T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 26 MAYIS 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Öncülerin öncüsü Üstad'ı hatırla/t/mak

O, "Sahte Kahramanlar" da dahil olmak üzere, herşeyin sahtesine karşı mücadele verdi. "Tarih Boyunca Mazlumlar"ın dostu, kubur farelerinin amansız düşmanıydı. 1980 öncesini yakıp kavuran sol fitnenin köküne "Çepçevre Sosyalizm, Komünizm ve İnsanlık" ve benzeri eserleri ile kibrit suyu döktü. "Motor kuvveti" ile "beyin ve ruh gücü"nün ittifakı için çok çaba sarfetti.

  NAİM TATLICI (*)

"Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir!"

Nur oluğundan akmış insanlardan biri olan Üstad Necip Fazıl, bundan tam 23 yıl önce 25 Mayıs 1983'te Hakk'a yürümüştü. Bu büyük dava önderini değil bir yazıda, yüz yazıda anlatabilmek elbette ki, kabil değil... Ancak onun kamet-i kıymetinin keşfine kapı açabilmek, milyonların istifade ettiği eserlerinden yeni nesle örnekler vermek kaygısıyla bu yazı bir borç edası keyfiyetinde görülmelidir.

Üstad âhiret alemine göçtüğünde, ben henüz on yaşındaydım ve 80 sonrası nesil gibi onu göz ve kulak planında tanıyamama bahtsızlığı ile karşı karşıya kalmıştım. Fakat İslâm'ı tanıyan birçok gençte olduğu gibi, ben de gözlerimi onunla açtım. Okuduğum her kitabı ile inanç adına yeniden gerildim, imandan tereşşuh eden fikrin küfür düşüncesine nasıl galebe ettiğine şahit oldum. Birçok kişi, Üstad'da kendi hayat inkılâbını buldu.

Peki bu dâhî insan kimdi, ne yapmıştı?

Doğduğu 1905 yılından 1934'e kadar geçen hayatını,

"Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum."

diye ifade eden "Fazıl" insanın dünyası, mürşidi Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile tanışınca kökten değişti ve bundan sonra da üst kademenin göklere çıkarttığı şair, "sâbık şair" oldu. Artık "mukaddes davanın dönmez davacısı"nın hayat serüveni başlıyordu.

ÖNCÜLERİN ÖNCÜSÜ: SEMASINDAKI TEK YILDIZ

Adeta yeniden doğmuştu. Kabına sığmayan bir enerji küpü halinde "cemiyetin rahminde beklenen doğum sancısı"olmaya adaydı. Çıkarttığı Büyük Doğu dergisinde "Allah'a itaat etmeyene itaat olunmaz!" başlığını atabilen büyük sanatkâr, "zulüm karşısında susan dilsiz şeytandır," hadisine ittibanın gönül rahatlığı içindeydi. "Çil horozun yeni bir dünya hediye ettiği" bu insanı, Cenabı Allah 20. asırda feri sönmüş, ümidi kırılmış, fikir ve aksiyon çapında sırtı iki büklüm olmuş ümmete ihsan ediyordu. Yüzü aşkın eseri içinde, onu, "semasındaki tek yıldız" katına yükselten "Çile"de,

"Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış,
Marifet bu; gerisi yalnız çelik-çomakmış."

mısralarıyla ifade ettiği sanat anlayışı ile insanın kainattaki konumundan, iç alemin duygu ve ihtiraslarından bahsediyor; madde ve ruhun problemlerine giriyor, "Nefsini bilen Rabb'ini bilir" hakikatı ile kalbin derinliklerine yelken açıyor, öteleri kurcalıyor, yüce Resûl'e dünyadan sevdirilen üç şeyden biri olan kadına değiniyor, hafakanlarını paylaşıyor, cemiyeti yoğuruyor ve bütün fâni fenâlara öfkesini belirtiyordu.

Ben İmam Gazali'yi, İmam Rabbani'yi, Muhyiddin-i Arabi'yi onunla tanıdım. "Veliler Ordusundan" ile gerçek veli kimmiş, ondan öğrendim. "Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu"yla en üstünü yokluk mertebesine gelen, fakat hakiki varlığa geçemeyen Batılılar ile ruh hayatımızın temsilcilerini kıyaslama imkânı buldum ve hayatlarının sistemleşmiş adı olan tasavvufun sıcak iklimini kokladım. "İman ve İslam Atlası"nda zahirî ve batınî amellerin yamaçlarında gezdim. Üç asır bizleri kenetleyen, ayağımıza pranga vuran kaba softa ve ham yobazı onunla teşhis ettim.

O, "Sahte Kahramanlar" da dahil olmak üzere, herşeyin sahtesine karşı mücadele verdi. 80 öncesini yakıp kavuran sol fitnenin köküne "Çepçevre Sosyalizm, Komünizm ve İnsanlık" ve benzeri eserleri ile kibrit suyu döktü. "Motor kuvveti" ile "beyin ve ruh gücü"nün ittifakı için çok çaba sarfetti. "Tarih Boyunca Mazlumlar"ın dostu, kubur farelerinin amansız düşmanıydı. "Son Devrin Din Mazlumları"nda, İskilipli Atıf Hoca'yı, Bediüzzaman Said Nursi'yi, Süleyman Hilmi Tunahan'ı, Şeyh Esat Efendi'yi ve mürşidi Seyyid Abdülhakim Arvasi'yi onunla tanıma şerefine erdim. İslam'a hizmeti o kadardı ki, kitabında en fazla yer ayırdığı Üstad Bediüzzaman Hz. O'na şöyle demişti:

- Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlayamıyorum; daha az veya daha çok olabilir-NFK) kabul ediyorum.

"Çöle İnen Nur" ve "Esselam" ile Resul aşkını satır ve mısralarına taşıdı. Yazdığı "Raporlar", bugünkü sıcak siyasi gelişmeleri hâlâ yansıtabilecek kadar yeni ve duru... "Örgülediği ideolocya", adeta cemiyetimizin nizamnâmesi hükmünde... Edebi boyutu ayrı bir yazı konusu... Mana için şekli dahi feda etmeyen hece vezninin usta temsilcisi...

YETER Kİ, GEMİYİ TERKETME!

Öylesine zeki ve aşıktı ki, birgün Abdülhakim Arvasi Hz:

- Sen de iki şey ifrat halinde, zeka ve muhabbet, keşke bu kadar zeki olmasaydın!

demişti. Üstad birgün mürşidine sormuş ve şu ihtarı almıştı:

-Efendim, ben kurtulacak mıyım?

-Bir gemi giderken, paspas da içinde gider. Yeter ki o gemide ol Necip!

Necip Fazıl'a enaniyetli nazarıyla bakanlar olsa da, benliğin köpük köpük eridiği mısraları da yine O yazmıştı:

"Sonsuzluk kervanı ardınızda ben
Üç ayakla seken topal köpeğim
Bastığınız yeri taş taş öpeyim
Bir kırıntı yeter kereminizden
Sonsuzluk kervanı peşinizde ben..."

Mantık patlaması nedir, onunla bildim. Malatya hadisesi sebebi ile olan mahkemede savcının,

- Biz Necip Fazıl'ın sanıkları şahsen tahrik etmediğini biliyoruz. Ancak bunlar onun yazılarını okuyarak eyleme geçmişlerdir.

demesine mukabil, Necip Fazıl şu tarihî konuşmayı yapıyordu:

"Kibrit yangına sebep oldu diye bütün kibrit fabrikaları kapatılacak mı? Bıçakla cinayet işlendi diye elma kesen bütün bıçaklar toplatılacak mı? Kıskançlık yüzünden karısını öldüren adamın cebinde, "Otello" piyesi bulundu diye Şekspir'in iskeletine kelepçe vurulup mahkemeye celbi için Londra savcılığına müzekkere mi yazılacak?..."

BOŞLUK BIRAKMADI Kİ, DOLDURULSUN!

Seneler öteleri kurcalamanın hafakanlarıyla ve âlem-i İslâm'ın ızdıraplarını çekmekle geçmiş; ancak fırtınalı yılların sonunda, peygamberleri dahi atlamayan "perde ardından haber" gelmişti.

"Son gün olmasın dostum, çelengim top arabam,
Alıp beni götürsün dört tam inanmış adam"

diyen dava adamı, Fatih Camii'ndeki cenazesinde yüzbinlerin inlemesi ile uğurlanıyordu. Hüseyin Üzmez'in kitabında anlattığı gibi, bir ara Prof. Dr. Ayhan Songar "bıraktığı boşluğu kimse dolduramaz..." deyince; espri deposu dava arkadaşı Osman Yüksel gerçeği şöyle ifade etmişti:

- Boşluk bırakmadı ki doldurulsun. Herşeyi doldurdu, gitti. Kafaları doldurdu, gönülleri doldurdu ve yaşını doldurdu.

İçinde yaşadığımız şu sisli günlerde cemiyetin Necip Fazıllara ne kadar ihtiyacı var. "Esselam" kitabının sonunda yer alan vasiyetini okumayı herkese tavsiye etmekle birlikte, son iki maddesini burada özellikle zikretmek istiyorum:

- Allah'ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!

- Beni de Allah ve Resûl aşkının bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız.

Seni hiç unutmayacağız. Ruhun şad olsun Üstad! Ruhuna Fatiha...

(*) Edebiyatçı - yazar

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi