T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 5 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Mustafa KUTLU

İslam sanatı-II

Geçen haftaki yazımızı okuyanlar Tıtus Burckhardt'ın İslâm Sanatı-Dil ve Anlam (Çev: Turan Koç. Klasik Yay. Ekim 2005) adlı kitabını değerlendirmeye çalıştığımızı biliyorlar.

Geçen hafta yazarı tanıtmış, kitaba "Sunuş" yazan Seyyid Hüseyin Nasr'ın kitapla ilgili fikirlerini dile getirmiş; eserin 16 sayfasını okuduktan sonra bu değerlendirmeye giriştiğimizi açıklamıştık.

Yazar sadece mimarî ve resmi (minyatür) göz önünde bulundurmuş, esasen mimariye ağırlık vermiş ve bu tutumu ile ilk bölümde Kâbe'yi ele almıştır.

Elbette ki ilk inşası Hz. Âdem tarafından yapıldığı söylenen, daha sonra Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail tarafından bugünkü formu ile yenilenen, Müslümanların Kıblesi Kâbe (Beytullah) ilk ele alınacak binadır. Yazar da bunu belirtiyor: "Kâbe'nin İslâm sanatı ve herşeyden önce mimarisi açısından merkezi bir öneme sahip olduğu son derece açıktır".

T. Burchkhardt Kâbe'yi "tam anlamıyla bir sanat eseri" (Tabii sanat eserinden ne anladığını açıklamaksızın) saymıyor ve onun için şöyle diyor: "Küp şeklinde basit bir yapıdan başka bir şey değil". Kâbe kelime anlamıyla da şekil olarak "küp" mânasına geliyor.

Yazar ilaveten şunları söylüyor: "Daha çok ilk sanat (proto art) olarak adlandırabileceğimiz bir şeye aittir ve manevi boyutlara da, bakış açısına bağlı olarak, kıssa ya da vahye tekabül eder".

Bu satırlarda Kâbe'nin mimarî olarak pek önemsenmediği varsayılabilir; lakin Burckhardt onun "İslâm'ın kutsal sanatı tarafından ifadeye kavuşturulan her şeyi tohum halinde ihtiva ettiği"ni de belirtmekten geri durmuyor.

(Basit'in mükemmel ve yekpare, ulaşılacak son nokta olduğunu unutmayalım. Kelam kitaplarında "İnnallahe basîtun" diye geçer. Basit zordur, karmaşık kolaydır).

Bu "tohum"un muhtevası hakkında çok şey söylenmiştir. Ancak biçim bakımından neden küp olduğu, meselâ silindirik veya piramit şeklinde bir bina yapılmadığı soru işareti olarak duruyor. Yazar "küp" için "merkez fikriyle alâkalı bir şey" diyor. "Bütün mekânın billurlaşmış bir sentezi".

Ama görüldüğü gibi bu sözler herhalde bâtınî bir hakikate gönderme yapmaktadır (İslamî-tasavvufî bir soyutlama). Yazar "küp" meselesine 84. sayfada yeniden dönüyor. "Küp" ile "küre" ilişkisini inceliyor.

Gelin biz "küp"e daha yakından bakalım. Ne görüyoruz? Temel birim olarak "kare"yi buluruz. Kare'de özellik dört eşit kenar ile dört köşedir. Böylece tavan ve taban dahil bütün yüzeylerin birbirinin aynı olduğu anlaşılır. Yine muhtevaya ait olarak "vahdet" esasına dayandığını söyleyebiliriz.

Bu "dört" sayısının çeşitli anlamları var. Dört cihet, dört makam (Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat) dört unsur (su, hava, ateş, toprak), dört kapı-kırk makam vesaire. İşi sayıların gizemine "kare"nin Kabbalistik yorumuna indirgemek istemiyorum. Bu konuda Annamarıe Schımmel'in Sayıların Gizemi (Kabalcı Yay. 1998) adlı kapsamlı bir kitabı var. Ebced hesabında da dördün karşılığı "dal" harfidir. Bütün bunlar "Kare"nin estetiği (veya "Küp"ün güzelliği) konusunda bizi bir yere götürmüyor.

Tavaf Kâbe'nin etrafında dönülerek yapılıyor. Yazarın da belirttiği gibi bu dönüş hareketi eski mabedlerin pek çoğunda vardır.

Kare'nin etrafından dönmek (köşelerden keskin bir hareket yapılmaz ise, ki yapılmaz) bizi doğal olarak "daire"ye ulaştırır.

Yani hareketin âhengine.

Açıkcası bir karenin etrafını çeviren daire ile; dairenin içine yerleştirilen kare mimari açıdan bizim estetik ilkemizin tohumudur. Daha sonra inşa edilen mabetlerde bu temel biçimin çeşitli türevlerini görebiliriz (Küp'ün üzerine oturtulan yarım küre-kubbede kadim gelenekte bulunsa gerektir).

Yazar "tavaf"ı, "göğün kendi kutup ekseni etrafında dönüşünün taklidi" olarak niteliyor.

Bu bölümün 9. dipnotunda şu bilgi yer almaktadır: ".... Tasavvufî yoruma göre Kâbe, ilâhî 'Hazret'in yeri olarak kalbe tekabül eder; ve hacıların Kâbe çevresinde halkalanan hareketi nefsin kavranması imkânsız olan merkezinin çevresinde mütemadiyen dolanan düşüncenin ya da tefekkür ve teemmülün hareketini anımsatır". 90. sayfada küp küre ilişkisi anlatılırken "Küre"nin de "ruh"a tekabül ettiği belirtiliyor.

Görüldüğü gibi, benim yorumlarımı da katsanız, Kâbe'nin "küp" olarak inşasında bu formun estetik üstünlüğünü izaha yetecek bir malumata kavuşamıyoruz (Bir şeyin niçin "güzel" olduğunu izah ne kadar zordur).

İşte benim tam tatmin olmayan merakım burada tıkanıyor ve T. Burckhardt'ın bu kısa yazısı da yaraya merhem olamıyor. Gelecek yazıda inşallah kitabı takip ederek Kubbetu's-Sahra'dan bahsedeceğiz.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi