T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 24 ŞUBAT 2006 CUMA | ||
|
1998 yılında yönettiği kült filmi 'İnce Kırmızı Hat'tan bu yana kamera arkasına geçmeyen Terrence Mallick, yedi yıllık sessizliğini "Yeni Dünya: Amerika'nın Keşfi" ile bozarken, ağır başlı sinemasıyla hayranlarını bir kez daha mest ediyor.
1607 yılında, London Virginia Company'nin finanse ettiği üç İngiliz gemisi, Atlantik Okyanusu'nun diğer tarafındaki yeni topraklarda olduğuna inanılan efsanevî hazineleri ve altın yataklarını bulmak üzere okyanusu geçer. Virginia eyaletindeki James Nehri'nden karaya çıkarak Jamestown kasabasını kuran bu ilk gruptaki 103 kişinin çoğu Yeni Dünya'daki vahşi ortama hazırlıksız aristokratlardan oluşmaktadır. Kasaba sakinleri çok geçmeden bölgenin asli sahipleri olan kızılderililere karşı zorlu bir hayatta kalma mücadelesine girişirler. Bu süreçte altın bulup kısa yoldan zengin olma hayâlleri de hızla sönecektir. AZ VE ÖZ KONUŞAN BİR YÖNETMEN Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en özgün yönetmenlerinden biri olan Terrence Mallick, onun her yeni eserini sabırla bekleyen koyu hayranlarının gözünde ikinci bir Stanley Kubrick'tir. Bu yakıştırma hiç de abartılı değil; çünkü Mallick de müteveffa meslektaşı gibi beyazperdede daima az ve öz konuşmayı tercih etti. 1969 yılında çektiği ilk yapıtı "Lanton Mills"ten bu yana topu topu 5 filmden oluşan sayıca cılız filmografisine karşılık, sektörde en fazla saygı gören sinemacılardan biri o. Özellikle de 1998 yılında yaptığı, tam bir yıldızlar resmigeçidi görünümündeki "İnce Kırmızı Hat" ile (ki benim de en sevdiğim filmler arasında yer alır) meselenin özünün nicelikte değil nitelikte odaklandığını sinema âleminin kafasına vura vura göstermişti. Yeni bir proje için motor demeden önce senaryosu üzerinde yıllarca titizlikle kafa yoran, çekimlerinde Hollywood'un alışageldiği bütün çalışma sürelerini fazlasıyla aşan bu ilginç sanatçı, yapımcılarla imzaladığı sözleşmelere de "sette işini yaparken çekilmiş fotoğraflarının basına asla dağıtılmaması" yönünde özel bir madde koyduruyor. Ki 70 yıllık ömrü boyunca taş çatlasın 3-4 kez röportaj veren ve gazete arşivlerinde güç bela çekilebilmiş bir düzine kadar fotoğrafı bulunan Kubrick ile bu yöndeki ketumluğuyla da büyük bir benzerlik arzetmekte. Mallick'in kendinden ve filmlerinden söz etme konusundaki tutuculuğunun nedeni ise hiç kuşkusuz şımarıklık değil. O, "Bütün söyleyeceklerimi filmlerimde söylüyorum, beni anlamak istiyorsanız onlara bakın" diyen gerçek bir sinema bilgesi... "Yeni Dünya: Amerika'nın Keşfi" de, her filmini yıllar süren yoğun bir çabanın sonucunda, âdeta nakış işler gibi ortaya çıkartan bu büyük görüntü ozanının şanına lâyık bir çalışma olmuş. OYUNCU YÖNETİMİNDE ZİRVE Oyuncu yönetiminde sinema dünyasının en iyileri arasında yer alan Mallick (ki "İnce Kırmızı Hat"ta en üst düzeyde oyunculuk gösterileri elde edebilmek için, salonlarda gösterime giren kopyası 6000 metre olan bu filmde toplam 750 bin metre negatif harcadığı söyleniyor) 2005 yılında tamamladığı bu son yapıtında da kimileri eskilerden (Christopher Plummer) kimileri genç kuşaktan (Colin Farrel) olan zengin oyuncu kadrosunun âdeta posasını çıkartmış. İyi bir film ortaya çıkartma konusunda hiç acelesi olmayan Mallick, hazırlıkları beş yıla yayılan "Yeni Dünya"da da fazla aceleci ticarî sinema karşısında olanca gizemliliği, bilgeliği ve sükûneti içinde dünyaya yeni bir yönetmenlik dersi veriyor. Ayrıca bir güneyli olarak (30 kasım 1943, Waco-Teksas doğumlu), Amerika'nın fethi serüvenine herhangi bir Amerikan sinemacısından umulmayacak ölçüde objektif yaklaşması da onun sistem dışı siyasal duruşunun bir başka anlamlı yansıması... Mallick, bu filmi çekmeden önce ABD'nin dört bir tarafındaki değişik kızılderili kabilelerinin temsilcileriyle biraraya gelmiş ve onlara "Bana yardımcı olun, sizleri ve işgalden sonra yaşadığınız kültürel kıyımı bu filmde en doğru nasıl anlatabilirim?" sorusunu yöneltmiş. Sırf bu yaklaşımı bile onu ayrıcalıklı kılmaya yetiyor.
"Yeni Dünya", sinemaya bir gündelik yaşam eğlencesi ya da boş zaman öldürme aracı olmaktan çok daha fazla ehemmiyet verenler için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir görsel şölen. Uzun zamandır hiç bir filme bu kadar gönül rahatlığıyla dört yıldız vermemiştim.
İlk yazımdan sonra hemen heyecanlanıp posta adresime, "İzlemeden eleştirmek eleştirmenliğin şanına yaraşır mı, sen nasıl bir eleştirmensin" şeklinde mesajlar gönderen kimilerini aydınlatmak amacıyla hemen belirteyim ki bu akıllara zarar filmi korsan film sektörü sayesinde izledim ve insanlığa yararlı olabilecek herhangi bir yönünü göremedim. Ha, böyle bir öyküye dünyadaki ve ülkemizdeki eşcinseller elbette ki bayılacaktır, o ayrı. Ama ben bütün gericiliğimle hâlâ "tek cinsel" kalmakta direndiğim için pek ilginç bulmadım doğrusu! ABD ve Avrupa'da eşcinsel lobisinin göz yaşartıcı desteğiyle gösterime giren "Homo Kovboylar", aynı lobinin yürüttüğü yoğun propaganda çalışmasıyla, geçtiğimiz ay -Oscar ödüllerinin ciddi bir provası sayılan- Altın Küre ödüllerinden de dört önemli ödülle ayrıldı. Medya sektöründe çoktandır köşebaşlarını tutmuş, kamuoyunu yönlendirebilme gücüne sahip bu hırslı güruhun şimdiki hedefi ise filmi önümüzdeki Mart'ta en az yarım düzine kadar Oscar'a boğarak, böylesine stratejik bir öyküyü sinema tarihinin "unutulmazlar"ı arasına sokmak... Öykü onlar için stratejik; çünkü eşcinsellik bu sayede beyazperdede normal erkek öykülerinden başka hiçbir şeye yüz vermeyen son büyük türe, "maço erkeliğin kalesi" durumundaki westerne de başarıyla sızdırılmış olacak. Sözkonusu film sayesinde bu türün de sulandırılması ve genç kuşakların -kovboyların cinsel hayatına kadar giren eşcinselliği- artık iyice kanıklamaları amaçlanıyor. Daha önce gayet açık bir biçimde ilan etmiştim: İthalatını Film Pop şirketinin yapacağı bu film ve onun yeryüzüne yaydığı rahatsız edici mesajlar karşısında kalemimin yettiği yere kadar direneceğim. Birkaç gün önce de filmin Türkiye dağıtımını Warner Bros şirketinin yapacağını öğrendim. Warner Bros, dünya çapında iş yapan bağımsız bir şirket; elbette ki kendi dağıtım kararlarını kendisi verir. Madem ki ülkede demokrasi var, o halde herkes kendi dünyevî hesapları yönünde özgürce işini yapacak, bu arada biz de konuşma hakkımızı kullanacağız. Çünkü, eğer bugün konuşmazsak, yarın kafamızı sokacak tek bir deliğin bile kalmayacağı kadar kirli bir dünyada yaşıyoruz. O yüzden, 24 Mart'ta gösterime sokulması planlanan "Homo Kovboylar"la ilgili olarak benim de söyleyecek bir çift sözüm, atacak bir kaç adımım var. Özel hayatında sinema sevgisiyle ahlâkî değerleri ve inançları arasında sağlıklı bir denge kurabilmeyi başarmış (ya da en azından bu uğurda samimiyetle mücadele veren) bütün okurlarımıza dostça tavsiyemdir: Bu filmi kesinlikle izlemeyin ve sevdiklerinize de izlettirmeyin. Daha güzel bir dünya tasavvuru adına ondan alabileceğiniz hiç bir şey yok çünkü... Beyazperdeye (yeniden) hoş geldin Mesut ağabey... Her ne kadar ben ve benim gibi düşünen, artık modası tamamen geçmiş bir kaç bin kelaynak kuşu dışında hiç kimsenin umurunda olmasa da "beyaz sinema" önüne konulan her türlü engeli ve ilgisizliği aşarak yoluna devam etmeye çalışıyor. Ha, "Pekiyi, bu tür bir irfan sinemasının artık alıcısı var mı?" diye sorarsanız, ne yazık ki pek yok. Ama -İsmet Özel'in yüreğimi yakan o unutulmaz seslenişinde vurguladığı gibi- böylesine derin bir yozlaşma kültürü içinde birilerinin de "Toparlanın, gitmiyoruz!" diyerek meydan okumayı bilmesi gerekiyor. İşte, bu yolda emek verenler de benim için o yüzden diğer bütün sinemacılardan çok daha fazla ilgiye değerler... İsmail Güneş'in -öyküsünü çok sevdiğim ve bütün dünyaya inat olsun diye sevmeye devam edeceğim- "The İmam"ının ardından on yılı aşkın bir süredir malûm gerekçelerle kamerasından uzak kalan değerli ağabeyimiz Mesut Uçakan da yakında yepyeni bir filmle karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. 1995 yılında çektiği "Ölümsüz Karanfiller"den sonra bir daha 35 mm uzun metrajlı sinema filmi yapma fırsatı bulamayan sevgili Uçakan, her günü mücadeleyle geçen uzun yıllardan sonra nihayet yeni bir film için gereken finans kaynaklarını derlemeyi başardı ve geçtiğimiz yılın ortalarında "Anne ya da Leyla" adını taşıyan son yapıtının çekimlerine başladı. Öğrenebildiğim kadarıyla film önümüzdeki Mart'ta vizyona girecekmiş. Başrollerini Turgay Başyayla, Aylin Coşkun, Oğulcan Gezgin, Mehmet Arslan ve Müge Oruçkaptan'ın paylaştıkları bu filmde Uçakan'ın -kendisinin yazdığı- güçlü bir öykünün yanısıra, aradan geçen yıllara nisbet yaparcasına etkileyici bir sinema dili de tutturduğu dile getiriliyor. Öyle ki Atilla Dorsay üstadımız bile "Sonsuzkare" dergisinin son sayısındaki "İslâmî sinema yeniden mi doğuyor?" başlıklı yazısında filme ilişkin "ılımlı" ifadeler kullanmış! Sevgili Mesut ağabey; sen beni ve benim kuşağımı "Rahmet ve Gazap", "Reis Bey", "Yalnız Değilsiniz", "Kelebekler Sonsuza Uçar", "İskilipli Atıf Hoca", "Ölümsüz Karanfiller" gibi eserlerinle uyandırdın, bilinçlendirdin ve ruhlarımızı her dem zinde tuttun. Bunlar tarafımızdan asla unutulmadı ve unutulmayacak. Lütfen sen de şunu hiç unutma! Bu kardeşin burada olanca yalnızlığı içinde tekkeyi korumaya ve gözetmeye devam ediyor. Yeni filmin gösterime girdiğinde, sinema sayfamızın manşetindeki yeri de şimdiden hazırdır. Gâzan mübarek olsun!
2000'li yılların başı... Ay'da bilimsel araştırmalar yapan bir ekip, toprağın metrelerce altında, zeki varlıklar tarafından üretilip oraya konulduğu anlaşılan bir taş blok bulur. Yüzeyi kusursuz pürüzsüzlükte kesilmiş olan bu simsiyah dikdörtgen monolit, Jüpiter gezegenine düzenli olarak sinyaller göndermektedir. Bunun üzerine, dünyanın en gelişmiş uzay gemisi, içinde bir grup astronotla birlikte anılan gezegene doğru uzun bir yolculuğa çıkar. Geminin bütün sistemlerini ise insan zekâsıyla yarışabilecek (hattâ kimi zaman onu da geçebilecek) kadar gelişmiş olan özel bir bilgisayar yönetmektedir. Ve "Hal 9000" adı verilen bu bilgisayar, yolculuğun ortalarında bir yerde zıvanadan çıkarak mürettebatı tek tek öldürmeye başlar. Ancak, böyle bir makineyi üretebilen insan, onun kendi kendine geliştirdiği bu şeytanî planı da elbet altetmeyi başaracaktır. Gemide (daha doğrusu geminin dışındaki küçük bir mekikte) sağ kalan son kişi olan komutan Bowman'ın, kendisini kapana kıstıran bilgisayara giriş kapısını açması için ardarda bir kaç kez tekrarladığı şu ünlü emir, emrini takip eden derin sessizlik ve en sonunda aldığı ukalâ cevap ise filmin en unutulmaz anlarını oluşturur: "Kargo kapısını aç Hal!" / "Üzgünüm ama, bunu yapamam Dave..." Bilim-kurgu türünde bir zirve oluşturan bu filmin orijinal İngilizce adını; ayrıca sinema tarihinin en büyük anlatım ustaları arasında yer alan yönetmeninin, en az iki başrol oyuncusunun ve görüntü yönetmeninin adlarını 2 Mart 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine (tam adları ve açık mektup adresleriyle birlikte) gönderen üç okurumuz, bilgisayarımızın doğru cevaplar arasından rasgele yapacağı bir seçimle, yönetmenliğini Milcho Manchevski gerçekleştirdiği, başrollerini ise Rade Serbedzija, Labina Mitevska ve Katlin Cartlidge'in paylaştığı "Yağmurdan Önce" (Before the Rain) filminin birer DVD'sini kazanacaklardır.
- Filmin Orijinal Adı: Nuovo Cinema Paradiso (1989)
(Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "Cennet Sineması")
Yarışmamıza yurt çapında toplam 168 katılım gerçekleşti ve bunlardan 125 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
- Dğuzhan Aşkın / Cebeci-Ankara
Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("İyi, Kötü, Çirkin", 1966 / Oyuncular: Clint Eastwood, Eli Wallach, Lee Van Cleef' / Yönetmen: Sergio Leone) çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |