AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Yargıyı, hukukun üstünlüğünü savunacak yasalar çıkartsak...

Türkiye'de her sıkışan ya da kıvırtmaya çalışan politikacı ya da bürokrat yargının bağımsızlığından söz eder.

Oysa herkes bilir ki yargı bağımsız falan değildir. Yargı bile bağımsız olmadığını çeşitli üst düzey temsilcileri aracılığı ile sık sık dile getirir.

Yargıyı idarenin, hatta kolluk kuvvetlerinin bir uzantısı sayan 12 Eylül anlayışı çerçevesinde oluşturulan yargı teşkilatı bu nedenle bugün Türkiye'nin en sorunlu kurumlarından biridir.

Geçtiğimiz hafta Brüksel'de, AB ile bazı sivil kuruluşların ortaklaşa düzenlediği ve Türkiye'nin AB sürecinde Kürt meselesini ele alan bir konferansta, Orhan Pamuk hakkında açılan dava sık sık dile getirildi.

Kuşkusuz davanın açılmasını, Türkiye'nin 3 Ekimde başlayacak AB ile müzakere sürecine yönelik bir sabotaj olarak nitelendirenler oldu.

Bunun ötesinde, başta AP Türkiye Karma Komisyonu Eşbaşkanı Lagendijk olmak üzere bazı konuşmacılar bir öneri getirdiler.

"Madem geniş bir yargı reformu hemen yapılamıyor o zaman hükümet, Meclis'teki çoğunluğu sayesinde savcıların, yargıçların istedikleri gibi yorumlayamıyacakları, 'devletin menfaatleri' gerekçesine sığınamıyacakları yasalar, yasa maddeleri çıkartmalı."

Mesela, Pamuk davasında Başbakan'ın sadece üzüntü belirtmekle kalmamasını, "maddeyi bu şekilde anlaşılmaması ve bu gibi yeni davalara neden olmaması için değiştireceğiz" demesini bekleyenler vardı.

Aynı durum, Ermeni Konferansı'nı engellemek amacıyla kendisini görevli kabul eden bölge idare mahkemesinin dayandığı hükümler için de geçerli.

Lagendijk şu öneride bulundu:

"Orhan Pamuk hakkında açılan davayla birlikte ele aldığımızda, bu son karar iki şeyi ortaya koyuyor. Birincisi, adalet mekanizması içinde ilerlemeye karşı olan, Türkiye'de herşeyin şimdi olduğu gibi kalmasını isteyen muhafazakar görüşlü hakimlerin, savcıların büyük etkisinin devam ettiği.

İkincisi de bu yetkililerin Türkiye'deki kanunların bir kısmını, hatta yeni ceza yasasını bile kendi amaçlarına uygun bir şekilde kullanabildikleri. Hükümet de umarım böyle bir değerlendirme yapar: Reformların önünü kesen muhafazakar görüşlü adli yetkililerin bu amaçla kullandığı yasaları tespit edip bunları değiştirebilir. Böylelikle bu türden davaların bir daha mahkemelerin önüne gelme olasılığını tamamen ortadan kaldırır."

İyi de, kendisini, siyasi eğilimine göre, devleti ve devletin menfaatlerini korumakla yükümlü gören yargı mensuplarının, hukukun üstünlüğü ilkesine boş vermelerini engelleyebilmek için bu yeterli olabilir mi?

Tabii Türkiye AB yolunda bütün hukuki mevzuatını değiştirmeye koyulduğu ve geniş çaplı bir adli reform yapmaya başladığı zaman bu meseleler daha açık bir şekilde konuşulabilecek.

Zaten yargının genel olarak -bütünüyle değil- bu değişime direnmesinin en önemli nedeni de bu olsa gerek.

Yargının adaleti sağlayamaması artık toplumsal bir sorun haline geldi. Yargının sadece devleti ve devletin kolluk kuvvetlerini koruduğuna inanılıyor. Türkiye'de işkencenin hâlâ devam ediyor olmasının en büyük sorumluları arasında maalesef çeşitli yollarla işkencecileri kollayan savcı ve yargıçlar var.

Tabii, görevlerini bu baskıcı ortama rağmen yasalara ve hukukun genel ilkelerine uygun olarak yapmaya çalışanlarlar bu kapsamın dışında.

Mesela, Ermeni Konferansı'nı, belki de siyasi eğilimlerine göre yasaklamaya kalkan idare mahkemesinin, devleti koruduklarını zanneden iki yargıcına karşı direnen ve mahkemenin böyle bir yetkisi olmadığına ilişkin karşı oy veren yargıcını burada alkışlamak gerekir.

Türkiye'de yargı, bir kere herşeyden önce, hukukun üstünlüğünden bile önce vatanın bölünmez bütünlüğüne bağlıdır.

Bunu yıllar önce, 1996 yılında, zamanın Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden söylemişti. En yüksek yargı organının başındaki en yüksek yargıç...

Böyle bir anlayış olduktan sonra yargının bağımsızlığından söz edilebilir mi?

Tabii o tarihlerde - kuşkusuz daha sonra da- bu bağımsızlık anlayışı ile, yüksek mahkemenin önüne gelen bütün parti kapatma davalarında hukukun üstünlüğü falan değil, devletin ali menfaatleri kıstası geçerli sayıldığı için birbiri peşisıra bir sürü parti kapatıldı.

Şimdi bu eski yüksek yargıç, kendisine Türk Solu adını veren, ama aslında Türk ırkçılarını temsil eden bir derginin yazı kadrosunda olup, bu derginin ırk ayrımcılığını kışkıran yazılarını savunmakla meşgul.

Ermeni Konferansı'nı bu kez de yetkisiz bir mahkemenin hukuk dışı bir kararı ile ertelenmek istenmesi üzerine duyulan şaşkınlık üzerine bunları anımsadım.

Ve tabii hiç şaşırmadım. Belki biçim olarak bu tip bir karar ilk olabilir ama, anlayış olarak yargı organlarının daha önce aldığı buna benzer bir yığın karar mevcut.

Murat Belge'nin de belirttiği gibi, «Bu kararı almak üzere başvuran vatanperver avukatlar, bunu kendi anladıkları bir 'ulusal çıkar' gözeterek yaptılar. Mahkemenin kendisi de aynı kaygıyla hareket etti. Böylece, 'ulusal çıkar'ın 'demokrasi'nin önüne geçmesi sağlanmış oldu."

O nedenle, yargıçlara takdir hakkı tanımayan yasalar çıkartılsa bile bu yeterli olmayabilir.

Çünkü mesele, herşeye rağmen hukukun üstünlüğünü savunacak bir yargı mekanizmasına sahip olmak.

O da, zamanla olur inşallah.


26 Eylül 2005
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED