AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Gerçek olan sanki yeterince isyan ettirici değilmiş gibi

Dünkü yazıda ABD'nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman'ın -Radikal'den Murat Yetkin'in şahitliğiyle- şikayetçi olduğu konulardan birisi olarak Ankara'da "Kale" esnafından bazı kimselerin dükkânlarına Amerikalıları sokmaması, satış yapmaması sorununu gözden geçirmiştik. Konuya ilişkin değerlendirmemi de kısaca hatırlatayım: Doğru, yerinde bir protesto biçimi değildi. Söz konusu esnaf eğer isterlerse "Amerikan malları"nı dükkânlarıda sokmamakta tamamen serbestti; ama sıra müşterilere gelince, uygulama hepten "ayrımcılık" kokuyordu.

Büyükelçinin dile getirdiği ikinci şikayet konusu ise Irak'ı işgal etmiş bulunan ABD birliklerinin özellikle Felluce'de gerçekleştirdikleri askeri harekatın Mehmet Elkatmış ve onu izleyenlerce "soykırım" olarak nitelendirilmesiydi. "Soykırım" nitelemesi daha yapıldığı gün Amerikalıların tepkisini çekmiş ve hatta bu çerçevede Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Felluce'de yaşananların "soykırım" olarak nitelenmesine hükümet olarak katılmadıklarını açıklamıştı.

Abdullah Gül'ün bu açıklaması bana göre de yerinde bir açıklamaydı. Yerinde bir açıklamaydı, çünkü işgalden bugüne Amerikan ordusunun namlusundan çıkan mermilerle 100 bin kişinin hayatını kaybetmiş olması bile, tek başına, Irak'ta yaşanan trajedinin boyutlarını anlatmaya yeterdi; yani işin içine bir de "soykırım suçu" gibi işi çok daha ağırlaştırıcı bir suç sokmaya ne gerek vardı.

Bir işgalin, bir savaşın beraberinde getirdiği kötülükleri anlatabilmek ve anlayabilmemiz için illâki "soykırım" sözcüğünü mü kullanmalıydık? Irak'ta karşımıza çıkan "gerçeklik" zaten yeteri kadar isyan ettirici değil miydi? Mesela eskiden "katliam", şimdilerde "kırım" sözcüğüyle karşılanan bir öldürme eylemi bizim için yeteri kadar ağır değil miydi?

Biliyorsunuz, işin içine "soykırım suçu" girince -hele de Türkiye'de- işler çok karışıyor. Hatırlayın, "Ermeni soykırımı" ifadesini nasıl, başına (ama mutlaka) "sözde" sözcüğünü getirmeden kullanamadığımızı hatırlayın.. Yüzbinlerce Ermeninin hayatına mal olan "tehcir"in niçin "soykırım" olarak adlandırılmaması gerektiği hususunda harcanan mürekkebin miktarını düşünün... Bu çerçevede özetle ne diyorduk? "Tehcir"in, "millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun" sadece öyle oldukları (yani şu millî, etnik, ırkî veya dinî aidiyetleri oldukları) için önceden tasarlanmış bir biçimde ortadan kaldırılması olarak anlaşılması gereken "soykırım" ile hiçbir ilgisi olmadığını ileri sürmüyor muyduk?

Oysa bakın bugün, Irak'ta işgal kuvvetleri ile (savaşmayan Iraklılardan "millî, etnik, ırkî veya dinî" aidiyet açısından pek de bir farkı olmayan) Iraklı savaşçılar ve onlara destek veren "uluslararası tugaylar" (bu son ifadenin İspanya iç savaşından miras kaldığını da hatırlayalım) arasında yaşanan savaşı "soykırım" olarak adlandırırken kavramı "kılı kırk yarmak"tan hepten vazgeçmiş durumdayız..

Söylemek istediğimin özü şu: Hangi nedenden ya da hangi amaçtan hareket ediyorsak edelim, "gerçek olan"la yetinmeyip kendimize yeni bir gerçeklik yaratmaya çalışmanın -hele de uzun vadede- hiç kimseye yararı olamaz. Hiçbirinin adını bir diğerine yakıştırmadan, yani "cinayet"i cinayet, "vahşet"i vahşet, "katliam"ı katliam ve tabii gerektiğinde de "soykırım"ı soykırım olarak adlandırmalıyız ki, kötülükler hiyerarşisini karıştırmadan, mücadele için üzerimize düşeni yapabilelim.


8 Aralık 2004
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED