T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R A M A Z A N
İslam'ın şiarları (3)

3. Dînî günler ve bayramlar:

Kavimlerin, bölge ve cemaatlerin, günümüzde ulusların her birine mahsus şenlik ve bayram günleri vardır; bunların tarihi sebepleri, ihtiva ettikleri inançlar, değerler ve semboller İslam'a ters düşmedikçe dînî bakımdan sakınca yoktur, her biri kutlanır ve yaşanır. Bunların yanında bir de bütün Müslümanlar'ın ortak "dînî günleri ve bayramları" vardır; kandil geceleri, Ramazan ve Kurban Bayramları bunların en meşhur ve yaygın olanlarıdır. İşte bu günler ve geceler de ümmetin birliğinin hem destekleyici ve besleyicileri hem de işaret ve nişanlarıdır. Bunların değiştirilmesi ve "ulusallaştırılması" mümkün ve caiz değildir.

4. Ezan:

Hz. Peygamber (s.a.) Medine'ye hicret ettikten sonra Müslümanlar rahatlık içinde cemaatle namaz kılar hale gelmişlerdi. İlk günlerde ezan yoktu, namaz vakti yaklaşınca mescitte toplanıyor, vaktin gelmesini bekliyorlardı. İhtiyaç üzerine Müslümanlar'ı uyarıp namaza çağıracak bir usul arandı, Yahudiler gibi boru çalma, Hristiyanlar gibi çan çalma teklifleri yapıldı ise de bunlar Peygamberimiz'in içine sinmedi. Sahâbeden Abdullah b. Zeyd bir gece rüyasında iki parça yeşil elbise giymiş, elinde çan bulunan bir zat gördü, namaza çağırmak üzere bu çanı satın almak istedi, yeşil elbiseli zat "Sana bundan hayırlı bir yol göstereyim" dedi ve bugüne kadar okuya geldiğimiz ezanı Abdullah'a öğretti. Abdullah uyanır uyanmaz Rasulullah'a koştu, gördüklerini anlattı, O da "Bu gördüğün Allah'ın izniyle hak olan bir rüyadır" buyurdu, sesi daha gür olduğu için Bilal'e öğretmesini söyledi, Abdullah ezanı Bilal'e öğretti, Bilal uygun bir yere çıkıp ezanı okumaya başlayınca Hz. Ömer bir yandan elbisesini giyerek heyecan içinde koşup geldi ve aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü söyledi. (Şevkânî, Neylü'l-evtâr, II, 37 vd. Tirmizî'den naklen). Peygamberimiz'in müezzinlerinden Ebû-Mahzûre de bu ezanı, Hz. Peygamber'in (s.a.) bizzat kendisine öğrettiğini ifade etmiştir. (Müslim, Salât, 6).

Ezanın ortaya çıkışı ile ilgili sahih hadisler gösteriyor ki, ezan rüya ve ilham yoluyla bir iki sahâbîye öğretilmiş, Peygamberimiz bunun ilâhî bir yoldan geldiğini tasdik etmiş, benimsemiş ve sesi müsait bulunan ilk müezzin Bilal'e okumasını emretmiştir. Başka müezzinler edindikçe de onlara bizzat kendisi bu ezanı öğretmiştir. Şu halde ezân-ı Muhammedî İslam'dan önce Araplar'ın bildiği bir usul ve metin değildir, İslam'dan sonra bulunup uygulanmıştır, kaynağı da ilâhîdir, nebevîdir (ilham edilmiş, Hz. Peygamber tarafından da benimsenmiştir). İşte o tarihte bu metinle başlayan ezan on beş asırdır bütün İslam âleminde "aynı şekilde, aynı metinle, aynı dilde" okunmuş, dili ve kavmiyeti ne olursa olsun bütün Müslümanlar onu duyduklarında ezan olduğunu anlamışlar, gerekli tepkiyi göstermişler, çağrıyı almışlardır. Ezanın dili değiştirilecek olursa onun şiar olma özelliği kaybolur, ümmete ait olmaktan çıkar, sünnete aykırı "ulusal ezan" olur. Ezanı böyle bir değişikliğe uğratmak caiz değildir. Bazı fıkıh kitaplarında bulunan "Başka dilde okunan ezanın ezan olduğu anlaşılırsa okunan yeterli olur" cümlesi "başka dilde ezan okumanın caiz ve sünnete uygun olduğunu" ifade etmez, "böyle okunduğu takdirde ezan okunmuş olur, tekrar okunması gerekmez" manasına gelir. Ana dili ne olursa olsun bütün Müslümanlar 15 asırdır okunan ezanı anlamakta, bundan büyük bir haz duymakta, minarelerinden bu ezanın eksik olmaması için Mevlâ'ya dua ve niyaz etmektedirler.


9 Aralık 2001
Pazar
 
PROF. DR.
HAYRETTİN KARAMAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED