T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 26 ŞUBAT 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Zulmün zevali

İmam-i Hâdî (Nakıyy) ve İmam Hasen-i Askerî ile İmam Hasen-i Askerî'nin zevcesi Nergis (Susen) Hâtun'un türbelerine saldırı, inşaallah zulmün zevâlinin yaklaştığına işarettir.

Ehl-i Beyt imamları; "Şi'î imamları" diye nitelenmemelidir. Osmanlı, Oniki İmam'ın isimlerini de ataları olan Resûl-i Ekrem'in (S.A.) Medîne'deki Harem-i Şerîfi'nde, bugün yeni ilâve edilen bölüm ile asıl Harem arasında kalan üstü açık avlunun duvarlarına yazdırmıştır. Baki' Kabristanı'nda, Cennet-ul-Bakı'deki İmam Hasan, İmam-ı Seccad (İmam Huseyn'in oğlu), İmam Muhammed-i Bâkır ve İmam Cafer-i Sadık türbelerini yıktıran ve bu kabirleri birer toprak yığını haline getiren yönetim, bu "içtihad"ına rağmen, bu isimleri Harem-i Şerif'den kaldırmamıştır. Çünkü bu imamlar her namazda Resûl-i Ekrem (S.A.) ile birlikte salavat getirdiğimiz "Âl-i Muhammed", merhum Bedi'uz-zamân'ın ifadesi ile "Eimme-i Âl-i Beyt", "Ehl-i Beyt imamları"dır. Şi'î ve Sûnnî farkı; bu hücûm edilen türbeden sonra başlar: Şi'îler, diğer bir deyişle Oniki İmam'a bağlı olanlar, bu türbede yatan Onbirinci İmam Hasen-i Askerî'nin oğlunu "Mehdî" olarak tanırlar, Sûnnîler'in çoğunluğu böyle tanımazlar. "İmam Hasan soyundan Mehdî" beklerken İmam Hasan'ı; Emîr-ul-Mü'minîn'in oğlu ve ikinci İmam Hasen-i Müctebâ olarak bilenler de vardır.

Ne olursa olsun, Yeryüzü Canavarı'nın karikatür krizinden de beklediğini bulamamasının öfkesi ile ağzından ateş püskürterek söndürmeye çalıştığı Allah'ın Nûru tamamlanacaktır. Allah Nurunu mutlaka tamamlayacağını Kur'an-ı Kerim'de beyan etmiştir. Ehl-i Beyt imamlarının türbelerine yapılan ilk hücum bu değildir. Fakat inşaallah son hücumdur. "Nûrün alâ nûr" olarak, Doğu'dan da Batı'dan da olmayan Mübarek Zeytin Ağacı'nın Nuru'nun temsilcilerine, Nur'un özüne; bu son ateş püskürtmeleri ve kuyruk darbeleri ile zarar verilebilecek değildir.

Yeryüzü Canavarı; kendisine İblis tarafından öğretilen "böl ve tahakkûm et!" ilkesi gereğince, önceki yüzyılda ve daha önceki iki yüzyılda da, sürekli olarak bu gibi oyunları sahnelemiştir. Hristiyanlar ve Müslümanlar arasına, Hristiyan ve Müslüman mezhepleri arasına nifak sokmuştur. İran İslâm Devrimi'nden sonra Saddam'ı -İbni Ziyad'ın yaptığı gibi- bazı vaadlerle Ömer İbn Sa'd rolüne soyundurdu. Ardından Körfez Savaşı, bir süre sonra da Irak işgali geldi. Şimdi de İran için tasarladığı bir kuyruk darbesinden önce, Şi'î-Sûnnî çatışmasını icad etme hevesindedir. (23 Şubat 2006 tarihli Yeni Şafak'da İbrahim Karagül'ün yazısında bu gerçek açıkça yazıldı). İslâm Konferansı, bir oyalama ve uyutma aracı değil de gerçekten bir İslâm örgütü ise, derhal harekete geçmeli ve önce Dünya Müslümanlarına, sonra bütün sevgi ve adalet ehline gereken uyarıyı yapmalıdır. Aksi takdirde; Yeryüzü Canavarı'nın kolay parçalaması için İslâm ülkelerine uyuşturucu iğnesi yapan bir istasyon konumuna düşebilir. Sayın Başbakan da bu çatışmanın ülkemize de sıçratılması konusunda endişe belirtmektedir.

Bu arada Müslüman-Hristiyan çatışması da kışkırtılıyor. Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de emrettiği "işbirliği daveti" ile, Yeryüzü Canavarı'nın "böl ve tahakkûm et!" ilkesinin sonucu olan tertipler zihinlerde biribirine karıştırılarak, İslâm ülkelerinde ve özellikle ülkemizde, sağduyulu ve sevgi ehli Hristiyanlarla, Kateşizm (ilm-i Hâl) konularında her türlü tartışma veya Hind-Moğol Hükûmdarı Ekber'in "Dîn-i ilâhî"sini hatırlatan "Karma Din" teşebbüslerinden uzak durarak, sevgi ve adalette işbirliği yapma girişimleri de nerede ise "hıyanet-i vataniyye"den gösterilmek isteniyor. Bunun sebebi nedir? Çünkü, Yeryüzü Canavarı'nın özünde de İslâm'a karşı "yek-vücûd" görünen, fakat aslında oligarşik olan bir yapı var. Canavar var canavardan içerû! Canavarın asıl başı, Kur'an-ı Kerim'in "Doğu ve Batı Allah'ındır" gerçeğinin bilincine varılmasını aslâ istemiyor. (Bu konuda güzel bir yazı da 22 Şubat 2006 tarihli Radikal'de yayımlandı: Ayşe Hür, Oksidentalizm, Eleştiriden Düşmanlığa)

Canavarın asıl başı iyi çalışır. "Doğu ve Batı Allah'ındır" âyeti Goethe'nin belki O'nun vasıtası ile, İstanbul'u ziyaret eden Danimarkalı Andersen'in ve daha birçok Batılı'nın gönüllerini ışıtmış idi. Özellikle İran İslâm Devrimi'nden sonra "Orientalisme" ve "Occidentalisme" batıllarına ve bunların çatışması fitnesinin çıkarılmasına büsbütün gayret edildi. Yirmi yıldan fazla bir süre önce, 1402'lik menkûbiyeti dönemimde Ankara'da bir panele katılmıştım. İslâm adına "Batılılaşma bâtıllaşmadır" sloganı ortaya atılınca rahatsız oldum, "Doğu ve Batı Allah'ındır" âyetini hatırlattım ve kelime oyunları ile "Şarklılaşma şirklileşmedir" de denebileceğini söyleyip "Doğu ve Batı'dan da olmayan Kutlu Ağaç" (Nûr ayeti) dan ayrılmamızı tavsiye ettim. Aynı sözü tekrar ediyorum.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi