AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Cumhuriyet okurları sadece 'aydınlanmacı yazar' istiyor...

Cumhuriyet gazetesi bir süredir her çarşamba ve tam sayfa olmak suretiyle "Söz okurun" diyor... Burada yayımlanan yazılardan anlaşılıyor ki, Cumhuriyet okurları, gazetelerinde İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Deniz Som vb. "aydınlanmacı" yazarlardan başkasını görmek istemiyor... İyi oldu bu sayfa; Cumhuriyet'in "okur profili"ni pek güzel anlatıyor...

Cumhuriyet gazetesi bir süredir her çarşamba ve tam sayfa olmak suretiyle "Söz okurun" diyor... Bu sayfa kendi içinde iki ana bölüme ayrılıyor. Daha geniş bir hacme sahip bölümde, Cumhuriyet okurlarının çeşitli konulardaki fikirlerini içeren kısa yazılar yer alıyor...

Bu yazının konusu olan "Eleştiriler" bölümünde ise Cumhuriyet okurlarının gazetelerine ilişkin eleştirilerini okumak mümkün... Burada yayımlanan yazılardan anlaşılıyor ki, Cumhuriyet okurları, gazetelerinde İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Deniz Som vb. "aydınlanmacı" yazarlardan başkasını görmek istemiyor...

8 Haziran tarihli son "eleştiriler"de anılan dört ismi sayalım, varın gerisini siz düşünün: Toktamış Ateş, Attila İlhan, Oral Çalışlar ve Orhan Bursalı...

Sizin "o da mı?" vurgunuz muhtemelen ilk iki yazardan biri üzerine olmuştur. Tahminimiz odur ki, "Attila İlhan" şıkkını işaretleyenleriniz daha fazladır...

Evet, "o da..." Üstelik, eleştiriyi gönderen Cumhuriyet okuru yazarın adını bile anmıyor, her defasında "Gazetenin son sayfasındaki sayın yazar" diye söz ediyor Attila İlhan'dan... Cumhuriyet gazetesini "Kemalizmin harlı ocağı ve yüz üniversite" diye tanımlayan Yaşar Özçelik adlı okur, "son sayfa"daki "İnönü eleştirileri"nden şikâyetçi:"İsmet Paşa için gazetenin son sayfasındaki Sayın yazarın eleştirilerini bir türlü hazmedemiyorum. İsmet Paşa hakkındaki birikimlerimi yazıp gazetenize göndereceğim.."

Bu arada Yaşar Özçelik'in mektubunda ilginç bir de haber gizli. Onu da okuyalım:

"Zaten buna hazırlanırken (İsmet Paşa hakkındaki birikimleri yazma işine -Kronik Medya) 19 Mayıs 2005 Atatürk'ü Anma ve Gençlik Bayramı'nda Bursa Atatürk Anıtı'na konulan çelenkler içinde CHP çelenginin kasten bir OK'unu eksik koyuyorlar. Üç gün tepki olacak mı diye izledim. Tepki nerede oralı bile olan yok. Şipşakçı fotoyu getirdim resmini aldım. İzmir Selçuk Lisesi kız öğrencileri görünce tepki gösterdiler ve resimlerini çektirmemi istediler. Bu parti bitti, Atatürk Düşünce Derneği de bitti. Geriye ne kaldı? Tapuları da verdik, bitmesine az kaldı."

Valla, biz bu Cumhuriyet okurunun biraz fazla kuşkucu bir okur olduğu gibi bir vehme kapılmadık dersek yalan olur... "Altıncı ok" en fazla düşmüştür canım, kim "kasten" eksik koyacak? Ama bilmiyoruz, belki önümüzdeki günlerde Cumhuriyet'te bir haber olarak karşılaşırız 5 oklu fotoğrafla...

"Kemalist / aydınlanmacı çizgide onlarca yazıyı bırakıp da ikinci cumhuriyetçi yorumlara neden kafa yoralım?" diye soran Kaya Çetin adlı Cumhuriyet okuru, "Toktamış Ateş'le ilgili gerekli eleştiriler daha önce Söz Okurun sayfasında çıktığı için" onu geçip (hem zaten o "ara sıra doğru şeyler de yazmakta"dır) Oral Çalışlar'a getiriyor sözü. Okur, bir yandan Çalışlar'a "Radikal ya da Evrensel"in yolunu gösterip kırmızı kart çıkartırken öbür yandan "ya o ya ben"e getiriyor (buradaki "ben", "biz Cumhuriyet okurları" oluyor tabii): "Cumhuriyet gazetesi, sayfalarını sürdüregeldiği ilkelere aykırı görüşlere açarak okur profilini değiştirme yaklaşımı içindeyse, ilkelerine sahip çıkmakta utangaç davranan CHP'deki gelişmelerden ders almalıdır. Kaldı ki Cumhuriyet, ilkelerinden vazgeçecek olsa bile buna kimseyi inandıramaz; bu yöntemle yeni okur kazanamayacağı gibi kendi okurunu da kaybedecektir."

İyi oldu bu sayfa; Cumhuriyet'in "okur profili"ni pek güzel anlatıyor... Sayfayla ilgilenmeye devam edeceğiz... (A.G.)


'Ne aydınlanması yahu?'

Tesadüf işte, Cumhuriyet okurlarının gazete yönetimine ilettikleri "aydınlanmacı yazarlardan başkasını istemeyiz" feryatlarını bilginize sunmak için kolları sıvadığımız gün (dün yani) Akşam yazarı Egin Ardıç da, kendi deyişiyle, "CHP'li emekli öğretmenlerin hakkında suç duyurusunda bulunacağı" yeni bir "aydınlanma" yazısı kaleme aldı. Bu yazıyı da kaçırmayın istedik...

Genelgeçer görüş, Türkiye'nin cumhuriyet dönemiyle birlikte bir 'aydınlanma çağına' girdiği şeklindedir. Aydınlanma çağı, on sekizinci yüzyıl Avrupa'sının dine sırtını dönmüş, 'bilimi yeni keşfetmiş' ve bunun keyfine varmış dönemidir ve Fransız Devrimi'yle de artık 'pekiştiği' kabul edilir.

Bu gelişme bir yandan 'bağımsız yazarlar ve feylesoflar' eliyle yürütülmüş (Diderot, D'Alembert, şu bu), bir yandan 'despot ama iyi niyetli ve aydınlanmacı krallar' da görülmüştür (Prusya Kralı Büyük Friedrich)...

Yani ille de bir cumhuriyet fikrine bağlı değildir. Öyle olsaydı, bugün İngiltere dünyanın en geri ülkelerinden biri sayılmalıydı!

Türkiye'nin de Atatürk döneminde böyle bir çağa 'nihayet' adım attığı düşünülmektedir. Çünkü efendim, işte 'tekkeler ve zaviyeler' kapatılmıştır, falan.

Oysa, İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülen Darülfünun bir Osmanlı kurumuydu ve gerek bu sivil okuldan, gerekse Gülhane'deki Askeri Tıbbiye'den mezun olan doktorlar herhalde üfürükle hasta bakmıyorlar, muska değil de reçete yazmak için rejimin değişmesini beklemiyorlardı!

Bu dönem, günümüzün Neo-İttihatçı'ları tarafından da bir 'asr-ı saadet' gibi algılanır. O kadar öyledir ki, başta tarih olmak üzere ders kitapları 'kalın kalın' yazılmış, sert kapakla ciltlenmiş ve kaymak kağıda basılmıştır! Gözü kör olası Demokrat Parti, hem artık ciltletmez olmuş bunları, hem de saman kağıda basmış! Oysa İsmet Paşa'nın ders kitapları bambaşkaymış canım...

Atatürk'ün de Yurttaşlık Bilgisi kitabını bizzat kendisi yazdığı söylenir. Afet Hanım'a yazdırdığını söyleyen de vardır. 'Afet Hanım kim?' diye sormayınız, çünkü emekli memurlarla cebelleşmekten bıktım.

Bir devlet başkanının, bir komutanın ders kitabı yazması günümüz Neo-İttihatçı'ları tarafından makbul karşılanmaktadır. Üstelik o tarihte 'her disiplinin ders kitabı kendi uzmanınca kaleme alınır ve yazarda akademik yeterlilik aranır' diyebilecek bir Talim Terbiye Kurulu var mıydı?

Bu dönem, ne yazık ki ilkokullarda 'yavrukurt' örgütünün, liselerde 'beden eğitimi gösterilerinin' dönemidir. Bunlar, hem Almanya'dan, hem İtalya'dan, hem de Sovyetler Birliği'nden esinlenmiş, esinlenmiş ne kelime, doğrudan, bire bir alınıp uygulanmış 'totaliter' muhabbetlerdir.

Tıpkı, Mussolini İtalyası'ndan bire bir tercüme edilmiş eski ceza kanunumuz gibi!

Bu bir aydınlanma çağı değildi.

Çünkü, kaymak kağıda 'Orta Asya'dan göç yolları haritası' basmakla, saman kağıda 'Osmanlı'da toprak onu işleyene aitti' yazmak arasında temelde hiçbir fark yoktur. Her ikisi de bilim dışıdır.

'Güneş-dil teorisi' hangi batı üniversitesinin kapısının önünden geçebilir? Bir Hint-Avrupa dili konuşan fakat 'atalarımız olan Eti Türkleri' lafına hangi batı anfisinde kahkahalarla gülmezler?

Ne tek parti dönemi ne de çok parti dönemi başarabilmiştir 'Türk aydınlanmasını' yaratmayı. Biri robot yetiştirmiştir, öteki haybeci. Bir 'Türk rönesansı' doğmamıştır. 'Köylerde tek partinin göz kulağı olacak eğitmen' yetiştiren Köy Enstitüleri, birçok zavallı solcunun sandığı gibi sol mol değil, bal gibi faşist torna tezgahlarıdır. Nitekim, faşistler dünya savaşında yenilince gözden düşmüşlerdir, çünkü artık onlara gerek kalmamıştır.

Bir Türk aydınlanması başarılsaydı, bugün ortalık bilgili, kafalı, özgür ve bağımsız düşünebilen, iyi yetişmiş binlerce ve binlerce aydınla dolardı. Oysa ben baktığımda cahil, beyinsiz, korkak, pısırık, evet efendimci, salla başını al maaşını 'zombiler' görüyorum. En küçük kanıtı, bu yazıya gelecek küfürler. Fakat isterseniz bunu da tarihçilere bırakalım ha?


14 Haziran 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED