T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 7 OCAK 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Türk ordusunun Avrupa yürüyüşü

Sorunlar henüz büsbütün çözülmüş değil: Ankara'nın Kıbrıs'ı tanımayı reddetmesi, Türkiye'de İslâmcı bir iktidarın işbaşına gelmesi ve Kürt ayrılıkçılığı hâlâ birer problem olarak görülmeye devam edebilir.

  • ERSEL AYDINLI, NİHAT ALİ ÖZCAN VE DOĞAN AKYAZ*
    1999 yılı, diğer meselelerde de dramatik değişiklikler yapılması için uygun bir zamandı. Başından beri rahatsız eden yükselen İslâmcılık meselesi, askerlerin uzunca bir zamandır önemsedikleri Yunanistan'ın AB-kaynaklı gücünün dengelenmesi sorunu, artan bir şekilde stratejik bir yalnızlığa itilebilecekleri korkusu ve tırmanan ekonomik krizler, Genelkurmay'ı gerçekçiliğe zorladı.

    Türk ordusunun Avrupa yürüyüşü
    1. Bölüm
    2. Bölüm

    ASKERLERLE SİVİLLER ARASINDAKİ UZLAŞMA

    Türk ordusunun bütün bu hedeflere AB üyeliği aracılığıyla ulaşılması seçeneğini benimsemesi, basit bir kâr-zarar analizinin sonucuydu: Reformlara uygun hareket etmek kaçınılmaz olarak TSK'yı transformasyona itecek olsa da, bu büyük sorunlarla tek başına başa çıkmaya kalkışmanın Avrupalıların taleplerini yerine getirmekle ortaya çıkacak maliyetten çok daha fazlasına mal olacağı anlaşılmıştı. Böylelikle 2001 Millî Güvenlik Siyaset Belgesi, yalnızca Türkiye'nin AB üyeliği hedefini kayıt altına almakla kalmadı, aynı zamanda, Türk siyasetindeki en zor meselelerden birinde Genelkurmay'ın verdiği büyük bir tavizi de resmî kayıtlara geçirmiş oldu.

    2002 yılının sonunda, Recep Tayip Erdoğan'ın başını çektiği İslâmcı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) seçim zaferinden ve Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanı seçilmesinden sonra, bazı çevreler, Türkiye'nin bu yeni liderlerinin birlikte çalışamayacaklarını düşünerek kaygılanmaya başladılar. Ama beklenen olmadı; aksine büyük bir uzlaşmanın gerçekleştiği görüldü. Erdoğan ve partisi için, reformu onaylama kararı, kolaydı. AB'nin de talep ettiği gibi, ekonomik liberalleşme ve özelleşme politikalarını hayata geçirmekle AKP, Türk kamuoyunu, özellikle de iş dünyasını ve büyüyen Müslüman burjuvaziyi memnun edecekti. Avrupa ile daha derin bir ilişki kurulması, AKP'nin ülkenin ABD-merkezli dış politikasının yörüngesini değiştirecekti. Bu arada, Özkök ve TSK da bu politikayı aynen benimsiyorlardı. Yeni politikacılar, bu büyük uzlaşmaya bağlı kaldıkları sürece, onların İslâmcılıkları, itici olabilirdi ama pazarlık / anlaşma sağlayıcı bir unsur olamazdı.

    REFORMLAR VE MUHALİFLERİN TESKİN EDİLMESİ

    Reformlar devam ettirildi. YÖK'teki ve RTÜK'teki asker temsilciler uzaklaştırıldı. Kürtlere yayın hakları izni verildi. MGK'daki sivillerin oranı artırıldı ve MGK Sekreterliği'ne bir sivil atandı. TSK liderliği, askerî harcamaların siviller tarafından denetlenmesi, askerî mahkeme kararlarına itiraz etme hakkı gibi askerin otonomisini güçlendirmeyi amaçlayan yasaların kaldırılması ve devlet protokolünde askerlerin konumu vesaire gibi pek çok meselede değişiklik yapılması önerilerini tartışmaya açık olmayı sürdürdü.

    AB ve reformlar konusunda varılan bu uzlaşma, Türkiye'nin askerî ve sivil yetkililerinin birbirleriyle ilişkilerini hâl yoluna koymada yardımcı olmanın yanı sıra, Brüksel'den gelen baskılar da, zaman zaman, seçim bölgelerindeki aktörlerle sürtüşmeye girilmesinden kaçınılmasına da katkıda bulundu. Sözgelişi, AKP, tabanını oluşturan ve kadınların başörtülerini savunan dindar destekçilerini, başörtüsü meselesinin AB müzakereleri çerçevesinde çözümlenebileceğini söyleyerek teskin edebiliyordu. Aynı şekilde, Türk ordusu da, Kürtlerin reform taleplerini yerine getirmenin doğuracağı sonuçları, bunun, Kopenhag kriterlerini yerine getirmek için atılması gereken zorunlu bir adım olduğunu söyleyerek bertaraf edebiliyordu. AB üyeliği meselesi, daha çatışmacı ilişkileri teşvik edecek sivil ve asker kamplardaki radikal çevreleri teskin etme konusunda dolaylı pozitif bir etki de üretiyordu. Türk ordusunun bu yaklaşımını belli bir süre sonra terk edebileceğini gösteren hiçbir neden yok. Türk ordusunun özelde kendi kurumsal bütünlüğüne, genelde ise Türkiye'nin bütünlüğüne zarar vermediği sürece Kürt sorununun, siyasal İslâm tehdidinin ve ekonomik problemlerin çözümünde katedilecek makul bir ilerleme, TSK'nın bu reformları uzunca bir süre desteklemeyi sürdürmesinde ilave bir itici güç işlevi görecektir.

    Ülkenin nihâi koruyucusu olarak TSK, AB'nin reform talepleriyle, özellikle de etnik farklılık konusundaki reform istekleriyle, millî güvenlik meselesini dikkatle dengelemeye çalışacaktır. Sivil kurumlar üzerindeki etkisi ve gölgesi hâlâ sürmesine rağmen, TSK, geleneksel hassasiyetlerini terk etmeden önce bile istikrarın yeni koruyucusu olacak Türkiye'nin AB üyeliğine doğru yürüyüşünün kaçınılmaz olduğuna dair daha somut delilleri görme ihtiyacı hissedecektir.

    Türk ordusunda, daha fazla ilerleme kaydedilmesini bloke edecek "vazgeçilmez" bir engel yok. Ordu, Kemalizm'e katı bağlılığına rağmen, geçen zaman süresince son derece fleksibl olduğunu kanıtlamıştır.

    Her ne kadar, Kemalizm ideolojisi, egemenlik, devletçilik ve milliyetçiliği öne çıkardığı için AB ile bütünleşme sürecinin önünde zaman zaman bir engel olarak değerlendiriliyor olsa da, yeni durumlara ve şartlara çok iyi uyum sağlamıştır.

    Türk ordusu, Kemalizm'i, gelişen şartlara göre sürekli olarak yeniden tanımlamış ve gerek duyduğu zaman, her zaman dengeleyici bir yol izleyerek yeni şartlara uyum sağlamasını bilmiştir. Eğer AB süreci, güvenlikle ilgili hayatî sorunların giderilmesinde ordunun Kemalizm ideolojisini devam ettirmeye ihtiyaç duymayacağı bir noktaya ulaşacak olursa, Genelkurmay, Kemalizm'i yeniden tanımlamaktan çekinmeyecektir.

    REFORMLAR VE AB TEHDİDİ

    Tam bu noktada, AB'nin bizzat kendisi, daha fazla reform yapılabilmesinin önündeki ana tehdit de olabilir. Eğer AB, Türkiye'nin üyelik konusunda gösterdiği çabayı gösteremez ve Türkiye'nin üyeliğine büyük önem atfetmezse, bu durum, Türkiye'de sivil ve askerî yetkilileri bir araya getiren bu büyük uzlaşmayı altüst edebilir. Tıpkı Genelkurmay gibi, AKP'nin liderleri de, üyelik sürecinin aksa/tıl/madan yürütülmesinin kendileri açısından da çok yararlı ve hayatî önemi hâiz bir mesele olduğuna inanıyorlar: AB üyeliği meselesi o kadar önemli (popüler) bir mesele ki, üyelik müzakereleri devam ettiği sürece, AKP, hem siyasî hedeflerine ulaşma, hem de ordunun etkisini kontrol alma konusunda kendisini çok güçlü bir konumda görmüş olacaktır. Öte yandan, askerler için tek ödül, uygun üyelik'tir. Eğer bütün çabalara rağmen tam üyelik gerçekleşmeyecek olursa, politikacılar değil, Türk ordusu daha fazla "bölünmüş" bir ülkeyi bir arada tutma yükümlülüğünü kendinde görecelerdir.

    Geçtiğimiz Ekim ayında, AB'nin Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlanması yönünde verdiği kararın, bu bağlamda, olumlu bir işaret olduğu görülüyor. Ama sorunlar henüz büsbütün çözülmüş değil: Ankara'nın Kıbrıs'ı tanımayı reddetmesi, Türkiye'de İslâmcı bir iktidarın işbaşına gelmesi ve Kürt ayrılıkçılığı hâlâ birer problem olarak görülmeye devam edebilir.

    Eğer Kürt ayrılıkçılar, Avrupalı bir Türkiye'de kendileri için bir gelecek olduğunu göremezlerse, yeniden şiddete başvurma yolunu seçebilirler; bu durumda, Türk ordusu, ulusal güvenliği sağlama gerekçesiyle mevcut hassasiyetlerine daha fazla yapışabilir. Eğer askerin geri çekilmesiyle birlikte devlet kurumlarında oluşan boşluğu İslâmcılar [AKP hükümeti kastediliyor-çev] doldurmaya kalkışırlarsa, bu durumda, Genelkurmay, mevcut güçlü konumunu korumaya karar verebilir.

    Bu durumda, daha fazla reformun anahtarının, uygun zamanlama olduğu anlaşılıyor. Batı, Türk ordusunun sivil toplumdaki mevcut etkisini terk etmesi konusunda aceleci davranmaMası gerektiğini aslâ aklından çıkarmaMalıdır. Eğer AB, üyelik sürecinde zorlayıcı ve ülkenin istikrarını bozucu bir yol izlemeyi tercih edecek olursa, bu durumda, Türk Genelkurmayı, askerlerini omuz omuza tutmak için bugüne kadar başvurduğu araçlara ve yöntemlere tutunmaya devam edecektir. Bu da, güzel bir çözüm olabilir. Tıpkı petrol tankerlerini yeni bir limana demirletmeye çalışan kaptanlar gibi, Türkiye'nin komutanları da, bu durumda, Türkiye'nin reformunu, yıllardan bu yana geliştirdikleri stratejileri uygulayarak hayata geçirmek zorunda kalacaklardır. Elbette ki, limana emin bir şekilde demirlemeyi sağlayan sistemlerin -kurumlar, politikalar ve tabiî olarak AB'nin verdiği sözlerin- makul ve tankerin batmasını önleyecek güveni ve teminatı verilinceye kadar, Türk ordusu, bugüne kadar uyguladığı ispatlanmış yöntemleri terk etmeyecektir.

    Türkiye'nin sorunsuz bir dönüşüm geçirmesi, herkesin çıkarınadır: En yeni üye adayları olan Türkiye'nin Balkanlaşmasından kaçınmanın Avrupalılara büyük kazançlar sağlayacağı apaşikâr ortadadır. Amerikalılar içinse, istikrarlı ve demokratik bir Türkiye, genişletilmiş Ortadoğu'daki rejim değişikliklerinde hayâtî bir "aracı" işlevi görecektir. Türklere gelince... Türkiye'nin ordusunun, [AB'e dahil olmak gibi] radikal bir değişim zamanında bile ulusal güveni sağlayabilecek adımların atıldığını görmesi, Türkiye'nin modernleşme sürecindeki tarihî yolculuğunun son aşamasını tamamlamasını kolaylaştıracaktır. (BİTTİ)
    * Foreing Affairs dergisinde yayımlanan yazı.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi