T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 7 TEMMUZ 2006 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
Ali Murat GÜVEN

'İktidar' olup da 'muktedir' olamamak... (Sinemada bile!) - 2

Geçtiğimiz hafta, Kültür Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü Film Destekleme Kurulu yetkililerinin yeni film projelerine ne tür bir mantıkla maddî destek verdiğinden söz etmiş ve yaklaşık 7.5 milyon YTL tutan bu yılki yardımları almaya hak kazanan sinemacılarımızın senaryolarından (bu arada da bazılarının ibretlik siyasal kimliklerinden) söz etmiştim. Bu konu meğerse sinema câmiasında tam bir "yürek yarası"ymış da haberimiz yokmuş! Söz konusu yazıdan sonra sektörün içinden öylesine çok sayıda (ve de ayrıntılı bilgiler içeren) mesajlar aldım ki bu konuya haftalarımı ayırsam yazacaklarım yine de yaşanan zilleti tam olarak ortaya koymaya yetmez.

Ancak, gelenler arasında özellikle bir mesaj çok dikkatimi çekti; onu bu sütunlarda sizlerle paylaşmazsam gerçekten de yazık olacak.

Destek Kurulu'na ilk kısa filmi için başvuran genç bir sinemacı adayı, bana bütün öfkesiyle şu satırları yazmış: "Yahu Ali Murat ağabey" diyor kardeşimiz, "Bir adam ya da kadın, şimdiye kadar bunca uzun metrajlı sinema filmi çekmişse, yurt içinde ve dışında bunca ödüller almışsa, o artık zaten profesyonel bir sinemacı olmuştur ve böyle kişiler için finans bulabilme sorununun da büyük ölçüde ortadan kalkmış olması gerekir. O hâlde düşsünler artık bu tür yardım fonlarının yakasından! Bizler ise daha yolun başındayız ve kısa film/belgesel çekmek için talep ettiğimiz bütçe topu topu 10-15 bin YTL. Ama adamlar sektörü de fonları da öylesine parsellemişler ki onuncu filmlerinden sonra bile hâlâ utanmadan devletten yardım istiyorlar. Madem ki bu kadar büyük sinemacısın, git kardeşim, başka kaynaklardan temin et finansını. Bunlardan bir tanesinin aldığı yardım tutarıyla ülkede en az 20-30 tane genç yönetmen ilk kısa metrajlı filmini çekerdi. Ama her biri aldıkları kalın kalın yardımlarla bir o kadar sinema sevdalısının önünü kesmekteler. Bu nasıl bir yardım mantığıdır ki eldeki bütçe toplam 10-15 kıdemli sinemacıya paylaştırılıp bir günde tüketiliyor! Böyle bir geliştirme fonu öncelikle profesyonel sinemacıları mı kollamalıdır, yoksa yeni yetişenleri mi?"

Doğru söze ne hacet... Bir tarafta tek kuruş yardım alamamış yüzlerce irili ufaklı proje, diğer tarafta ise onların hepsinin ihtiyacı olan toplam bedeli tek başına silip süpürmüş pek kıdemli "solcu" isimler... Fondaki paranın en büyük dilimi bunlara gitmiş; geride kalan az sayıdaki kısa metraj ve belgesel projesine lâyık görülen destek ise âdeta leblebi çekirdek parası...

Başvuru listesine ben de baktım. Bir sürü kısa metraj ve belgeselin üzeri çizilmiş, onun yerine "Pontus ve Kürdistansever" bayan sinemacımız Yeşim Ustaoğlu'na ("Pandora'nın Kutusu", 270.000 YTL), bütün meslek hayatı solcuların bunalımlarını anlatmakla geçen Yavuz Özkan'a ("İnekler, İnsanlar, Sonbahar", 250.000 YTL), Yeşilçam'ın en kıdemli solcularından Barış Pirhasan'a ("Adem'in Trenleri", 450.000 YTL) ve aynı siyasal duruşun temsilcileri Mehmet Eryılmaz'a ("Yine Hazan Mevsimi", 250.000 YTL), Aydın Sayman'a ("Janjan", 300.000 YTL), Yusuf Kurçenli'ye bol keseden yüzbinlerce yeni lira dağıtılmış. Sözgelimi, adı bende saklı genç bir sinemacı "Hayâlimdeki Necip Fazıl" adlı bir kısa metraj çalışması için topu topu 5.000 YTL istemiş Kurul'dan. Cevap "Hayır"; karşılığında ise Kurçenli'nin "Karadeniz'den sürgün edilen Pontus Rumları" öyküsüne aslanlar gibi 330.000 YTL. bayılmışlar. Bu ülkede son yıllarda anılan bütçenin yarısıyla 35 mm'lik filmlerini çekip bitiren, üstüne bir de hem para hem de saygın ödüller kazanan bir sürü genç sinemacı ortaya çıktı, bilmem farkında mısınız bayanlar baylar?

Komisyon'un 2 ve 3 Haziran'daki karar toplantısında bu sinemacılara söz konusu paraların dağıtılması toplam ikişer dakika sürdü. Başkan'ın sorusu: "Veriyor muyuz, vermiyor muyuz?". Havaya kalkan eller gözle sayıldıktan sonra da yorumu: "Ekseriyet sağlanmıştır". Sonrasında, geç hemen diğer dosyaya! Söz konusu filmlerden herhangi biri, adları daha önceden listelenmiş uluslararası festivallerden birinde en küçük bir ödül kazandığı takdirde, bütün bu yardımlar "geri dönüşsüz birer hibe"ye dönüştürülecek. Çünkü yardım yönetmenliği böyle...

Eh, şimdiye kadar Türkiye'ye dinî, kültürel ya da tarihî açıdan doğrudan ya da dolaylı "bindirmeler" yapıp da herhangi bir uluslararası festivalden (özelikle de batıdakilerden) eli boş dönen bir Türk filmi gördünüz mü? Göremezsiniz. Çünkü Yılmaz Güney'den bu yana oluşmuş çok sağlam bir gelenektir bu. Bindir Türkiye'ye, al heykelciği; bindir Türkiye'ye, al yardımı! Bu projelere verilen kredilerin büyük bir bölümü de dünya festivallerine katılıp irili ufaklı ödülleri toplamalarıyla birlikte takır takır hibeye dönüşecektir; bunu lütfen şimdiden bir kenara yazın.

O yüzden, yakın gelecekte fırsat buldukça bazı gerçekleri yeniden ifşâ etmek üzere, bu konuya -şimdilik kaydıyla- son noktayı koymak istiyorum. Zaten geçen hafta boyunca mesajlarımızı alanlar fazlasıyla aldı! Bu kişiler bildikleri gibi yaşamaya devam edebilirler, ama benim de onlara söylediğim şey çok açık: İnisiyatiflerinizi ne yönde kullandığınızın farkında değiliz sanmayın! Belki "kankalık" ilişkilerimiz yeterince güçlü değil, ama kafamız hâlâ çok iyi çalışıyor.

Bütün bunların ötesinde, eğer mevcut manzara buysa kabahat de yine bizde... Cumhuriyet tarihi boyunca o kadar az sayıda nitelikli insan yetiştirdik ki gün olup iktidara gelindiğinde belki üst düzey lider kadrolar bir biçimde doldurulabiliyor; ancak orta ve alt iş bitirici kadrolara koyacak bir otobüs dolusu bile kalifiye elemanımız yok. Varsa da onlara erişmeye üşeniyor ve çok eski bir kompleksimize boyun eğip solcularla işbirliğine gidiyoruz. Sonuç da hep bu şekilde, yani "altı kaval, üstü şişhane" oluyor.

Soruyorum: Ben bu kısacık dünya hayatında, kendime ideolojik ve duygusal açıdan yakın bulduğum insanlar iktidardayken bile hastanede, okulda, karakolda, vergi dairesinde, bakanlıklarda, kültür ve sanat dünyasında habire "sol nefret"le yüzleşmek ve onun kahrını çekmek zorunda kalacaksam, o halde niye yaşadım yirmi yıldır bunca çileyi? Niye gördüm huzura dair onca hayâli?

Takardım yakama altı oklu bir rozet, başım sıkıştıkça ve çevirdiğim dolaplar ortaya çıkarıldıkça da habire ne yaman bir Atatürkçü olduğumdan dem vururdum; arkamı yasladığım medya organlarında "Gericiler ben Kemalistim diye beni susturmak istiyorlar, kurtarın beni ey lâik yoldaşlar" diye ciyaklardım. Böylece yıllar boyunca "paşa paşa" yaşayıp giderdim bu endazesi kaymış ülkede...

Ama milyonlarcamız öyle yapmadık, "öze dönüş"ü seçtik ve bir ömür boyu da bunun bedelini ödedik. İktidardayken bile!

İşte çektiğimiz çilenin en ironik tarafı da bu...


  • 'İktidar' olup da 'muktedir' olamamak... (Sinemada bile!) -1


    Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi