İletişim uçurumları

Bugünün dünyası ahlaki bir dünya ile, ahlak dışı bir dünya arasında derin bir mücadeleye sahne oluyor. Bugünün dünyasında bütün toplumların, kültürlerin ve siyasetin sorumlu tutulabileceği ahlaki ölçütler yok.

Haber Merkezi Yeni Şafak
-Atasoy Müftüoğlu

Güvenlik merkezli bir dünyada yaşadığımız için, bu tür bir dünyada, kimlikler, renkler, isimler ve diller bile bir tehdit unsuru olarak algılanabiliyor, değerlendirilebiliyor. Taşıdıkları kimlikler, renkler, isimler ve diller sebebiyle insanlar ideolojik anlamda terörize edilebiliyor, fiziksel/ruhsal anlamda aşağılanabiliyor. Bu tür bir dünyada hiçbir farklılığa müsamaha gösterilmiyor. İdeolojik ve ırkçı bağnazlıklar her toplumda, her geçen gün, daha da derinleşen, iletişim uçurumlarına yol açıyor. Böyle bir dünyada, ideolojik ve ırkçı bağnazlıkların dünyasında, hiç kimse, eşit düzeyde, hukuki koruma altında bulunabileceğine inanamıyor.

SİSTEMATİK SÖMÜRÜ DEVAM EDİYOR
Günümüzde, İslam dünyası toplumlarında Batı ve siyaseti devam ettiği için, ötekileştrilenler, yalnızlaştırılanlar, sessizleştirilenler, ancak, seküler/liberal sınırları, normları, biçimleri kabul etmeleri koşuluyla, kamusal dünyada görünebiliyor. İslam dünyası toplumlarında, düşünce hayatı, sarsıcı dönüşümlerle ilgili, altüst edici yabancılaşmalarla, çözülmeler, düşüşlerle ilgili eleştirel tanıklıklar, sorgulamalar yapamıyor. İslam dünyası toplumlarında, derin, kuşatıcı, eleştirel düşünceye, üretkenliğe imkan vermeyen, aptallaştırıcı eğitim politikaları yürürlükte olduğu için, genç kuşaklar evrensel gerçekler etrafında İslami bir farkındalığa sahip olamıyor. Eleştirel tanıklıklar, sorgulamalar yapmadığımız için, İslami anlamda kültürel-entelektüel parçalanmalar çoğalıyor. Bu parçalanmalar sebebiyle maruz kaldığımız zihinsel soykırımı farketmiyoruz.

Batı dünyasının düzen yaklaşımını, dünya görüşü ve hayat tarzı yaklaşımını, ahlaki ve meşru olmayan yollarla insanlığa dayatmasının, çok büyük bir insanlık suçu teşkil ettiğini konuşmuyor, tartışmıyor, bu dayatmaları İslami bir onur içerisinde reddetmiyoruz. Hangi anlamda olursa olsun, zihinsel, kültürel, siyasal, ekonomik ve askeri bağlamda sistematik sömürünün devam ettirilebildiği bir dönemde, Filistinlilerin, Afganistanlıların, Pakistanlıların, Iraklıların, Libyalıların, Suriyelilerin, dünya Müslümanlığının yaşama haklarının, özgürlük haklarının, inanç haklarının, mülkiyet haklarının tanınmadığı bir dönemde, “insan hakları” klişesinin/sloganının küresel çapta bir propaganda aracı olarak kullanılabiliyor olması, sömürülebiliyor olması, toplumlarımızın zihin dünyası üzerinde zihinsel soykırımın ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.

Günümüz dünyasında, toplumlarında, Müslümanlar, modern-seküler-liberal dünya görüşünün izin verdiği ölçüde, ancak, özel alana ait olmak koşuluyla dini inanç özgürlüğünden yararlanabiliyor.

Koşulları değiştirme/dönüştürme yeteneğine, bilincine, iradesine sahip olmayan toplumlar/kültürel statükolarla bütünleşerek varlıklarını sürdürdükleri için, maruz bırakıldıkları, İslami olmayan konumları tartışma konusu yapamıyor. Siyasal basiretsizlikler ve Batı vesayeti sebebiyle, kendilerini ulus-devlet kutsallarına hapseden İslam dünyası ülkeleri, bu tercihleriyle, Hitler'in “hak, Alman halkı için iyi olan şeydir.” yaklaşımına benzer bir yaklaşımı seçmiş oluyor. Kendi zamanlarını ve kendi zamanlarının gerçeklerini gereği gibi kavrayamayan bir zihin dünyası, çözümlenmemiş çelişkileri biriktirmekten başka hiç bir şey yapamaz.

İSLAMİ VAROLUŞ BİLİNCİNE YABANCILAŞMA

Günümüzde, bir yanda, İslam dünyasında, ulus devletler, ulusal çıkar temelinde politik tercihler yaptıkları için, hem birbirlerine yabancılaşıyor, hem ulus üstü İslami varoluş bilincine yabancılaşıyor. Bu arada, bir diğer yanda, üzerinde gereği kadar durmadığımız bir başka şey, yoğun bir farkındalıkla konuşmamız gerekirken konuşmadığımız bir başka dönüşüm yaşanıyor. Duyarlılık ve algı kaymaları sebebiyle, bu dönüşümün neden olduğu çok ağır yapısal tahribat ve kültürel imha gündemimizde değil. Batılı hayat tarzı, dünya görüşü küresel kapitalizm aracılığıyla bütün toplumlara-kültürlere dayatılıyor. Bu amaca ulaşmak için, Avrupa merkezci bütün ırkçı değerler, ideolojik propaganda endüstrisi tarafından etkili bir kamuoyu oluşturmak üzere seferber ediliyor. Küresel kapitalist tarz, model tek dünya oluştururken, evrensellik de maddi anlamda gerçekleştirilmiş oluyor. Bu durumda, dini, kültürel farklılıklar, bağımsızlıklar, özgünlükler, özgürlüklerle ilgili bilinç, kavrayış, hassasiyet ve bağlılık biçimleri de ciddi bir biçimde aşınıyor, belirleyici etkilerini kaybediyor.

AHLAKİ BİR DÜNYA MÜCADELESİ
Ulus-devletle kendilerini ulusal çıkar mülahazalarına hapsederek, kendi kendilerini düşünsel/kültürel anlamda yoksullaştırırlarken, bir başka bağlamda, modern-seküler-liberal tarih, dünyanın bütün imkanlarını küresel kapitalizmin hizmetine tahsis ediyor. Kendi kendilerini ulus-devlet kutsallarına hapseden İslam dünyası ülkeleri, küresel kapitalist değişim/dönüşüm/yapılanma karşısında hiçbir çözüm iradesine sahip değiller Bugünün dünyası ahlaki bir dünya ile, ahlak dışı bir dünya arasında derin bir mücadeleye sahne oluyor. Bugünün dünyasında bütün toplumların, kültürlerin ve siyasetin sorumlu tutulabileceği ahlaki ölçütler yok. Her kültürde, çıkarlara göre belirlenen tek boyutlu bir insan hakları perspektifi olduğunu görüyoruz. Bugün, siyasal ve sosyal dünyada Müslümanların konumlarını dikkate aldığımızda, siyasal ve ekonomik adalete bütünüyle yabancı bir dünyada yaşamakta olduğumuz kolaylıkla anlaşılabilecektir.