AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Turistik kuşatma

Türkiye'nin bir turizm stratejisi var mı? Bu sorunun cevabı ülkemize yılda bilmem kaç milyon turistin gelmesiyle izah edilecek, daha doğrusu geçiştirilecek türden değildir. Turizm, gezelim-görelim hafifliği ile geçiştirilemeyecek kadar ciddiyette yaklaşılması gereken, salt dövize indirgenebilecek, ekonomik alana sıkıştırılamayacak bir konudur. Türkiye'nin jeo-ekonomik olduğu kadar jeo-kültürel potansiyeliyle iç içe geçen stratejik bir sektörden bahsediyoruz.

Hükümet, Türk ekonomisinin içinden geçtiği dar boğazı aşmak için turizm gibi sıcak para/döviz akışı sağlayan bu alana yatırım yapılması gerektiğini düşünüyor olabilir. Turizme kısa vadede değerlendirilmesi gereken bir potansiyel gözüyle bakılabilir. Ancak turizm sadece ekonomik yararla ele alınamayacak kadar ciddi bir sektördür, kaldı ki ekonomik açıdan bile bu alana güvenerek uzun vadeli hesap yapamazsınız.

Bir baskı aracı olarak turizm

Dünyadaki turizm sektörünü elinde tutan firmalar ve uluslararası sermaye turizm pastasını her an elinizden alma, başka bir alana kaydırma tehdidi ile sizin üzerinizde ekonomik ve dolayısıyla siyasi baskı uygulayabiliyor. Zira nereye ne kadar turistin yönlendirileceği neredeyse tamamen sizin dışınızdaki unsurların elinde. Böylesi bir sektöre bel bağlayarak ülke ekonomisinin düze çıkamayacağını belirtmeye gerek yok.

Turizm sektörünün sorunu benim konum değil. Bu yılın ilk altı ayında gelen turist sayısının 9 milyona ulaşmış olmasıyla övünmenin bedeli hakkında bırakın vatandaşı, yönetenlerin bile bir fikir sahibi, daha doğrusu dikkat sahibi olduklarını sanmıyorum. Yılda 20 milyonluk bir turist potansiyelini elinde tutan uluslararası sermayenin bu yolla Türkiye üzerindeki baskılarının bir 'turistik kuşatma'ya, turistik kolonyalizm de diyebilirsiniz, dönüştüğünü çok geç olmadan konuşmak zorundayız. Turistin kutsandığı bir dönemde, çünkü ekonomi tüm kutsal alanın ve ahlaki ölçünün önüne geçmiştir, bu durumdan rahatsız olanların bu ülkenin tarihi, kültürü, kimliği ve geleceğine yapacağı etki üzerinde düşünmek zorundalar.

Turizm sektöründe gerek uluslararası kurumlar gerekse turist sağlayan zengin ülkeler kanalıyla Türkiye'nin geleceği üzerinde belirleyici olacak bir kültür ve kimlik politikası yürütüldüğünü yapılan uygulamalar açıkça gösteriyor. Turizm sektörü üzerinden Batılı ülkelerin Türkiye'de hesaplaşmak istedikleri şey; bu ülkenin Osmanlı ve Selçuklu'dan devraldığı medeniyet birikim ve kimliğidir. Bu kimliğin yerine genel olarak "Anadolu Medeniyetleri" tanımı altında İslam öncesi bilhassa Bizans kimliğinin belirginleştirilmesi, en azından onun Osmanlı ve Selçuklu'nun temsil ettiği İslam medeniyetiyle eşit düzeyde ele alınması hedefleniyor.

Gittikçe daha açık biçimde Antik Yunan ve Bizans eserlerinin, Hıristiyanlık mirasının öne çıkarılması yönünde gösterilen çaba, sadece belli azınlık seçkinlerin özentisiyle sınırlı olmaktan çıkmış resmi kültür politikası haline gelmiştir.

İslam'sız Anadolu politikasıyla elde edilmek istenen hasılanın farkında olmayan kimi muhafazakâr politikacılar ise Osmanlı'nın çok kültürlü yapısını bu stratejiye yamamakta bir sakınca görmemekteler. Oysa, bu toprakların İslam kimliği üzerinde ortaya atılacak her tartışma hem Türklük ve diğer Müslüman unsurlar da dahil, hem İslamlık adına Türkiye'nin geleceğini belirleme hakkının elinden alınması ve bu topraklardaki iddianızdan vazgeçmeniz anlamına gelmektedir.

Antik aşkına silinen 'imza'

Söylediklerimizi somutlaştıracak olursak; halihazırda Türkiye genelinde 400'e yakın (376 adet) kazı ve yüzey çalışmaları yapılmaktadır. Bunlardan Türk ve İslam eserlerini içine alan çalışma bir elin parmakları kadardır (tespit edebildiğim kadarıyla Ahlat mezarlarını, Urfa Harran'ın dışındaki birkaç çalışmayı zikredebilirim). Turizmi geliştirmek istiyorsanız antik Yunan'dan Bizans'a kadar tüm İslam öncesi tarihî eserlerin gün yüzüne çıkarılması yönünde dolaylı/açık baskı/empoze/propaganda yapılmakta; bunlar üzerinden bir kimlik kazınmaya çalışılmaktadır.

Yapılan kazı ve yüzey çalışmaları sadece Antik Yunan, Bizans ve İslam öncesi eserlerin gün yüzüne çıkarılmasıyla sınırlı kalmıyor; bu eserlerin ortaya çıkarılması ise büyük ölçüde Selçuklu-Osmanlı eserlerin tahrip edilmesi gibi bir sonucu beraberinde getiriyor. Siyasi amaçları bir kenara bırakıp tarihî eser ne olursa olsun bu ülkenin zenginliğidir diye bakılabilir. Oysa antik uygarlığın öne çıkarılması İslam kimliğinin tahribini gerektiriyor!

Selçuklu ve Osmanlılar devraldıkları mirası tahrip etmek bir yana, onlarla hem maddi hem entelektüel anlamda temasa geçmekte hiçbir kompleks duymadıkları için o eserleri fonksiyonel hale getirdiler. Dönemin sosyal ve entelektüel ihtiyacına göre onları dönüştürerek hayata kazandırdılar. Onları müzelik bir obje olmaktan çıkarıp bir tür sentez yaparak kendi sanat ve estetik anlayışlarıyla mezcederek hayata kazandırdılar. Antik döneme ait eserlere Selçuklu ve Osmanlı katkısı sanat tarihi bakımından olduğu kadar insanlık birikimi açısından önemli katkılardır. Bu eserler üzerine eklenerek, zamanın ihtiyaçlarına göre dönüştürerek ortaya yeni bir sanat eseri çıkarttılar. Türklerin bu çabası sanat açısından olduğu kadar mühendislik ve teknik anlamda da önemli bir katkı ve teknoloji tarihinde de önemli bir adımdır.

Resmi makamlarca yürütülen bu kazı ve yüzey çalışmalarında Antik Yunan ve Bizans eserlerini gün yüzüne çıkarmak adına bu eserlere eklenen ve her biri orijinal bir katkı olan Selçuklu ve Osmanlı eserleri ortadan kaldırılmaktadır. Bir eserin sanat ürünü sayılması için İslam öncesine ait olmasını ön şart kabul eden bir sömürgeci anlayış kendi elimizle uygulamaya konuluyor ve kendi tarihimizi, bu topraklarda bıraktığımız izleri silmek bizzat bize düşüyor. Bunun en basit uygulaması isim değişikliklerinde yaşandı; sadece Selçuklu-Osmanlı döneminden kalma Türkçe isimler kazınarak yerlerine yunanca isimler verilmekle kalmadı isimlerle birlikte buralardaki Türk-İslam eserleri de yok edildi.

Muhafazakâr kültür politikalarının neyi muhafaza etmeye memur olduğu üzerinde tartışmak zorundayız.

Zaten çok ucuza hizmet vererek bir tür sömürge-efendi ilişkisinin postmodern formunu inşa eden turizm sektörü aynı zamanda kendi kültürel, siyasal projesini bu şekilde size finansa ettirmektedir. Böylece hem elinizde tuttuğunuzu varsaydığınız toprağın kültürel ve manevi değeri üzerinde mülkiyet hakkından feragat etmiş oluyor hem de bila-bedel hizmet/çilik sunmuş oluyorsunuz.


9 Ağustos 2005
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED