T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 21 NİSAN 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Tarih yapmazsan, tarih olursun

Bizim reaksiyon değil, insanlığa köklü öneriler sunan, yol gösteren ve sürekliliği bulunan tavırlar geliştirmeye ihtiyacımız var. Sadece bizim değil, bütün dünyanın ihtiyaç hissettiği şey, budur. Oysa, reaksiyoner tavırlar, tarihe müdahil olmak yerine nesneleşmeyi beraberinde getiriyor.

  • Yrd. Doç. Dr. MUSTAFA TEKİN (*)
    Son yaşanan olaylar dolayımıyla da çok yakından anlaşıldı ki, İslam dünyasının geleceğe projeksi-yonunda, sağlıklı tarih felsefesi anlayışı kırılmaya uğramıştır. Tarihe "metafizik" bir anlam yüklemek yerine, şu an olup bitenlerin bir "tarih" olduğu bilincini tekrar hafızamızda uyandırırsak, birazcık kendimizden ve dünyadan mesafeli bir şekilde olaylara yaklaşırsak, aslında hemen ve şimdi yeniden bu kırılmaları düzeltmek üzere harekete geçmemizin gerekli olduğunu da anlayabiliriz.

    "Tarih felsefesi" derken, aslında sorunun daha bir "kurucu" pozisyonunda tartışılması gerektiğinin farkındayım. Ancak bu yazıda birkaç olaydan hareketle, tarih felsefesine giden tartışmanın alt düzeyinde hangi donanımların eksikliğiyle malul olduğumuzu hatırlatmak istiyorum.

    KARİKATÜR MESELESİ VE REAKSİYONER TAVIR

    Yazıda konu edineceğim ve tahlil edeceğim ilk mesele, karikatür meselesi. Bu mesele, şu ân gündemini elbette ki yitirmişti. Bu yazı da, zaten bu tür meseleyi, üzerinden birazcık zaman geçtiği zaman daha anlamlı bir şekilde tahlil edilebileceğini önvarsayım olarak kabul eden bir anlayışla kaleme alındı. Şu ân bu olayı, daha sâlim ve sâkin bir kafayla tahlil edebilecek durumda olduğumuzu sanıyorum.

    Karikatür hadisesi ve ardından patlak veren olaylar iyi analiz edildiğinde, aslında sorunun bir çok boyutu olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bildiğimiz gibi Danimarka'da bir gazete Eylül ayında Hz. Muhammed (SAV)'e yakışmayacak tarzda karikatürler yayınladı. Ardından da, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde aynı karikatürler haber olarak tekrar tekrar yayımlandı. Bunun üze-rine İslam dünyasının farklı ülkelerinde farklı boyutlarda tepkiler oluştu. Bu tepkiler karşısında Avrupa hükümetleri ve basını iki şeyin altını çizdiler: Basın / ifade özgürlüğü ve şiddetin Müslümanlara has genetik bir özellik olduğu yakıştırması. Her şeyden önce, çokça dile getirildiği gibi, bu ilkel karikatürlerin basın ve ifade özgürlüğü gibi bir çerçevede ele alınması zaten mümkün değildir.

    REAKSİYON DEĞİL, AKSİYON

    Ancak bu olay dolayımıyla Müslüman cevabında iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor: Birincisi, bu tepkilerin palyatif, reaksiyoner ve zaman zaman şiddete kayması, dolayısıyla Batı dünyasının çizdiği Müslüman imajını teyid etmesi. Bu tür tepki, global planların yaşadığı meşruiyet krizini aşmada ciddi katkılar sunmuştur. Müslümanların, bu tür ilkel bir kışkırtma karşısında, her ne suretle olursa olsun, sessiz kalmaları, olup bitenleri, İslâm'a, âlemlere rahmet olarak gönderilen Kutlu Peygamberi'ne karşı yapılan primitif hakaretleri oturup seyretmesi beklenemezdi.

    Ancak burada vurgulamak istediğim nokta, hep ajite edici olaylar karşısında reaksiyoner tavırlar geliştiriyor olmamızın, hiç de sağlıklı ve umut vadeden bir durum olmadığı gerçeğini görmemiz gerektiği meselesidir. Bizim reaksiyon değil, insanlığa köklü öneriler sunan, yol gösteren ve sürekliliği bulunan tavırlar geliştirmeye ihti-yacımız var. Sadece bizim değil, bütün dünyanın ihtiyaç hissettiği şey, budur. Dolayısıyla bu tekrar edilen filmin, altını kuvvetle çizdiği husus; reaksiyoner tavırların, tarihe müdahil olma yerine nesneleşmeyi beraberinde getirdiğidir. Tam da bu noktayı bir donanım zafiyeti olarak mimleyip kenara koyuyoruz.

    İLK ADIMI, BAŞKALARINDAN BEKLEMEK!

    İkinci dikkat çekmek istediğim sorun, Türkiye'de uzun süredir üzerinde tartışmaların sürdüğü kredi kartları meselesidir. Tabii burada dikkat çekeceğim boyut, kredi kartı faizlerinin çok yüksek olması vs. değildir. Bu tartışmalar esnasında televizyon mikrofonlarının kendilerine yöneltildiği insanlar şunları dile getiriyorlardı: ilkin, çok kredi kartı kullanımının yasaklanarak bir ya da iki kartla sınırlandırılması. İkincisi, kredi kartı limitlerinin maaşın en fazla iki katı olması.

    Bu önerilere dikkat edildiğinde, çok önemli sorunlara işaret etmektedir ki, sadece kredi kartı meselesinde değil, genel olarak gündelik hayatın pekçok alanında da bu tür esaslı sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı söylemek bile gerekmiyor. Burada asıl düşündürücü mesele şudur: Toplum içinde fertlerin hayatı, çevresi, dünyası ve giderek ülkesiyle ilgili gerekli kararları, kendi başına, bir tarihî ve kültürel hafızaya yaslanarak, iç dinamikleri ve motivasyonları ile değil; dışarıdan hatırlatma, müdahale ve yasaklama ile almaya çalışmasıdır. Alım gücünü bildiği halde, bunun üstünde kredi kartlarıyla alışveriş yapan ve dışarıdan müdahale olmazsa iradesini kullanamayacağını deklare edenler hiç de azımsanacak sayıda değiller ve gündelik birçok soruna da yaklaşımları böyledir.

    Tam da böyle bir meselede, konunun problematik oluşturan boyutuna sıçrayış yapmak mümkün. Çünkü problem sadece kredi kartı ya da daha da marjinalleştirerek tartışılan birkaç meseleden ibaret değil. Genel olarak, perspektif bozukluğunun, muhtelif problemlere ve gündelik hayata yansımalarıdır. Bu bakımdan, asıl problem; özne olmamak, iradesini kullanmamak, kendi gücü kültürü ve tarihinden habersizlik ile başkalarının müdahalesi üzerinden şekillendirilmeyi ve yönlendirilmeyi alışkanlık haline getirmek.

    "KURTARICI" ARAYIŞI

    Bu aktüel örneklerin dışında, tarih aralığını biraz daha genişleterek söylemek istediklerimizi daha sağlam temellere oturtmamız mümkün olabilir: Örneğin, İslâm dünyasındaki mesiyanik beklentiler de aynı zihin kalıbının bir başka alandaki yansıması olarak görülebilir.

    "Mesiyanik beklenti" kavramsallaştırması ile neyi anlatmak ve nelere vurgu yapmak isti-yoruz? Bunu belki pratik bir sorunumuza işaretle belirtebiliriz: Kültürel, siyasal, toplumsal vb. tüm alanlardaki problem; ferdi ve kolektif sorumluluklardan kaçarak, mümkün olduğunca yetkisi bol, sorumluluğu az tasarruflarda bulunmak. Sorunların çözümünü dışarıdan sihirli formüllere ve mucizevi olaylara bırakmak. Son kertede, hep kurtarıcı beklentisi içinde olmak.

    Nihayetinde bu ârızi durumun yansımalarını "sır dizileri"nin patlamasında müşahede etme-miz mümkündür. Bu diziler, hep sorumlulukları görmezden gelme, yapması gerekenleri erteleme, kurtarıcı bekleme ve özneyi devreden çıkarma anlayışını besleyen bir çerçeve çiziyorlar. Dolayısıyla "mesiyanik beklenti" kavramsallaştırması, bu hususlara vurgu yapmaktadır.

    Resmetmeye çalıştığımız olaylar ve kesitin, bizim bi-linçaltımızda işleyen dünyaya ve hadiselere bakış felsefemizi ve zihniyetimizi çok net biçimde ortaya çıkardığını görmekteyiz. Bunlar topluma uzun zaman önce kırılma noktalarıyla bulaşan virüsler gibidir.

    İRADEMİZE SAHİP ÇIKMA İRADESİ

    Reaksiyonerlik şeklinde tanımladığımız ilk zafiyet, sağlıklı bir perspektif kurabilmenin önündeki yegane engel olduğu gibi, uzun zamandır patinaj yapılmasının da en önemli nedenidir. Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren Batı uygarlığı ile karşılaşılması sonucu bir süre reaksiyoner tavır göstermeyi anlaşılabilir buluyorsak da, temelde yaşadığımız travmanın hangi safhada olduğunu farzedebilmek açısından reaksiyoner tavrın toplum hayatındaki yeri önemli bir test niteliğindedir.

    Modern zamanlarda meydana gelen hızlı değişimler, İslâm dünyasını, önüne sürülen her şeye karşı zayıf ve iradesiz kılmıştır. İslâm dünyasında, her şey, Batı'da sunumlandığı biçim ve içeriğiyle kabul görüyor. Bu sunumu İslam dünyası kendi kültürel hafızası, teorisi ve gücüyle test etmediği için de, savrulmaların önü bir türlü kesilmiyor. Bu sebeple özgür irade ve zihinleriyle iş yapabilme gücünü giderek kaybeden bir "kitle"ye doğru metamorfoz geçirmekten kurtulamıyoruz. Böyle olunca ancak emir ve yasaklarla güdülenebilme gibi bir zafiyete duçar oluyoruz. Zaten bunun tabii sonucu olarak da, kahraman ya da kurtarıcı beklemeye başlıyoruz.

    Açıklıkla ifade etmeliyiz ki, İslam dünyasının, âcilen farklı kırılma noktalarında bozulan ve kayan perspektifini düzeltmeye ihtiyaç vardır. Tarihi yeniden doğru bir perspektifle okuyup geleceğe projeksiyon geliştirmesi, yön çizmesi ve bu yolda yürümesi gerekiyor. Öncelikle bu zafiyetlerin giderilmesi tarihî bir ödev ve sorumluluk olarak karşımızda duruyor.

    (*) Yrd. Doç. Mustafa Tekin, 18 Mart Üniversitesi, Öğretim Üyesi.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi