birtakım Arap asıllı kelimelerin bünyesi içinde de yürütülmesi ne zaman, nasıl oldu, bilmiyorum ama birçok kelimede bu işlemin yapılmış olduğunu görüyorum. "Nispet" adında, "nispî" sıfatında karşımıza çıkan sertlik, bu kelimelerin "münâsebet" ile münasebetini görmeyi zorlaştırmaz mı? "Tespit", "ispat" ve "müspet" kelimelerindeki sertlik, bu kelimelerin "sebat, sâbit, sübut" ile akrabalığını unutturmaz mı? "Mikdar"ın "miktar"a dönüşmesi, kelimenin "kadir" ve "takdir" ile bağını koparmış değil midir? TDK, bir zamanlar, "sohbet"i "sohpet"e çevi-rerek, sözcüğün "sahabe" ve "musahabe" ile ilişkisini; "abdest"i "aptes" yaparak da su ve elle temasını koparmıştı. Bu iki sözcükteki sertlik giderildi; yeniden "sohbet"e kavuştuk, "abdest" alabilir olduk. Gereksiz sertliğe maruz bırakılmış öteki sözcükleri de aslî yumuşaklıklarına döndürebilsek iyi olmaz mı? Sertliğin rahatsız edici olduğu başka bir durum da, sözcük sonunda bulunan sert ünsüzlerin yumuşatılmasının birçok durumda yazıda göste-rilmemesi, söyleyişe bırakılmasıdır. "Kitap okuyorum." cümlesini okuyan ya da söyleyen birinin bu cümleyi "Ki-ta-bo-ku-yo-rum." diye seslendirmesi gerekirken, birçok kimse, bunu "Ki-ta-po-ku-yo-rum" biçiminde söylüyor. Şunu veya bunu "ta-le-pe-den" kimselere rastlayabiliyoruz; oysa "ta-le-bet-me"leri gerekir. Geçenlerde Murat Belge Türk'e "Kürd'ü" değil, "Kürt'ü" anlatmaya kalktı. Perihan Mağden, "adedi" yerine "adeti" yazabildi. Yıllardır "Tecrite hayır!" diye haykıranlara hiç kimse "Tecride hayır!" demeleri gerektiğini öğretemedi. Hem bu ünsüz benzeşmesi kuralı çevresindeki yanlışlar, hem de yumuşama gerektiren sözcüklerin imlâsı üzerinde düşünmek ve gerekli düzenlemeleri yapmak, bana her gün biraz daha âciliyet kesb eden bir mesele gibi görünüyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |