T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 25 ARALIK 2005 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

301, 159'a göz kırpıyor

28 Şubat sürecinde, bir ara, ben de eski TCK'nın 159. maddesinden yargılandım. TBMM'ye hakaret ettiğim iddia ediliyordu. Yeni Şafak'ta o tarihlerde kaleme aldığımız bir yazı söz konusuydu. Yazının başlığı "Kâbus" idi. Şimdi aradan yıllar geçtikten sonra, üstelik beraat da etmişken, gerçeği saklamakta benim için ne bir fayda var, ne zarar. Yazıda, savunmamda da söylediğim gibi ne TBMM'nin adı geçiyor, ne bir telmihte veya imada bulunuluyor, ne TBMM'ye hakaret etme niyeti taşınıyordu. Yazıda hiçbir özel isim geçmediği gibi, hiçbir resmî makama en küçük bir sataşma dahi söz konusu değildi. Soyut bir yazı idi. Eski TCK'da 159. maddeden dava açılabilmesi için Adalet Bakanlığı'nın izni gerekiyordu. Ben, hakkımda dava açılacağını öğrendiğimde Bakanlığın söz konusu izni verip vermediğini öğrenmek istedim. Dosyamın havale edildiği raportörü buldum. Bakanlık, mahkemeye dava açılması hususundaki iznini göndermiş. Bu vesile ile o münasebetle tanıştığımız bakanlık ilgilileri ile söz konusu izinin mahiyeti üzerinde görüş teatisinde bulunduk. Ben, aslında, Bakanlığın hangi gerekçeyle bu izni verdiğini öğrenmek istemiştim. O zamanki ilgililer bana, bu tür davalarda, Bakanlığın izni otomatik olarak verdiğini bildirdiler. Bense, bu iznin otomatik olarak verilmemesi gerektiği görüşündeydim. Aslında, 159. maddeye Bakanlıktan izin alınma prosedürü sonradan konulmuştu. Maddenin ilk halinde Bakanlıktan izin alınması zorunluluğu yoktu. Dolayısıyla kanun koyucunun dava açılmasını izne bağlamasının gerekçesini anlamak gerekiyordu.

Benim görüşüme göre, kanun koyucu, artık bu maddeden dava açılmasını prensip olarak istemiyordu. Ancak belirli mercileri (TBMM, hükümet, ordu, emniyet teşkilatı...) hakarete veya tezyife maruz bırakmak da istemiyordu. Bu yüzden Adalet Bakanlığı'na bu davaların açılması hususunda izin verme görevini yüklemek suretiyle, bu davaların açılmasını sınırlandırma amacını güdüyordu. Oysa o günkü Bakanlık ilgilileri kanun koyucunun maksadını layıkıyla değerlendiremediklerinden, 159'dan dava açmak isteyen mahkemelere istenen izin otomatik olarak veriliyordu. Kanun koyucu, bana göre, Adalet Bakanlığı'nın konuyu siyasî açıdan değerlendirip karar vermesini istiyordu. Bu görüşümü ilgililere bildirdiğimde bana itiraz ederek: "Hayır, biz, siyasî olarak değil, hukukî açıdan ele alıyoruz" dediler. Aslında, Bakanlık ilgilileri ile bu konuda da uzlaşma sağlayamadık. Benim "siyasî" nitelememi, onlar çok farklı bir alana atıfta bulunarak anlamak istediler. Ben, Bakanlığın idarî bir kuruluş olmakla birlikte bu konuda, siyasal mülahazaları göz önünde bulundurmak suretiyle karar oluşturması gerektiğini (mesela her izin talebine olumlu cevap vermenin uygun olmayacağını), ancak siyasî nitelikli de olsa kararın hukuken temellendirilmesi keyfiyetinin farklı bir bağlamda yeri olduğunu anlatmaya çalıştımsa da, başarılı olamadım. Konu esasen şahsımla ilgili olmaktan çıkmıştı, çünkü izin verilmek suretiyle olayın şahsımla ilgisi zaten kopartılmıştı.

Mahkemede beraat ettik. Ancak beraatım benim savunmam yönünde gerçekleştirilmedi. Ben, yazıda hakaret ve tezyif unsurlarının bulunmadığını ileri sürüyordum. Mahkeme ise, beraatımı, yazının eleştiri olduğu gerekçesine dayandırmıştı. Oysa o yazıda eleştiri de yoktu, hakaret de... Halen uygulanmakta olan yeni TCK'nın, 301. maddesi eski 159'a tekabül ediyor ve bu maddenin son bendi: "Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" hükmünü getiriyor. Bu hükmün de, yargıca, konunun tartışma götürür olduğu hallerde sanığın lehinde bir tutum benimsemesinin yolunu açtığını düşünüyorum. Eski kanunda bu hüküm yer almış olmamakla birlikte, insaflı yargıçlar, gene de yazıyı hakaret kapsamında değil, eleştiri istikametinde yorumlayabiliyorlardı.

Aslında, en doğrusu hakaret konusunu ceza hükmüne bağlamaktan vazgeçmektir. Konu, medeni hukuk çerçevesi içinde ele alınıp o çerçevede çözümlenmelidir.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi