T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 25 ARALIK 2005 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

"Ama baba, bu dili bilmiyorum"

-Bana hafta sonuna kadar bitirmem için bir kitap, kitabı bitirdiğimde de bir hediye verirdi babam.

Birgün kalın bir kitap verdi ve "En çok ne istiyorsun?" dedi. Ben de "Yelkenli almak istiyorum" dedim.

- Yelkenli mi? Biraz pahalı bir hediye değil mi?

- Evet. O zamanlar 'Kanat' diye bir tekne vardı Moda Kulübü'nde. Ben de onun aynısından bir yelkenli istiyordum.

Babam da "Tamam" dedi, kalın bir kitap uzattı; "Bunu bitir; sonra sana yelkenli alacağım."

Ben senelerdir yaptığım gibi her hafta ince bir kitap okuyacağıma bunu bir ayda bitiririm diye düşündüm. Bir açtım baktım ki kitabı, eski yazı...

"Ama baba, bu dili bilmiyorum" dedim. "Ne yapayım!" dedi, yürüdü gitti.

Bizim evdeki Perşembe toplantılarına gelenlerden biri de meşhur tarihçi Mükrimin Halil Yinanç'tı, ona söyledim, o da "Tamam, ben sana öğretirim" dedi. Evdeki toplantılara bir saat önce gelmeye başladı. Derken üç ayda söktüm eski yazıyı. Babamın bana verdiği kitap da Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya kitabıymış. Eski terimler, dinî terimler var içinde. Hergün çalıştım, onları da öğrendim, 6-7 ay sonra babama gittim ve "Tamam" dedim; "kitabı okudum."

"Aferin" dedi, gitti bana tekneyi aldı.

- Hem de istediğiniz tekneyi, Kanat'ı mı?

- Evet. (Aykut Kazancıgil, "Her Doğum Bir Mucizedir", s. 48)

Osmanlıca'yı öğrenmesi için oğluna bir 'yelkenli' alan Tevfik Remzi Kazancıgil gibi dil'in önemini kavramış kaç baba var şimdi memleketimizde?

Mesele, yelkenli alıp almamak meselesi değil. Mesele, bir çocuğun eğitiminde o çocuğun gerçekten de 'adam' olmasını sağlayacak değerleri kendisine verecek basireti göstermek... bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamak... gerekiyorsa bir yelkenli almak...

Değerlerin aktarımı dil'le başlar. Değerler her şeyden önce dil'de içkindir çünkü.

Büyük bir medeniyetin dilinden söz ediyoruz, Osmanlıca'dan... Bir bilim ve felsefe anlayışının dilinden... şiirin bir zamanlar çıktığı o yaman zirvelere dokunmamazı sağlayacak tek dilden... ne sadece Arapça, ne sadece Farsça, ne de Türkçe olan; bilâkis her üç dilden terekküb eden bir dilden... hâlen bugünkü Türkçe'ye asliyetini vermekte olan bir dilden... dedelerimizin dilinden... anne-dilinden değil, ana-dilinden... dilden...

Bizim bin yıllık manevî değerlerimizin hasılasıdır Osmanlıca... Gönlümüzün dilidir. Bir zamanlar dünyayı nasıl kavradığımızı kendisinden öğrenebileceğimiz en emin vasıtadır; eldeki tek mahfaza... âdeta bir hayal-hâne... hayallerimizi, hülyalarımızı, değerlerimizi saklayan inci kutusu...

Çocuklarımızın herhangibir Batı dilini öğrenmeleri için hem onların, hem de bizlerin katlandığı sıkıntıları hatırlayınız lütfen. VE düşününüz bakalım, bunca çabanın, bunca sıkıntının sebebi nedir?

Esas itibariyle egemen kültürün vesayetinde yaşamaktan başka gerçekçi bir neden bulmakta zorlanacaksınız.

Sadece zihinlerimiz mi vaftiz ediliyor?

Hayır, dilimiz de, gönlümüz de aynı vaftiz işlemlerinden geçiyor. Çocuklarımızı artık Batılılar değil, bizzat bizler vaftiz ediyoruz.

Başarılı çocuklarımız var, başardıkça bize daha az benzeyen çocuklar... Biz de aynı işlemlerden geçmedik mi? Bizler de vesayet altında kendimize, kendiliğimize rağmen bizden bir başkasını çıkarmadık mı? Biz bile bize daha az benzer hâle gelmedik mi?

- Ama baba, bu dili bilmiyorum ki!

Hangi dili? Hititçe'yi mi? Hayır, Osmanlıca'yı...

Çocuklarımız için Osmanlıca hâlâ "bu dil" ifadesindeki yabancılıktan payını almayı sürdürüyor. Namık Kemal'in yazıları çocuklarımız için ne yazık ki bu yüzden hâlâ bir yabancının yazıları gibi... Cevdet Paşa sanki bugün bize bizden biri gibi mi görünüyor? Elbette, artık o da bir yabancı... Peki ya Akif, Gökalp, Elmalılı, Babanzâde ve diğerleri? Sanırım cevap değişmeyecek... Biz bize yabancılaştık çünkü. Osmanoğulları bile Osmanlıca bilmiyorlar.

Bizler ve çocuklarımız "ahde vefa" nedir biliyor muyuz acaba?

Osmanlıca öğrendiğimizde, ahde vefa'nın anlamını da öğrenmiş olacağız.

Ne garip değil mi, bunun aksi de doğru. Çünkü çocuklarınıza, Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya'sını okutmak için merhum Tevfik Remzi Kazancıgil gibi çocuğunuza bir yelkenli almanız gerekmez; onlara sadece ahde vefa'yı öğretin yeter!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi