AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y E M E K
Türk mutfağında reform ve Türk mutfağının deforme edilmesi!

Geçen hafta açık büfeler hakkında yayınlanan yazımdan sonra açık büfe kahvaltı hizmeti veren, iyi bir müesseseyi sizlere önermem şart oldu. Özellikle hafta sonları veya tatil günlerinde yediğim güzel bir açık büfe kahvaltının özel bir yeri, ayrı bir değişikliği vardır benim için. Hele ki gittiğim yerin kahvaltı kalitesinin yanında bir de görsel güzelliği varsa bütün bir haftanın yorgunluğu kalkıverir üstümden. İşte bu sebepten ötürü geçen hafta pazar günü çoluk çocuk, sabahın erken saatlerinde yollara düştük. Hem biraz İstanbul içinde hem biraz dışında bulunan Pendik'e yönelttik istikametimizi.

Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan Sibel Arna'nın Prof. Arman Kırım ile "Türk Mutfağı" konulu röportajını şaşkınlıkla okudum. Birçok şeyde değişiklik yapmak isteyen reform heveslileri, bu değişimi şimdi de Türk mutfağını deforme ederek uygulamaya çalışıyorlar. Geleneksel mutfağımızın dünyaca tanınmasını ve yaşatılmasını istiyorlar; fakat mutfağımızda reform yapılması fikrini savunarak çelişkiye düşüyorlar. Eğer Sayın Kırım'ın dediği gibi mutfağımız reform yapılarak deforme edilecekse ancak evlerde yaşatılabilecek ve zamanla unutularak yok olmaya yüz tutacaktır. Kendi özümüzü ve kendi kültürümüzü yaşatmak varken, neden deforme etmeye çalışırız bir türlü anlamam.

Türk mutfağının temsilcisi olabilmek için iyi bir araştırmacı olmak ve işin mutfağını iyi bilmek gerekir. Bilgi, sabır, maddi ve manevi destek, işe yüreğini koymak da diğer önemli unsurlar arasındadır. Mutfak kültürümüz konusunda böylesine iddialı sözler söylemek için en az rahmetli Tuğrul Şavkay kadar Türk mutfağının muhtevasını, tarihsel sürecini iyi bilmek ve iyi tanımak gerektir. Kaldı ki Tuğrul Şavkay'ın kitaplarında ve diğer yazılarında böyle reform isteğiyle karşılaşmadım. Tuğrul Şavkay'ın bayrağını devralmak bu kadar kolay olmasa gerek. Günümüzde ne yazık ki düşünce ve donanımla yola çıkıp, Türk mutfağına gönlünü ve yıllarını vermiş, olanakları ölçüsünde bir şeyler yapmaya çalışan kişilerin sayısı oldukça az. Her ne kadar böylesi örneklerle karşı karşıya gelecekseniz de biraz araştırma sonucunda iyilerini mutlaka bulacaksınız.

Bugün tüm dünyanın tanıdığı, beğendiği, benim de yemeklerini keyifle yediğim, ülkelerinin tanıtımına olumlu katkılar sağlayan bazı mutfaklar değişime uğrayarak mı bütün dünyanın beğenisini kazanmışlar? Yoksa kendi yerelliklerini, özgünlüklerini koruyarak mı bu duruma gelmişlerdir?. Kendi lezzetlerini başkaları beğensin diye değiştirip mi sunmuşlardır? İşte Çin, Hint, Fransız, İtalyan ve Japon mutfakları konuya uygun örneklerdir. Menemen ve dolmayı başka türlü sunmamız gerektiğini savunan Kırım'ın bu düşüncesi karşısında menemeni omlet gibi, dolmayı da üzerine Fransız sosu dökerek mi sunmamız gerekiyor? Bu tür yemekleri yemek istediğimiz zaman evde annemizin yaptıklarını yiyip ondan sonra mı dışarı çıkmamız gerekecek? Ben her zaman gelişime ve yeniliğe açık biriyim. Fakat hayatta değişim ve yenilik yapmak illa ki kendi öz kültürümüzü ve değerlerimizi de değiştirmek anlamına geliyor olmasa gerek.

ZENGİN KAHVALTI KÜLTÜRÜMÜZÜ PEYNİR ZEYTİNLE SINIRLAMAYALIM

"Geleneksel Türk kahvaltısı domates, salatalık, peynir, zeytin, reçel, tereyağı ve simitten ibarettir" diyerek zengin kahvaltı kültürümüzü dar kalıplara hapsedenler ve kahvaltıyı sadece hazır corn flakeslerden ibaret görenlere karşı, kahvaltı kültürümüzü kısaca hatırlatmak zorunda hissettim kendimi. Örneğin; kahvaltı kültürümüzde sadece beyaz peynir değil, üretiminin de ülkemizde yapıldığı yaklaşık 300'e yakın peynir çeşidi bulunmaktadır. Urfa'da ciğer, G.Antep'te nohut, Siirt'te büryan, diğer yörelerimizde tarhana çorbası, kelle paça çorbası ve diğer çorba çeşitleri, su böreği, kürt böreği, kavut, mıhlama, piyaz, çörek, kete, zahter, çökelek, lor, nane, pekmez, manda kaymağı, bal, mahlepli ekmek, katmer ve daha nice kahvaltı çeşitleri bu zenginliğin göstergesidir.

TÜRK MUTFAĞINA DESTEK SÖZDE KALMASIN

Bütün dünyanın fast food tarzı yiyecek ve gazlı içeceklerden kaçtığı bir dönemde herkesin lezzetli ve sağlıklı olan Türk mutfağına yöneldiğini, bu konuda ilgili ilgisiz herkesin bir şeyler söylemeye veya yapmaya çalıştığını görüyoruz.

Bu durumda sayın gurme ve yazar dostlarımızı el ele vererek Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın mutfağımıza vermediği önemi vermeye, maddi manevi katkı sağlamaya ve Türk mutfağını bütün dünyaya tanıtmaya çağırıyorum. Fakat bu tanıtımı reformla ve deforme ederek değil; öz kültürümüzü bozmadan, orijinal lezzetleriyle yaşatmak şartıyla... Bir de Türk mutfağında illa da reform şart diyenlere önerim şu: Zengin yemek çeşitlerimizi farklılaştırarak sunmak yerine sektörde reformu servis ve ambians da gerçekleştirelim. O halde Türk mutfağının yaşatılması konusunda samimi olanları neler yapabileceğimizi konuşup tartışacağımız bir toplantıya davet ediyorum. Hem de Türk mutfağının en güzel örneklerinin sergilendiği yemekler de benden.

Fatih Sultan Mehmet'in hiç domates yemediğini biliyor muydunuz?

Domates, patates, yeşil ve kırmızı biber Amerika'nın keşfinden sonra Avrupa'ya, 19.yy. başlarında da Anadolu'ya gelmiştir. Halen bazı yörelerimizde domatese bu sebepten dolayı "Frenk" de denilmektedir. Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar domates ve patlıcan yememiştir. Bazı sebzelerin Türk mutfağında kullanılmaya başladığı tarihleri incelediğimizde mutfağımızın tarihsel sürecini daha iyi anlayabiliriz.

LEZZETLİ SÖZLER

Kamış ses verince ney oldum sanır,
İplik gerilince yay oldum sanır,
Sarayda oturmakla padişah olmaz kişi,
Abdal, ata binince bey oldum sanır,
Şalgam aşa girince yağ oldum sanır,
ATASÖZÜ


7 Ağustos 2004
Cumartesi
 
RAMAZAN BİNGÖL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED