AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
'Medya ve Sağlıklı Yaşam'
bahsine ilişkin iki önemli yazı

Radikal İki'de karşımıza çıkıp bizi heyecanlandıran iki yazı son ayların en gözde konularından olan "sağlıklı yaşam" gurularını değerlendiriyor. Yayınları giderek yayılmacı bir siyaset izleyen (yani "emperyalist"!), gazetelerden başlayıp kısa sürede dergi ve ekranları işgal eden, bununla da yetinmeyip "promosyon"a dönüşen sağlık gurularını. Her büyük gazetenin artık en az bir sayfasını dolduran "sağlıklı yaşam" yayınlarının da ciddi olarak gözden geçirilmesi gerekiyordu. Medyayı (bu konuda da) başıboş bırakmaya gelmez...

Radikal İki'yi elimize alır almaz "vaziyeti hemen çaktık" desek yalan değil... İşte buradaydı; haftalardır (ne haftası, en azından aylardır) beklediğimiz yazılar bunlardı işte.. Tamam, biz de (Kronik Medya olarak) karınca kararınca bu işe el atmamış değildik. Hatırlarsınız belki, "Yaşasın Hayat"cı Prof. Osman Müftüoğlu'nun (Bu arada meraklısına: Doktorunuz İstanbul'da ikametgah olarak şehrin en pahalı otelini kullanıyor. Yani Yaşasın Hayat!) )Hürriyet'teki sayfasında "domuz yağı" üzerine kaleme aldığı (daha doğrusu bir Amerikan dergisinden doğrudan tercüme ettiği) satırlardan sizleri gecikmeden haberdar etmiştik. Bu arada doktorun hakkını da yemeyelim: Henüz kimse uyanmadan "domuz yağı" meselesini "özür dileriz, tercümeyi gözden geçirmeyi unutmuşuz" mazereti ile duyuran yine kendisi olmuştu.

Radikal İki'de karşımıza çıkıp bizi heyecanlandıran iki yazı da işte bu konuyu, yani son ayların en gözde konularından olan "sağlıklı yaşam" gurularını değerlendiriyor. Yayınları giderek yayılmacı bir siyaset izleyen (yani "emperyalist"!), gazetelerden başlayıp kısa sürede dergi ve ekranları işgal eden, bununla da yetinmeyip "promosyon"a dönüşen sağlık gurularını.

Yazılardan birisini kalp ve damar cerrahisi uzmanı Sami Gürkahraman kaleme almış. Eline sağlık, o kadar öğretici (ve de eğlendirici) bir yazı ki... İkinci yazı ise Ankara Üniversitesi'nden Halil Nalçaoğlu'nun imzasını taşıyor. Onun da eline sağlık...

Nalçaoğlu, Türk milliyetçiliğine ilişkin ilginç gözlemlerle başladığı "Beni Turkish doktorlara emanet ediniz" başlıklı yazısında sözü son haftalarda meslektaşlarını silip süpüren bir guruya getirerek şöyle devam ediyor:

"Türk yazarlara pek benzemeyen iddialı üslubu ve ekranlardan izlediğimiz kadarıyla, Amerika'daki popüler başarısını, o kültürün kodlarıyla kendisini (kendi bedenini) bir imaj olarak başarıyla kurmaya borçlu olduğu apaçık olan Dr. Mehmet Öz, devasa medikal gerçekleri fındık-fıstıkla ve bir buçuk saatlik konferanslarla açıklayabilen belagatı ve hap-önerileriyle toplumcak gönlümüzü kazandı."

Nalçaoğlu'nun "Dr. Mehmet Öz"ün medyada dolaşırken bıraktığı izlere ilişkin şu tespiti -açıkcası- bizi epeyce eğlendirdi doğrusu: "Bu büyük promosyon kampanyasının en trajik noktası, hiç kuşkusuz, iyi bir mizansen olacağı umuduyla tezgahlanan, ama oğluna zerre kadar inanmadığı her halinden belli olan somurtkan baba ve yıllar önce Amerika'ya 'okumaya' gönderdiği oğlunun acımasız tavsiyeleriyle bir deri bir kemik kalacak kadar zayıflamış anneyle yenilen akşam yemeğinin ATV ekranlarında belirmesi idi."

Çok güzel bir tespit değil mi? Nalçaoğlu'nun naklettiği "akşam yemeği"ne ilişkin görüntüler -biz de şahit olduğumuz için biliyoruz- gerçekten de şöyle böyle değildi... "Ben önüme ne konsa yerim" diyen "somurtkan baba"nın oğlunun yaptığı "sağlıklı cacık" hakkında fikrini açıklaması da çok hoştu doğrusu.. Ve gerçekten, ister inanın ister inanmayın, ekranında "Dr. Mehmet Öz"e cacık bile hazırlatmıştı bu Türk medyası!

Bu güzel yazının şu satırları da nakledilmeyi hakediyor:

"Zira Dr. Mehmet Öz, öz-be-öz Türk olmasına rağmen, Türk yemek ve tatlılarını ağır buluyor ('biz' tepsiyle götürürken 'o' kendine yalnızca bir baklava hakkı tanıyor), dar bir hazneden seçilmiş kelimelerini (tabak, tencere, kazan, kayık tabak, servis tabağı vs. onun için kısaca 'tas'dır) leziz bir Amerikan dil estetiğine uyacak şekilde yuvarlıyor; sözlerine konferansa gelen 800 şişman ve sağlıksız beslendiğine inanan Türk'ün gözlerinin içine baka baka '400'ünüz kalpten gidecek' esprisi ile başlayarak güzel konuşma sanatının birinci kuralını ('sözlerinize ice-breaker bir espri ile başlayın') özümsemiş olarak başlıyor..."

Bunlar da yerinde ve hoş tespitler doğrusu... Sağlımıza tabii ki dikkat edeceğiz ama cacık yapmayı doktordan öğrenecek kadar da değil herhalde! Bin yıllık mutfağımıza bu kadar da hoyrat davnanılmaz ki...

Sami Gürkahraman'ın "Fındık, seks, medya ve sağlımız" başlıklı yazısının da çok öğretici olduğunu söylemiştik. Bu yazı bir kalp ve damar cerrahisi uzmanın kaleminden çıktığı için "Dr. Mehmet Öz" vak'asının farklı yönlerine de ışık tutuyor.

Gürkahraman'ın doktorun medyamız tarafından nasıl "sömürüldüğüne"(!) ilişkin verdiği örneği hiç değilse bazılarınız mutlaka hatırlıyordur: Hani şu, doktorun stüdyoda canlı yayında Ali Kırca'nın tansiyonunu ölçmesi hadisesi...

"ATV'de Ali Kırca'ya konuk olduğu zaman diliminde stüdyoda kan basıncının (tansiyonun) teknik olarak nasıl ölçüldüğünü mü; yoksa Ali Kırca'nın tansiyonunun yüksek olup olmadığını mı anlamaya çalıştı bunu anlamak mümkün olmadı. Haydi bunun önemini tartışmayalım. Ya sistolik (halk arasında büyük) tansiyonunun normalinin üst sınırı olarak 110 mmHg olduğunu yani '11' olduğunu söylemesine ne demeli? Ertesi gün hastalardan biri beni arasa ve dese ki 'doktor bey sen bize 12'nin normal olduğunu söyledin ama Amerika'dan gelen doktor bunun yüksek olduğunu söyledi' dediğinde ne demeliydim?"

Gürkahraman, doktorun ekranda Ali Kırca'nın tansiyonu üzerinden "canlı" olarak yaptığı bu açıklaması hakkında şu hatırlatmayı da yapıyor:

"Bizzat kendisinin yazdığı 'You' veya 'Senin Kullanım Kılavuzun' adlı kitabında, tansiyonu normalde 115/75 mmHg (11,5/7,5) olduğunu söyleyerek ve daha sonra bunu kameralar karşısında 5-10 mmHg daha aşağıya çekip sayılarla 'yerli' hekimleri köşeye mi sıkıştırıyor? Bir bilim adamı olarak artı/eksi sınırları vermeyerek yanlış yapıyor."

Burada bizi ilgilendiren husus -tabii ki- medyanın "sağlıklı yaşam" temasını da sonuna kadar "kullanmaya" çalışmasıdır. Yoksa, Gürkahraman'ın da dediği gibi, bilim medyanın araçların tabii ki kullanabilir ve kullanmalıdır da. "Ancak çarpıtmalara, abartılara kaçmadan...120 yıl yaşamanın sırrı da, sürükli seksin de, hızlı zayıflamanın da, by-pass geçirmiş bir insanın dağları aşması da hep özlediğimiz şeylerdir. Ancak unutulmamalıdır ki bilim adamlarıyla diğerleri arasındaki sınır onların ağırbaşlılıklarının, sabırlarının ve alçak gönüllülüklerinin sonucunda ortaya çıkmış 'doğru'lardan geçer. O sınırla fazla oynamaya gelmez."

İşte böyle... Her büyük gazetenin artık en az bir sayfasını dolduran "sağlıklı yaşam" yayınlarının da ciddi olarak gözden geçirilmesi gerekiyordu ve bu işi aktarmaya çalıştığımız bu iki yazı başlatmış bulunuyor. Devamını diler benzerlerini de bekleriz. Medyayı (bu konuda da) başıboş bırakmaya gelmez... (K.B)


Futbol yorumcularıyla yorulmak...

Yine sezon açıldı ve bir yeni Süper Lig maratonu daha başladı. Pazar akşamı boyunca o kanaldan bu kanala koşuşturarak parça parça izlediğim ona yakın futbol programının ortak ve temel sorunu da buydu, lafı uzatmak... Bir başka deyişle topla gereğinden fazla oynamak...

Bu ülkede uzun süren yaz tatilinin sona erip futbol sezonunun bir an önce başlamasını bekleyenlerin sayısı, enflasyon hedeflerinin yakalanmasını bekleyenlerin sayısından kesinlikle daha çoktur. Ne alakası var demeyin, ben de zaten ortada bir alakasızlık olduğundan sözetmekteyim. Toplumumuzun futbol ile bağlantısına zaten irrasyonel bir durum hakim... Sadece enflasyon oranlarının seyri değil, hayatımız için hayati derecede önemli pekçok konu başlığı, futbolun en önemsiz ayrıntıları karşısında tali bir köşeye çekilmek zorunda bu ülkede. Futbol her yanı kaplıyor çünkü. Futbolun her tarafı kaplamadığı zamanlarda her tarafı kaplayan şeyleri hatırladığımda, bunun o kadar da kötü bir şey olmadığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Ama keşke futbola olan ilgimizin, futbolla ilgili kelam ve muhabbetlerimizin akla karşı bir bağlılığı olsa...

Stadyumlara giderken "ölmeye ölmeye ölmeye" giden, takımı için canını, kanını feda etmeye her daim hazır olan, kaybedilmiş her hedeften sonra tribünler boyunca zırıl zırıl ağlayan futbol taraftarlarının doldurduğu bir ülke için bu fazla iyimser bir beklenti...

Çünkü biz futbolun, futboldan daha fazla bir şey olabilme ihtimaline tutkunuz. Yoksa, topun kale direklerinin arasından geçirilmesi esasına dayanan bir çim saha aktivitesi olarak futbol kesmez bizi. Onu öfkeyle, heyecanla, sevgiyle, tutkuyla, sahtekarlıkla, terbiyesizlikle, şiddetle bir arada düşünmek zorundadır bizim taraftar zihinlerimiz. Yoksa fazla "hanım evladı" bir meşgale olacaktır, zerre kadar uymayacaktır toplumsal kalıbımıza. Doğru ya da yanlış, hadise bu!

Lafı uzatıp, topla gereğinden fazla oynama

Her neyse, işte yine sezon açıldı ve bir yeni Süper Lig maratonu daha başladı. Bunu en başta söyleyip konuya direkt giriş yapmamamın nedeni, bunun mümkün olmayışıdır. Çünkü konu futbolsa, uzun lafın kısasını bulmak o kadar kolay değildir. Pazar akşamı boyunca o kanaldan bu kanala koşuşturarak parça parça izlediğim ona yakın futbol programının ortak ve temel sorunu da buydu, lafı uzatmak... Bir başka deyişle topla gereğinden fazla oynamak...

Hal böyle olunca işe yarayacak üç beş yorum cümlesi bulmak için bütün keçiboynuzu çuvalını mideye indirmek gerekebiliyor. Sizler için yaptığım fedakarlığın boyutlarını düşünün artık! Bu kadar zahmete girip tuttuğum notları elbette sizlerle paylaşacağım. Maraton'da Erman-Şansal ikilisi Hacivat-Karagöz kıvamında laflayarak işi iyi idare ediyorlar. Ancak onların asıl avantajları bol bol görüntü... TRT, kendi elemanlarına geri dönerek geçen seneki Stadyum formatında devam ediyor. Bu değişikliğin iyi olduğunu söyleyebilirim. Bir de Galatasaray-Konyaspor maçının özet görüntüleriyle ilgili altyazının, ancak sözü edilen özet görüntülerin sonuna yetiştirilebilmesi gibi tuhaflıklardan arınabilirlerse serin bir formata kavuşabilirler. Mesela Bilgin Gökberk'in özellikle Galatasaray yönetiminin hal-i pür melalini anlattığı bölümün orijinallikler taşıdığını söylemeliyim. CNN Türk, esasta bir Faik Çetiner buluşu olan Ömer Çavuşoğlu-Aziz Üstel eşleşmesiyle dalgalanan "Futbolmania" ile reyting arıyor. Herhalde orijinalinde olduğu gibi bu ikilinin bir de "Faik"i olsun diyerek, Faik Gürses'i de denkleme eklemişler. Daha çok işin orta oyunu boyutuyla ilgilenenlere... Yine de CNN Türk bütünlüğü içinde bu formatın sırıtmakta olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

NTV'nin "seviye" kaygısı anlaşılan Kenan Onuk'un eksikliğine rağmen sürdürülecek. Güntekin Onay'ın Rıdvan Dilmen ve Ahmet Çakar'la birlikte sürdüreceği programın ilgi çekeceğini düşünüyorum. Ahmet Çakar'ın da NTV ciddiyetine yakın durduğunu gözledim, umarım sonradan esip gürlemeye başlamaz. Star'da Telegol her zamanki gibi, daima kaldığı yerden başlıyor, yani hafiften Arena tadında... Gizli kamera görüntüleri, ses kayıtları, çarpıcı iddialar ve lafı gerçekten de çok uzatan daimi yorumcular...

TV8'de Göktuğ Sevinçli'nin sunduğu Ve Gool, KanalTürk'te Barbaros Çıdal'ın Futbol VİP'i de birkaç yorumcu, bolca yorum formülasyonunu hayata geçiriyor. Yapılan yorumları üst üste koyarsanız, futbol yorumunun da futbolun kendisi gibi bir oyun olduğunu iddia etmenize yetecek kadar malzeme birikir elinizde. Tek fark, futbol sürprizlere gebe!.. (G.Ö.)


9 Ağustos 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED