T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
O K U R   S Ö Z C Ü S Ü 23 OCAK 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf Ziya CÖMERT

O gazete, Yeni Şafak'tı

"Birisi bir gazete çıkarsa" diye başlardı söze Ocaktan. Ve gazetenin nasıl çıkacağını, nasıl bir gazete olacağını, maliyetlerini, herşeyini konuşurduk. Bir gün çıktı o gazete.

Bizim 'doğumyeri'miz, aslında edebiyat. Ben, gözümü Necip Fazıl'la açtım desem yeridir. Öyle yazıyor, öyle konuşuyordu ki, çocuk aklımla, böyle birinin peşine düşülür, diye düşünüyordum.

O kapıdan adımımı attıktan sonra, hayatın ekmek ve su kadar fikirle, sanatla, edebiyatla kaim olduğu bir dünya gördüm önümde. Bugünkü neslin anlamakta çok zorlanacağı kadar idealisttik. Okuyorduk, yazabilirsek yazıyorduk. Öyle ki, yanımızda bir kitaptan bahsedildiği zaman, onu okumamışsak, utanıyorduk.

Ocaktan'ı taa o zamanlardan bilirim. O, çok önceleri, bizim Yeni Devir tiryakisi olduğumuz yıllarda kapağı atmıştı gazetecilik mesleğine. En çok da, Ocaktan'ın iş sıkıntısı çektiği ya da işinden memnun olmadığı zamanlarda, Ocaktan'la karşılaştığımızda söze şöyle başlardı Ocaktan: "Birisi bir gazete çıkarsa..." Ve bu minval üzere devam ederdik. Yani, kaç para yeter gazete çıkarmak için, nasıl bir gazete çıkar, ne yapmak lazım, hepsini konuşurduk.

Sonunda, 'birisi' bir gazete çıkardı. Hikayesi uzun. Ama, herhalde o gazeteydi, Ocaktan'ın 'birisi bir gazete çıkarsa' dediği.

23 Ocak 1995. Teleksimiz yok. Anadolu Ajansı'nın haberlerini, günde üç dört sefer edip dışarıdan alıyoruz. Renkayrımımız yok. Matbaamız zaten yok. Sadece iki telefon hattımız var, bunlardan biri faksa bağlı. Yani oturmuş, gözümüz bağlı kulağımız tıkalı, gazete çıkarıyoruz. Ben o günlerde, faksımız yeterli olmadığı için, Ankara bürosunun haberlerini taksi tutup bir tanıdığın faksından almaya gittiğimi iyi hatırlıyorum.

Bugünkü Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Karaalioğlu, o zaman Yazı İşleri Müdürü. Hakan Albayrak, Mehmet Efe, Akif Emre, Rahmetullah Karakaya, hep beraberiz. Kulakları çınlasın, Ömer Lütfü Mete'nin. Manşetlerin yazılması işi ilk günlerde sık sık ona kalıyor. 16 sayfayız ve 16 sayfalık gazeteyi hazırlamak için, o kaynak ve imkan kıtlığında imanımız gevriyor.

Evet, Yeni Şafak'tı 'birisi bir gazete çıkarsa' dediğimiz gazete. Gazeteye sermaye verenlerle, emek verenlerin gönüllerinin bir olduğu nadir gazetelerden biriydi. Bugün de öyledir.

İlk Genel Yayın Yönetmenimiz, Mehmet Ocaktan'dı. Sonra, bir süre Nabi Avcı, sonra yeniden Ocaktan, sonra Akif Emre, Yusuf Kaplan, Selahattin Sadıkoğlu. Her birinin görev süresi, Yeni Şafak için birer merhale ve tecrübe oldu.

Her biri ayrı bir değer olan yazarlarımız. Şu anda birlikte olduklarımız ve olmadıklarımız. Hepsini şükranla ve dostlukla anmak borcundayız.

Yeni Şafak'ın 11 yıllık yayın hayatında, hukuk, düşünce başta olmak üzere din, vicdan, eğitim, bütün özgürlükler ve tabii ki demokrasi, yayın politikasının en güçlü çizgilerini oluşturmuştur.

Yeni Şafak, demokrasinin askıya alındığı 28 Şubat sürecinde, bugün özgürlükçü görünenler dahil, hemen bütün basın, antidemokratik güçlerin uzantısı haline gelmişken, bir çok riski göze alarak özgürlüklerin yanında yer almıştır.

28 Şubat sürecinin kalın örtüsü altında yapılan yolsuzlukların, hırsızlıkların ortaya çıkarılışında, Yeni Şafak çoğu zaman tek başına mücadele vermiştir.

Yeni Şafak, bu değerleri savunmanın bedelini de ödemiştir.

Yeni Şafak'ın yok edilmek istendiği, gazete binasının 'yukarıdan' gelen emirlerle basıldığı günlerin üzerinden çok zaman geçmedi.

Savaş sürecinde, Yeni Şafak'ın savaş karşıtı tutumunun ne kadar etkili olduğunu herkes iyi hatırlar.

Bugün Yeni Şafak 12 yaşında. Ve Yeni Şafak, bugün de, Türk basınında bu değerlerin en samimi sahibi ve savunucusudur. Okuruyla, yazarıyla, sahibi, yöneticisi, temsilcisi, muhabiri ve bütün çalışanlarıyla Yeni Şafak ailesine kutlu olsun.


Şeytan 'rock'ın neresinde?

İnanmayacaksınız ama, geçen hafta en çok tepki alan haberimiz, (Taa 2004 Aralık ayında yayımlanan) Ali Murat Güven'in "Şeytan, rock müziğin tam kâlbinde" başlıklı haberiydi. Güven, haberde, bazı rock, metal ve pop şarkılarında, şarkı tersinden çalındığında farkedilebilen 'satanist' propaganda öğelerinden sözediyordu.

Bana sorsanız, hoşuma gidiyorsa, şarkının 'düzünü' dinlerim. İçinde beni rahatsız eden bir şey varsa o anda dilime ne geliyorsa onu söyler kapatırım.

Ancak, Ali Murat, araştırmış, yazmış. Bu yazı, belli ki bir 'cemaat'i rahatsız etmiş. Gerçekten, bazı insanlar, taraftarı olduğu futbol takımıyla, dinlediği müzikle, tuttuğu partiyle çok özdeşleşiyor. Bunlara yapılmış eleştirileri, kendisine yapılmış sayıyor.

Güven, haberin internet sitelerinde yeniden yayımlandığını, yeni haberdar olan grupların tepki gösterdiğini anlattı ve ekledi: Ben kimseyi satanist diye suçlamadım.

Ben de, Güven'in yazısında, bu müzik türlerini dinleyenlere yönelik bir eleştiri görmedim. Bazı şarkılara özel yöntemlerle Güven'in sözünü ettiği türden ifadeler sokulmuş olabilir. İnsanlar özgür. Bu ifadeler, onları rahatsız ediyorsa, daha dikkatli dinlerler diye düşünüyorum.

Şeytan dini bir terim. Dine göre, şeytan, bırakın 'rock müziği' gafil olursanız, ibadetin bile tam kalbine yerleşebilir.

Yine de, insanların zevklerine saygı duymamız gerekiyor. Haberi eleştiren sayısız mektup var. Hemen hepsi tabir caizse 'fanatik,' öfkeli mektuplar. 50'yi bulur. O mektupları yazanlardan biri sonradan şöyle bir mektup göndermiş: "Önceki mektubum haberi okumamdan hemen sonraydı. Denedikten sonra sizin savınızın doğru olduğunu gördüm ve gereklı kişilerden özür dilemek istedim." Merve Gencalioğlu


Nurdogan MAT
Sayin Fehmi Koru, yazılarınızı zevkle okuyorum. Sayın Demirel'in halkı sokağa davet etmesi cok üzücü bir durum. Kavgayla, grevle hiç bir yere varamayız. Çalışmalıyız, bütün dünya 8 saat çalışıyorsa biz daha fazla ve efektif çalışalım ki aradaki farkı azaltalım.

Sami AYDIN
Uygur kardeşlerimize ait, Guantanamo haberini okudum ve çok üzüldüm. Türk devleti olarak, hemen kabul etmeliyiz. Başka bir alternatifi düşünemiyorum bile.

Deniz SOYLEMEZ
"O fotoğraftaki adam" medyamızda buyuk eksiği duyulan "gercek araştırmacı gazetecilik"in güzel bir örneği. "Yorum" konusunda eksiğimiz yok, hatta fazlamız var ama böyle "meşakkatli habercilik" te çok çok eksiğiz. Devamını dilerim.

  DİĞER YAZILAR
  • Okur Sözcüsü - 16 Ocak 2006
  • Okur Sözcüsü - 9 Ocak 2006
  • Okur Sözcüsü - 2 Ocak 2006
  • Okur Sözcüsü - 26 Aralık 2005
  • Okur Sözcüsü - 19 Aralık 2005
  • Okur Sözcüsü - 12 Aralık 2005
  • Okur Sözcüsü - 5 Aralık 2005
  • Okur Sözcüsü - 28 Kasım 2005
  • Okur Sözcüsü - 21 Kasım 2005
  • Okur Sözcüsü - 14 Kasım 2005
  • Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi