T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 24 ARALIK 2005 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


İNSANA NE OLDUĞUNU HATIRLATAN...

Çağımızın, tedavisi en zor hastalığı; unutmak. Unutmak, insanın "muhtariyet"ini (=özgürlüğünü), "ihtiyar"ını (=seçme ve) "hatırlama" kabiliyetlerini yitirmesi demek. Çağımızın ruhunu ele veren kilit kavram ve durum bu: Zaman-mekân mesafesi daraldı; kurmaca gerçeklikler dünyasında her şeyi ve her yeri görebiliyoruz; ama hiçbir şeyi hatırlayamıyoruz. Her şeyi bilebilecek durumdayız; ama hiçbir şeyi tam olarak anlayabilecek durumda değiliz.

O hâlde, insana, ne olduğunu (=insanın ve dünyanın nereye sürüklendiğini) hatırlatmak gerekiyor: Kendini, dünyayı, kâinâtı, Yaratıcı'yı hatırlatmak... İnsanın ne olduğunu, insanın bu evrendeki yerini, hayatı, hayatın anlamını, varoluşu ve varoluş hakîkatini hatırlatmak.

Bugün düşünce gündemimize, insana ne olduğunu hatırlatan iki güzel metni alıyoruz. Leyla İpekçi Kaplanoğlu, derûnî bir tecrübenin ve hatırla/t/ma çabasının ürünü olan nefis yazısında, bizi İslâm'ın ruhuna ve kalbine doğru içtenlikli bir yolculuğa, anlama ve anlamlandırma çabasına çağırıyor. Ve İslâm'ın metafizik'ten arındırılarak, siyasete, görünür alana indirgenmesinin İslâm'ın ruhunu anlamamıza nasıl ket vurduğunu, İslâm'ı nasıl sekülerleştiğini hatırlatıyor. İslâm'ın ruhunu ve kalbini hatırladığımız zaman, İslâm'ın nasıl da aslında insana ne olduğunu hatırlatan bir muhtariyet (özgürleşme) imkânı sunduğuna dikkatlerimizi çekiyor.

Benzer bir izlek üzerinden giden Naci Gümüş ise yazısında, insana ne olduğunu hatırlatan süreci idrak edebilmek için insanın kendi'yle buluşmasının kapılarını aralamaya davet ediyor bizi.
(YUSUF KAPLAN)


İslamın kalbini dinlemek

'Din ile bütünleşen insanın iç hakikatini bugünün seküler konuşma dilinde ifade etmeyi sürdürmek ve bunun toplumsal açılımlarına tam da bu yolla uzanmak batıda gitgide kaçınılmaz olacağa benziyor. Öteki'ni anlamanın yolu, Habermas'ın 11 Eylül sonrasında dikkat çektiği gibi, onun gibi düşünmeseniz de, onun konuştuğu dilin parametrelerini merak etmekten geçiyor çünkü.'

Kendimizle buluşma:
Kendi olma
   NACİ GÜMÜŞ

Herhangi bir Orta Doğu ülkesinde, ki benim de oralarda başıma gelmiştir, siyasi kimliğinizi soranlara Müslümanım demenizin hiçbir karşılığı yoktur. Çünkü orada herkes Müslüman kesime mensuptur. Müslüman solcular ile kapitalist Müslümanlar gibi bir ayrım daha gerçekçi durabilir çoğunlukla. Ne Fransa'daki Mağriplilerin kullandığı etnik farklılığa vurgu yapan Müslüman kimliği, ne de bizde tamamen siyasi bir kimliğin yerine geçen Müslüman kimliği üzerine araştırma yapmanın tek başına dinin insandaki örtüsünü aralamaya yetmediği de bir vakıa.

SEKÜLERLEŞME VE İSLAM'IN RUHU

Çoğulculuğu ve çokkültürlülüğü savunan, dinlere eşit mesafede duran aydınların, İslâm'ı öğrenmek için sadece İslâm dışındaki araştırmacıların analizlerinden yararlanmayı bir refleks haline getirmesi, doğuda da batıda da son derece sakıncalı sonuçlar doğurdu, doğuruyor. Bu sakıncaları kör noktamıza aldığımız ölçüde İslâm'ın kalbinden uzaklaşıyoruz ve onu siyasi veya toplumsal bir ideolojiye ya da "kamusal alan"a sıkıştırıyoruz. Ve bilmeden birtakım lâdînî [din-dışı / seküler] söylemlerin tamamen akıl ve mantıkdışı kullanımına alet ediyoruz kelimelerimizi.

Müslümanın dilini kavrayamadan İslâm'ın toplumsal açılımlarını analiz ettiğimizde de gerçek anlamda bir eleştiri bu yüzden getiremiyoruz. İslâm'ın ruhunu bir "ötekileştirme refleksi"yle göz ardı ediyor, ciddiye almıyor ya da yeterince "siyasi" bulmuyoruz çünkü.

Elbette İslâm'a tam da dışarıdan baktığı için önemli saptamalarda bulunan birçok değerli yazar çizer var dünyanın her yanında. Ama din deyince içrek bir şeyden, kalp alanından bahsettiğimizi gitgide unuttuk. Sanıyoruz ki, dinin toplumsal yansımalarını sosyolojik paradigmalarla tahlil etmek veya siyasi nitelemelerle tanımlamak yeterli olacaktır.

BAŞÖRTÜSÜ VE SİYASİ SİMGE ALGISI

Oysa başörtüsü mevzuundan bahsederken bile yanılgılardan kurtulamamamızın en büyük sebebi yine bu: Kul olmanın insan kalbindeki karşılığını görmeyi reddedip örtünmeyi tek tip ve tehditkar bir eğilime, toplumsal bir ayrımcılık hareketine indirgiyoruz. Bunun sakıncaları her gün ayağımıza dolanmıyor mu?

AİHM'in Türkiye'de türbanla eğitimin aleyhine verdiği kararın sebep ve sonuçlarını, yansımalarını tartışırken, "siyasi simge" gerekçesinin bir Müslüman için hiçbir siyasi söyleme sıkışmadan ne anlama geldiğini merak etmediğimiz için, elbirliğiyle toplumsal bir çözüm üretmemiz de mümkün olmuyor. "Türbanlı öğrenciler rejimi değiştirme niyetinde değildir" diyen demokratların bile çoğu, her dine eşit mesafede durmanın bir gereği olarak şu sorunlu yaklaşımı terk edemediler kaldı ki: "Başörtüsüne karşı değilim ama siyasi simge olmadığı sürece."

VAHİY, KALP VE ZİHİN

Vahye inanmak zihnin değil kalbin seçimidir. Kalbin kutsalları vardır, zihin gibi kendi yarattıklarını ilahlaştırmaktan çok, kendisi için yaratılanları sezme gücüne sahiptir kalp. Zihnimiz şüpheye düşse de, kalbimiz vahyin birazına inanıp birazına inanmamanın mümkün olmadığını zamanla sezer. Bu yüzden "siyasi simge" gibi sözlerin İslâm'ın kalbindeki karşılığı öylesine cılızdır ki, bunu "dışardan" hissetmek çok mümkün değil. Ama görmek ve anlamak mümkün. Çünkü iç kısımlarına doğru daldıkça, dinin, insan zihnini ikiliklerden temizleyen, arındıran ve her türlü ikiliğin ötesinde yeniden 'bir' kılan bir mefhum olduğunu sezmeye başlayabilirsiniz. Bu sezginin mekanı elbette zihinden daha derinlerde, yine kalptedir. Kalpten bildiğimiz ama bir başkasına ifade edemeyeceğimiz sayısız şeyden biri değil midir aslında bu "dînî sezgi"?

Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan Avusturya, İslâm'ın sorunlarına el atarak, İslâm'ın çoğulcu dünyadaki rolünü bir konferansla tartışmaya açtı geçtiğimiz haftalarda. Elbette çok önemli bir adım. Tıpkı dünyanın çeşitli coğrafyalarında "İslam ve kadın", "İslam ve terör" gibi başlıklarla gündeme getirilen diyalog ittifakları girişimleri gibi. Ama "İslam ve artan şiddet sorunları" gibi kavramların birlikte ele alınması toplumların geleceği için ne kadar yararlıysa da, salt toplumsal ve dolayısıyla dünyevî parametrelere hapsedilmekle din, kalbimizden uzaklaşacaktır bir kez daha.

ÖTEKİ'Nİ ANLAYABİLMEK İÇİN...

İslâm'ı anlamak veya İslâm'ı öğrenmek isteyenlerin, özellikle sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği bu uluslararası diyalog konferanslarında İslâm'a "Ilımlı Müslümanlar", "Militan Müslümanlar," "İlerici Müslümanlar" gibi tanımlar üzerinden bakılıyor çoğunlukla. Oysa, önüne hiçbir tanım koymadan, yalnızca genelde İslâm'ın kalbi, özelde ise tekil bir Müslüman kalbi üzerinden de bakmaya niyet etmeleri gerek bu tür toplantıları düzenleyenlerin.

Din ile bütünleşen insanın iç hakikatini bugünün seküler konuşma dilinde ifade etmeyi sürdürmek ve bunun toplumsal açılımlarına tam da bu yolla uzanmak batıda gitgide kaçınılmaz olacağa benziyor. Öteki'ni anlamanın yolu, Habermas'ın 11 Eylül sonrasında dikkat çektiği gibi, onun gibi düşünmeseniz de, onun konuştuğu dilin parametrelerini merak etmekten geçiyor çünkü.

Kültürler veya dinler arasında kurulmaya çalışılan diyaloğun en temel kriterlerinden biri "İslâm", en temel amaçlarından biri de "İslâm'ın kalbini dinlemek" olmadığı sürece, bu tür girişimler en nihayetinde siyasi iktidarlar için üretilen ve giderek BOP'u ve işgali meşrulaştıran kavramların veya ithal toplumsal eğilimlerin tuzağına düşmeye mahkum kalacak. Çünkü öncelikle tekil, şahsi ve alabildiğine derin bir mefhumdur din. Çoğul olanı kucaklaması bu tekilliğinden kaynaklanıyor tam da.

  • LEYLA İPEKÇİ KAPLANOĞLU

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi