AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Objektif hakem, subjektif spiker

Türk milli takımının Danimarka maçını 2-2 berabere bitirerek grubunda avantaj yitirmesi hepimizi üzdü. Kanal D'de yayınlanan Türkiye-Danimarka maçını anlatan spiker ve yorumlayan yorumcu da sık sık maçın heyecanına kendilerini kaptırdılar. Maçı anlatan İlker Yasin büyütmeye ihtiyaç olmayan üç beş dil ve mantık sürçmesine de imzasını attı. Ancak benim asıl takıldığım şey, İlker Yasin'in maçı skora göre değişen duygusal bir gel-git üslubuyla anlatması...

Türk milli takımının son bir buçuk dakikaya kadar galip götürdüğü Danimarka maçını 2-2 berabere bitirerek grubunda avantaj yitirmesi hepimizi üzdü. Böyle maçları sportif bir heyecan olarak kabul edemeyen, milli bir davaya dönüştüren insanlar olarak Danimarka'dan yediğimiz bu son dakika golünü elbet unutmayacağız. Hatta en az bir on yıl, muhtemelen kendisine de pek yararı olmayacak puan hırsızlığı için Danimarka'ya istatistik kin tutacağız. Oysa bu yediğimiz ilk "son dakika" golü değil, bu acıyı defalarca yaşadık, bir çok başka ülkeye de benzer şekilde biriktirdiğimiz kinler var. Onlarla ne zaman karşılaşırsak gazetelerimiz "tarihi rövanş" başlıkları atarlar. Ancak bütün bu dersler, her kritik sınavda bir son dakika golü yiyerek hedefimizden uzaklaşmamıza mani bir sonuç üretmez. Bu bizim sportif milli vasfımızdır.

Süreç ne kadar alışıldık olursa olsun yine de her defasında hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor. Sadece stadyumda ya da televizyonları başında maçı izleyen vatandaşlarımız açısından değil, medya açısından da... Sonuçta onlar da milletimizin birer parçası... Tek fark onların mesleki açıdan taraftarlıklarıyla işleri arasına mesafe koymak zorunda olmaları... Maalesef bu da çok fazla başarılamıyor. Kanal D'de yayınlanan Türkiye-Danimarka maçını anlatan spiker ve yorumlayan yorumcu da sık sık maçın heyecanına kendilerini kaptırdılar.

Elbette tümüyle tarafsız bir anlatım olmaz; ancak...

İlker Yasin, Kanal D'nin spor müdürü ve TRT kökenli birikimli, deneyimli bir yayıncı... Öte yandan yine İlker Yasin maç anlatımı sırasında yaptığı gaflarıyla meşhur... Yasin, Cumartesi akşamı da büyütmeye ihtiyaç olmayan üç beş dil ve mantık sürçmesine imzasını attı. Ancak benim asıl takıldığım şey, İlker Yasin'in maçı skora göre değişen duygusal bir gel-git üslubuyla anlatması... Elbette tümüyle tarafsız bir anlatım beklemiyorum. Ama taraflı olmanın adaletsiz bir üslup ortaya çıkarması kabul edilemez. İlker Yasin, özellikle galip oynamadığımız dakikalarda hakemle ilgili sözleriyle maçı ekran başında izleyenlerin konsantrasyonunu bozdu. Bir pozisyonda Danimarka defansının Hakan Şükür'e yaptığı bir hareketin "yüzde yüz" penaltı olduğu kanaatine varan (ki spor otoritelerinin çoğunluğu daha sonra bu pozisyonda penaltı olmadığını söylediler) Yasin, maç sonuçlanıncaya kadar hakemin neredeyse çaldığı her düdüğü tartışmaya açtı. Genel mantığı "Hakan'a yapılan açık penaltıyı görmeyen hakem Gonzales, bu pozisyonda yapılan hareketi nasıl gördü?" şeklinde olan bu sataşmalar bir süre sonra beni de çileden çıkarmaya başladı. Bugün artık maç izleyen insanların büyük çoğunluğu bu türden duygusal anlatımlardan hoşlanmıyor. Bunun böyle olduğunu televizyonda tek bir maç yayını sektirmeden izleyen yakın çevremden biliyorum. Dahası televizyonda maç anlatan böylesine deneyimli bir yayıncı ve spikerin izleyici profilinin biraz üzerinde bir seviye ortaya koyması gerekir. İlker Yasin birkaç senedir yaptığı "Üçüncü Devre" (Bu sene formatı değişti ve başına "Cafe" ibaresi eklendi) programında kendisi de konuklarına sık sık bu konuda uyarılarda bulunuyordu. Hatta ilgili olanlar hatırlar, yine bir maç canlı yayınında "etik" nedenlerle yorumcu Ahmet Çakar'ın Ersun Yanal'a soru sormasına engel olmuş, nihayetinde Kanal D ile Çakar'ın yolları ayrılmıştı. Bu konudaki tavrı anlaşılabilir, Ahmet Çakar'ın canlı yayınlar için oldukça tehlikeli bir konuk olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak maç anlatırken artık izleyicinin bile sıkıldığı duygusal yanlışlara düşmek, hakem hakkında imalarda bulunmak bu seviyede bir spor adamında hiç yakışık almıyor. Türkiye son dakikalarda yükselen tansiyonla başetmeyi öğrenirse sonraki hedeflerine ulaşabilir. Ama bunu maçı anlatanlar başaramıyorsa, sahada fiziksel ve ruhsal olarak enerjisi tükenmekte olan futbolcular nasıl başaracak? Profesyonellik deyip duruyorlar ya, herneyse o, sahanın dışında başlamalı! (G.Ö.)


Okurların kafası bayağı karışmıştır herhalde

Okurlar, Tercümanlarını alırken artık hiç değilse "O değil öbürü!" gibi gereksiz laflar etmekten kurtuldu. Yani bir bakıma, böyle durumlarda hep söylendiği gibi bir "kavram kargaşası" daha son buldu! Anlaşılmıştır herhalde: Artık tek Tercümanımız var... "Aslı-sahtesi" gibi gereksiz tartışmalara şahit olmayacağız artık... Tercümanlardan birisi adını Bugün'e çevirmiş bulunuyor.

6 Eylül okurlar açısından önemli bir gündü, çünkü okurlar bakkaldan Tercümanlarını alırken artık hiç değilse "O değil öbürü!" gibi gereksiz laflar etmekten kurtuldular. Yani bir bakıma, böyle durumlarda hep söylendiği gibi bir "kavram kargaşası" daha son buldu!

Anlaşılmıştır herhalde: Artık tek Tercümanımız var... "Aslı-sahtesi" gibi gereksiz tartışmalara şahit olmayacağız artık... Tercümanlardan birisi adını Bugün'e çevirmiş bulunuyor.

Tercüman'ın (D.B. ya da "Ilıcakların" diye çağrılanı) son günlerinde "Niçin Bugün?" anafikirli çok dokunaklı açıklamalar vardı. Şaşırtıcı bir biçimde bu anafikre ilişkin Cengiz Çandar da bir yazı yayımlamıştı. Bu yazıda bizim en çok dikkatimizi çeken bölüm, Çandar'ın "Bundan yaklaşık bir ay önce" M.Ali Ilıcak ile "yeni gazete konsepti" üzerine yaptığı (ve aktardığı) görüşmeye ilişkin olanıydı. Çandar'ı tanıyoruz: "Yeni gazete konsepti" üzerine bir tartışmayı tabii ki lâyıkıyla götürebilecek bir (hem de gerçekten iyisinden) gazeteci. Peki ya muhatabı? Bu kuşkumuzdan olacak Bugün'ün ilk sayısında (Tercüman'da olduğu gibi) Ilıcak'ın kaleminden çıkma "Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim" şeklindeki seslenişlerinden birisi yer alacak mı diye merakla bekledik doğrusu; ama ne yazık ki bulamadık...

Ayrıca söyler misiniz? Bugün gazetesine "konsept biçmek" hâlâ M. Ali Ilıcak'ın görev alanına mı giriyor? Bizim bildiğimiz eski Tercüman (D.B) gibi Bugün'ün "baş konseptcisi" de yeni patron değil mi?

Magazine bu derece kucak açmış başka bir gazete yok herhalde...

Peki 6 Eylül'de önümüze gelen Bugün nasıl bir gazete, hangi "konsept"e göre "dizayn edilmiş"?

Bizim ilk gözlemimiz şu: İçinde iyi kalemleri barındırmasına rağmen magazine bu derece kucak açmış başka bir gazete yok herhalde... Abartmıyoruz, manzara gerçekten böyle... Başından sonuna içinde "magazin" barındırmayan tek bir sayfa yok. (Bu manzara Nazlı Ilıcak'ın da dikkatini çekmiş olacak ki (bir gün öncesinden tabii ki) o da tutup -düzeni bozmamak için olsa gerek- Bugün'deki ilk yazısını İbrahim Tatlıses'e ayırmayı uygun görmüş...)

Neyse şimdi Bugün'ü bırakıp, medyanın artık tek kalan Tercüman'ından söz edelim biraz da:

Farkettik ki Tercüman'ı (Oh bee! Neydi o karışmasınlar diye başına sonuna ekler takmak zorunda kaldığımız günler!) epeydir elimize almamışız. Bu ihmalin de etkisiyle olacak gazetenin 1 Eylül tarihli sayısını baştan sona gözden geçirdik. Farklı bir köşe yazarı olduğu muhakkak olan Yağmur Atsız'ın yazısından başlayarak.

Atsız, "Yine istemezükçüler ittifakı" başlıklı yazısında, Orhan Pamuk aleyhine dava açılmasından hareketle Türkiye'nin AB üyeliği söz konusu olduğunda "İstemezük" diye ortaya atılanları konu edinmişti. Yazar "Benim tezim hep şudur" dedikten sonra şöyle devam ediyordu:

"Türkiye'nin Avrupa ile bütünlüşmesi fikrinden yılan görmüş gibi irkilen ve bunu önlemek için her çareye başvurmayı mübah sayan bir 'Koalisyon' vardır Cennet Vatanımızda. Bu Koalisyon mepsubları, belki diğer tekmil konularda ayrı kanaat sâhibidirler, hattâ bazen birbirlerinin can düşmünıdırlar ama iş Türkiye'nin AB tam üyeleğine geldi mi ânında katranla tüy gibi yekdiğerine yapışırlar. (...) Şimdi sıra, Türkiye'nin enternasyonal alanda tanınan ve yine var gücüyle AB'ye tam üyeliği uğruna mücâdele eden Yazarı Orhan Pamuk'da. Bakınız, tam 31 Ağustos'da AB ülkeleri Brüksel nezdindeki sefirleri toplayıp 3 Ekim müzâkerelerinin başlayıp başlamaması, Türkiye'ye bir Âl-i Cengiz oyunu oynanıp oynanmaması şıklarından hangisinin daha münâsib olacağı tartışılır ve 1 Eylül Günü Galler'in Newport Kasabası'nda AB Dışişleri Bakanları konuya son ve resmi şeklini vermek üzere toplanmışken ve burada Almanya ve Dönem Başkanı İngiltere Türkiye'ye verilmiş 'şeref sözü'nün yerine getirilmesi için boğuşurken Avrupa Kamuoyu; Orhan Pamuk, Türklük'e hakâret ve üç yıl hapis konularına odaklandırılıyor!!! Neden? Tâ Şubat Ayı'nda bir İsviçre gazetesine verdiği mülakattan ötürü!!! Tam yedi ay sonra, buluna buluna bugün!!!"

Yağmur Atsız, "İstemezükçüler"in marifetlerine ilişkin başka örnekler de veriyor. Yazar, yazısını şu cümlelerle bitirmiş: "'İstemezükçüler' kimlerle aynı safta Türkiye'nin Avrupa dışına itilip bir Üçüncü Dünyâ devleti olarak itilip kakılmasından başka sonuç vermeyecek bir mücâdele verdiklerini bir an düşünseler acabâ titreyip kendilerine dönerler miydi?"

Türkiye'de okur olmak zor gerçekten!..

Yağmur Atsız, Tercüman'ın "başyazarları"ndan birisi değil, çünkü arka sayfalardan birinde yazıyor. Umarız (ve dileriz) ki, Tercüman okurları bu sayfalara gelinceye kadar yorulup Atsız'ın yazılarını atlamıyorlardır...

Peki gazetenin "başyazarları"nın "istemezükçüler" hakkında düşünceleri ne merkezde? Siz bakmayın bu soruyu kaleme aldığımıza, aslında soruyu kaleme alırken biz de gülümsüyoruz! Nedeni açık: Çünkü Atsız'ın sözünü ettiği "istemezükçüler"in başında bu "başyazarlar" geliyor!

Mesela, Servet Kabaklı'nın Atsız'ın hakkında söz ettiğimiz yazısıyla aynı gün yayımlanan "Avrupalı'ya göre biz..." başlıklı yazısı. (Yazının içeriği daha başlığından belli değil mi?) İsterseniz fazla uzatmadan bu yazıdan da birkaç satırı olduğu gibi aktaralım:

"Dostlarım, 'Vahşi Batı'dan, hele hele menfaatinin esiri olan şu 'Gamalı Haç Kafalı' Avrupalı'dan bize dost olmaz. Şu taassubunun ve menfaatinin esiri olan Avrupalı, sadece ve sadece 'kasabın besli koyuna baktığı gibi', bizi nasıl sömüreceğine, nasıl dilim dilim dilimleyip, nasıl yiyip yutacağına bakar... "

Aradaki farkı farketmemek mümkün mü?

Bu durumda siz söyleyin: Tercüman okuru şimdi ne yapsın? Hangi yazarının sözüne itimat edip, Türkiye'nin AB tam üyeliğini hangi yazarının yorumunun ısığında düşünsün?

Zor, gerçekten zor şey (Türkiye'de) okur olmak... (K.B.)


8 Eylül 2005
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED