AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
En uzun susan adam...

Geçen hafta yazacaktım, olmadı. Kifayetsiz muhterislerle uğraşmaktan, "Ben neyim ki, yazar olarak ağırlığım nedir ki orda burda konuşup kitaplar yazıyorum" diye kendini sorgulaması memleketin hayrına olacak insan evlatlarına ayar vermekten vakit mi kalıyor?

İşte Vüs'at O. Bener de öldü.

Gazeteler, tek sütuna ölüm haberini geçtiler. Ne merhuma ilişkin bir yazı, ne iç açıcı bir değerlendirme...

Murat Belge yazdı bir tek.

Kendini, hep "kıyıdakilerin hamii" olarak sunan, mülkiyeti seven, perva göstermeden Oğuz Atay'ı da, Yusuf Atılgan'ı da sahiplenen, bu mülkiyeti paylaşmaktan hoşlanmayan Murat Belge. Hadi, okuduk ve kabul ettik.

Bir de itiraf:

Kendimi tam da, dincilikle (dindarlık demeye hiç dili varmıyor) köylülük arasında "zorunluluk ilişkisi" kuran, modernitenin değişim demek olduğunda ısrarlı, düşünür olarak da bugüne kadar "Ay, İstanbul'u köylüler bastı şekerim"den öte dişe dokunur bir laf üretmemiş Murat Belge seçkinciliğine giydirmeye hazırlıyordum. Radikal'deki "Vüs'at Bener" yazısını okuyunca vazgeçtim. Daha doğrusu, onu affettim.

Kimbilir, belki bu yazı bağlamında dile getirilenler, ilişki kurmakta zorlandığı "çevre"ye ilişkin görüşlerini değiştirir, dindarlıkla köylülük arasındaki (varolduğu söylenen) ilişkinin hiç de öyle "zorunluluk" sözcüğüyle açıklanamayacağını fehmeder... Kimbilir, biraz daha zorlasa, bakarsınız, kurduğu zorunluluk ilişkisinin oryantalist doğu yaklaşımından neşet ettiğini filan keşfeder. (Bu arada, modernitenin "değişim" demek olduğunu saptayan ilk düşünür de Murat Belge'dir. Modernite herşeydir; belki ilerlemedir, belki terakkidir, belki gelişmedir, ama bir tek şey değildir; o da değişim...)

Murat Belge, kendisini bağışlatan yazısında, Vüs'at Bener denince aklına ilk "yalınlık" kavramı geldiğini, Türk edebiyatında bugüne kadar (yalınlık konusunda) ona erişen ya da geçen yazar olmadığını söylüyordu.

Köy aydınlanmacılarını (Fakir Baykurt, Talip Apaydın vs...) saymazsak, doğru. Çünkü onlardaki yalınlığın, "iyi yazı"nın şart koştuğu yalınlıkla (edebiyat yapmadan az sözcükle çok şey anlatma becerisiyle) ilgisi yok; onlar büyük ölçüde "mahcur edebiyatı"ndan besleniyorlardı ve yazdıkları "şey" kötüydü...

Vüs'at Bener'de hem yalınlık, hem de kendini ele vermeyen bir "biçim kaygısı" vardı. İlk dönem öykülerini oluşturan "Dost" ve "Yaşamasız", kafayı yapı sorunlarına takmış bir yazarın "biçim denemeleri" niyetine de okunabilir. Sade, duru, ama "arketipi" olan öyküler...

Çok iyi romanlar, çok iyi öyküler, çok iyi oyunlar yazdı. Berbat bir "Manzumeler" kitabı çıkardı. Benim Nobel adayımdı. Hâlâ dönüp dolaşıp "Mızıkalı Yürüyüş"ten, "Kara Tren"den parçalar okuyorum.

Ne yazık ki o "çok iyi romanlarına" fazla ısınamadım. "Bay Muvannit Sahtegi'nin Notları"ndaki, zaman zaman fetiş boyutlara varan söz ve biçim oyunlarını tutmadım.

Şiirleri de öyle...

Zaten "Manzumeler" koymuştu şiir kitabının adını. Hayır, tevazudan değil. Gerçi Türk edebiyatının en mütevazı yazarıydı ama, sadece "haddimi biliyorum, bunu görün ve fazla ciddiye almayın" demek istiyordu.

Ben de yazımı, kendini "kıyıdakilerin hamii" sayan Murat Belge gibi bitirmek istiyorum: Vüs'at Bener, ortaya koyduğu şeyin zihinlerindeki standardı yüksek olduğu için, oraya varıldığından emin olmayınca suskun kalmayı tercih ederdi. Az kişinin bildiği, ama bilenin çok fazla beğendiği bir yazardı.

Üstelik, Oğuz Atay'ın da kankası sayılırdı...


14 Haziran 2005
Salı
 
AHMET KEKEÇ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED