|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesinde Putin'in kişisel özelliklerinin de ihmal edilmemesi yönünde pek çok yorum okuduk. Ancak, görebildiğimiz kadarıyla, Putin'in kişisel özelliklerini hatırlatan yorumlar içinde Rauf Tamer'inki ile boy ölçüşecek bir başka yazı ile karşılaşmadık. Bu yazı gerçekten bambaşka bir şeydi...
İnsanoğlu tabii ki hayatının her döneminde, karşılaştığı "yeni"lerle aklını ve kalbini, yani bilgilerini ve duygularını tazelemesini, yenilemesini bilmelidir... "Yeni hiçbir şey öğrenmeyen ve hiçbir şeyi unutmayan" bir insandan daha sıkıcı ne olabilir? Ancak takdir edersiniz ki, insanın hayatının her döneminde aklını ve kalbini "bakımdan" geçirmek iyi, özlenen bir davranış olsa da, "akıl çağı" dediğimiz bir döneme girildikten sonra her işte olduğu gibi bu işte de aşırılığa kaçmamak gerekir. KİMSE BOY ÖLÇÜŞEMEZ Bu kısa "giriş"i yazmamıza Tercüman'dan (Ilıcaklar) Rauf Tamer'in geçen gün (8 Aralık) karşılaştığımız yazısı neden oldu. Tamer, "Adam gibi adam" başlıklı bu yazısında okurlarına bir "Putin portresi" çiziyordu. Putin'in yani geçenlerde Türkiye'yi ziyaret eden ve bu ziyaretiyle bazı kalemlerin gönüllerinde Avrupa Birliği'ne ciddi bir alternatif olarak yatan "Avrasya Birliği" fikrini de körükleyen Rusya Federasyonu Başkanı Vlamidir Putin'in bir portresi. Putin'in Türkiye ziyareti pek çok yorumcunun işaret ettiği gibi, tabii ki, Türkiye-Rusya ilişkilerinde yepyeni bir sayfanın açılması olarak yorumlanabilirdi. Ayrıca bu yeni tarz ilişkinin kurulmasında Putin'in kişisel özellikleri de ihmal edilmemeliydi... Nitekim bu çerçevede de pek çok yorum okuduk. Ancak, görebildiğimiz kadarıyla, Putin'in kişisel özelliklerini hatırlatan yorumlar içinde Rauf Tamer'inki ile boy ölçüşecek bir başka yazı ile karşılaşmadık. Bu yazı gerçekten bambaşka bir şeydi... İsterseniz artık lafı daha fazla uzatmayalım ve bu tezimizi desteklemek için Tamer'in bu yazısını (çünkü gerçekten her satırı kıymetli) olduğu gibi aktaralım: 'ADAM GİBİ ADAM'
"Gelip giden Devlet Başkanlarının içinde, en çok Putin'i beğendim.
NEREDEN MALUM? Söyleyin haksız mıyız; Rauf Tamer'in bu "tarihi" yazısını olduğu gibi aktarmakta haksız mıyız? Peki şimdi söyleyin, bu ne iştir? Yetişkin bir yazarın yeminli "Moskof düşmanlığı"ndan "Rus gelir aşka, Rus'un aşkı başka!" havasına bi derece hızlı bir geçiş yapması tabii bir şey midir? Şimdi de istersiniz, Putin hakkında kararlı bir biçimde ileri sürdüğü görüşlerinden dolayı Rauf Tamer'e bazı sorular yöneltelim: Putin'in "hakiki bir centilmen" olduğu sonucuna nasıl varılıyor? Putin'in gözlerinin içinin "bana güvenebilirsiniz diyerek ışıldadığı" kanaati nasıl oluştu? Putin'in "kimseyi satmayacağı" nereden malum? Hadi diyelim ki "Duruşu güzel", "İlkeleri sağlam", "Adam gibi adam"; peki ya "Örnek bir aile reisi" olduğu? Peki ya "eşşiz bir eş" olduğu? Tercüman yazarı "özel hayata" ilişkin bu bilgilere nasıl ulaştı? Demek Putin "hakiki bir centilmen"; demek Putin "Batılı monşerlerden çok farklı" bir "centilmen", demek Putin "Yürekten bir fair-play'ci"... Yanlış anlaşılmasın, kimseyi "değiştiği" için eleştiriyor değiliz. "Yeni hiçbir şey öğrenmemeyi ve hiçbir şeyi unutmamayı" ilke edinen bir hayat felsefesini savunduğumuz filan yok... Ama Rauf Tamer'in Putin için kaleme aldığı bu "kasideyi" okurken, taş üstünde taş bırakılmayan Grozni'den bir fotoğrafı mutlaka önünüze koymanızı önermeden de yapamayacağız... Rauf Tamer'in "Adam gibi adam" başlıklı yazısı, inanın, bir Grozni fotoğrafı ile çok daha iyi gider... Putin'e uygun görülen "Centilmen"lik, "fair-playcı"lik, "Duruşu güzel"lik, "Dümdüz bir insan"lık gibi sıfatlar daha bir anlam kazanır... (K.B.)
Hidayet'in 4 sayısı nasıl 'yetmedi'?
ABD Profesyonel Basketbol Ligi'nde, iki Türk basketbolcusu, Mehmet Okur (Utah Jazz) ile Hidayet Türkoğlu (Orlando Magic) bu sezon işi hiç fena götürmüyorlar... İki basketbolcumuz çoğu maçta takımlarının en skorer oyuncuları arasına giriyorlar... Basketbolcularımızın sergilediği bu istikrar, spor basınımızın başlıkçılarının işini epeyce kolaylaştırdı... Son haftalarda hemen hemen bütün gazetelerimizin spor sayfaları NBA maç sonuçlarını şu tarz başlıklarla vermeyi alışkanlık haline getirdi: "Mehmet Okur 22 sayıyla Utah'ı sırtladı", "Magic, Hidayet'le güldü: 25 sayı..." Bizimkiler, takımları yenilince dahi yüksek sayılar attıkları için, yenilgilerde başlık kalıbı şöyle oluyordu: "Mehmet'in 24'ü yetmedi...", "Hidayet'in 22'si yetmedi..."Fakat son hafta "tuhaf", ezber bozan bir şey oldu. Bizimkilerin takımları hem yenildi, hem de onlar düşük sayılar kaydetti. Ne var ki gazetelerimizden biri (Dünden Bugüne Tercüman) işi otomatiğe bağladığı için meseleye uyanamadı... Onların başlıkları aynen şöyleydi: "Mehmet'in 11, Hidayet'in 4 sayısı yetmedi..." Nasıl yetsin ki? Futbol mu bu? (A.G.)
'Muhabirin yazmadığı bazı şeylerin habere eklenmesi'
Okur temsilcisi sayfalarındaki "hatalıyız, özür diliyoruz"ların kendi içinde bir "amaç" haline geldiği; hakiki bir özeleştirinin sahip olması gereken "tını"dan, yayması gereken "heyecan"dan uzak olduğu, dolayısıyla gazeteye, "hataları tekrar etmeme" yönünde bir ivme kazandıramadığı gibi bir duyguya sahibiz biz... Bu duygumuzu güçlendiren son "hatalıyız, özür diliyoruz"a Hürriyet'in "Okur Temsilcisi'ne Mektuplar" sayfasında rastladık...
Yaşı, 15-20 yıl öncesini değerlendirebilecek kadar olanlar, birçok şeyde olduğu gibi "hata"lara karşı tavrımızda da belirgin bir değişiklik olduğu düşüncesine karşı çıkmayacaklardır. Eskiden, yani toplumsal ilişkilerde "geleneksel"in hüküm sürdüğü yıllarda "hata"ları gizlemek, icabında inkâr etmek temel refleksti... Sonra Batı'dan esen kuvvetli rüzgârlara maruz kaldık... Artık şehirli, "birey olmuş" (bu da ne klişedir yani) insanlar arasında hataları gizlememenin, açık ve şeffaf olmanın bir "erdem" olduğu "trendi" yayılmaya başladı... Bu "trend", bütün hatalarını kabul eden, bunu da yüksek sesle "itiraf eden" birtakım insanlar çıkardı ortaya... Bu tavır, sahiplerini toplum içinde "itibarlı" kılıyor, bu kişiler "samimi, açık yürekli, dürüst" nitelikleriyle öne çıkıyorlardı... Dışarıdan, kaba bir bakışla bakıldığında manzara böyleydi; fakat bütünüyle yanıltıcı bir görüntüydü bu... Aslında bu tür kişiler "samimiyetin getirisi"ni başkalarından önce keşfeden akıllı insanlardan ibaretti. İstisnalar hariç, kimsenin "hatayı açık yüreklilikle kabul etmek"ten çok daha zor olan "o hatayı bir daha yapmamak için kendisiyle mücadele etmek" gibi bir niyeti yoktu. "İtiraf"ın kendisi bir "amaç" haline gelmişti ve süreç orada kesiliyordu... SAYFALARA YANSIYAN... Biz öyle geliyor ki, son yıllarda Türk gazetelerinin hevesle açtıkları Ombudsman, okur temsilcisi sayfaları da bu çerçevede değerlendirilmelidir... Hatırlayın, bu sayfalar ihdas edilmeden önce büyük gazetelerimiz zaman zaman birinci sayfalarından dev puntolu "Söz veriyoruz" duyuruları yapar, sıraladıkları temel gazetecilik ilkelerine aykırı davranmayacaklarını ilan ederlerdi... Ve sonra gazetede hiçbir değişiklik olmaksızın her şey ilan öncesinde olduğu gibi devam ederdi... Daha açık konuşalım: Okur temsilcisi sayfalarındaki "hatalıyız, özür diliyoruz"ların da kendi içinde bir "amaç" haline geldiği; hakiki bir özeleştirinin sahip olması gereken "tını"dan, yayması gereken "heyecan"dan uzak olduğu, dolayısıyla başlangıçta ilan edilen amaçlara hizmet etmediği gibi bir duyguya sahibiz biz... Bu duygumuzu güçlendiren son "hatalıyız, özür diliyoruz"a Hürriyet'in "Okur Temsilcisi'ne Mektuplar" sayfasında rastladık... İşin hikâyesine geçmeden önce, okur temsilcisinin "hikâyeyi" aktardıktan sonra yazdığı kendi "not"unun son cümlesine bir göz atalım. "Hata ve özür" yazısı şu cümleyle bitiyordu: "Muhabirin yazmadığı bazı şeylerin habere eklenmesi ise olmaması gereken bir hata..." 'OLMAMASI GEREKEN...' İşin hikâyesini bilerek baştan aktarmadık, bilerek yazının sonundan başladık... Niyetimiz, size tahminde bulundurmaktı çünkü... Şimdi söyleyin, "muhabirin yazmadığı" ama sonradan -herhalde- editör tarafından "habere eklenen" şey nasıl bir şey olabilir? Okur Temsilcisi "olmaması gereken bir hata" deyip noktayı koyduğuna göre, aklınıza, haberin özüyle ilgisi olmayan minik ilavelerden başkası gelmeyecektir. Diyelim sokak ortasında herkesin önünde işlenen bir cinayet haberinde, muhabir yazmadığı halde, habere "cinayeti görenler arasında çocukların da bulunduğu" gibi bir ilave yapılması gibi bir şey... Siz, Hürriyet okurlarından şanslısınız... Biz, sizi "şok"a adım adım hazırlıyoruz... Oysa Hürriyet okurları, bu "hata itirafı"nı işin hikâyesini öğrendikten sonra okudular; kendilerini pek fena hissetmiş olmalıdırlar... HİKAYE ŞU... Mesele şu: Eski bakanlardan Işın Çelebi, geçtiğimiz haftalarda Hürriyet'in Kelebek ekine istemeden konuk olmuş... Habere göre Işın Çelebi, "son zamanlarda bir hayli yaygınlaşan ve özellikle 18 yaşından küçük gençleri kumara sevk ettiği gerekçesiyle eleştirilen 'İddaa' oynamıştı..." Haberde Işın Çelebi'nin ağzından "Şansını denemek için oynadığını, daha çok Türkiye ligini tercih ettiğini" de öğreniyorduk... Okur Tamsilcisi'nin verdiği bilgiye göre, haberi süsleyen fotoğrafta, Işın Çelebi İstanbul Akmerkez'de "İddaa" oynatan bir bayinin önünde duruyordu. Kelebek'in haberi, "Yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'le 30 yıllık dost olmasına rağmen, şikâyetini Okur Temsilcisi'ne iletmeyi doğru bulan" Işın Çelebi tarafından tekzip edildi. Çelebi, mektubunda şöyle diyordu: "Bu yazı gerçeklere tamamen aykırıdır. Gerçek şudur: 22 Kasım günü akşam 20.00 civarında Akmerkez'de oğlum Emrah ile birlikte bir fotokopi çektirmemiz gerekti. Anahtarcıda fotokopi çekildiği söylendi. Biz fotokopilerin çekilmesini beklerken iki foto muhabiri bizim görüşümüzü almadan fotoğrafımızı çekti. Sonra da bu haber çıktı. Haberde İddaa ile ilgili hiçbir şekilde söylemediğim bazı cümleler uydurulmuştur. Bu tutum ve davranış, meslek ahlakına hiçbir şekilde uygun değildir." Sonrasını özetleyerek gidelim: Muhabir haberinde ısrar edince "yüzleşme"ye karar veriliyor... Okur Temsilcisi Doğan Satmış, Işın Çelebi, muhabir, editör ve Haber Koordinatörü Enis Berberoğlu hep birlikte sözkonusu "İddaa" bayiine gidiyorlar... "Yüzleşme"den anlıyoruz ki, muhabir, haberini Çelebi'nin "şüphe uyandıran" bir hareketi üzerine kurmuştur. Çelebi'nin "Neden bana sormadınız, sorsanız gerçeği söylerdim" sorusuna muhabir şu cevabı veriyor: "Efendim size sormamam hataydı. Siz cebinize alelacele bir şey koyunca oynadığınızı sandım. Ama ben işyerine sordum, onlar oynadığınızı söylediler." (İşin bu son tarafı karışık. Dükkân sahibi, o gün kendisinin dükkanda bulunmadığını, muhabirin soru sorduğu kişinin orada çalışmayan, arada bir uğrayan "Ahmet Bey diye biri" olabileceğini söylüyor. O Ahmet Bey de bir türlü bulunamıyor.) Neyse, bu tarafı o kadar ad önemli değil, asıl, muhabirin şu sözleri önemli: "Haberde size atfen yazılmış 'Çok iddialı, Türkiye ligini tercih ediyor' sözlerini ise ben yazmadım. Haberimde yoktu." HABER Mİ OYUN MU? Gördüğünüz gibi, "habere sonradan eklenen cümle", öyle fasafiso bir cümle değildir. Haberin "sahihliğini" sağlayan, okurun zihninde oluşabilecek "doğru olmayabilir mi acaba" yönündeki bütün kuşkuları silecek bir ilavedir... Bazen bir tek cümle, bir tek hareket bütün bir süreci anlamsızlaştırabilir... Onca yıldan sonra bir gazetede böyle bir şey oluyorsa, o gazetedeki "olumlu çabalar" çabalar konusunda "iyimser" olabilir misiniz? Bir hastane düşünün: Orada, hekimlik mesleği için asla kabul edilemeyecekler listesinin (a) maddesini ihlal eden bir doktorun, bu maddeyi hem de "taammüden" ihlal ettiği ortaya çıkıyor. Başkehim, olan biteni "yapılmaması gereken bir hata" olarak değerlendiriyor ve bu "dürüst, açık" tutumundan ötürü etraftan teşekkür bekliyor... Yaşananlar, hastanede gerçek bir teessüre yol açmıyor, üzerinde hiç düşünülmüyor, tartışılmıyor ve hata tekrar ediliyor... Başhekim yeniden özür diliyor ve... Sizce de çok can sıkıcı değil mi? (A.G.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |