T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Depresyondayım', 'inci avcısı' duyar mı?

Kimi zaman yaşamanın dayanılmaz olduğu anlarda kendinize yeni rüyalar bulup, bütün acılarınızı, hüzünlerinizi bir "inci avcısı"nın ellerine bırakmak istersiniz. Kimi zaman da, son günlerin moda arabesk şarkısı "depresyondayım"daki "unutuldum, terkedildim" kelimelerinin eşliğinde uyku ile uyanıklık arasında, rüyaların gölgesinde çoğalan bir rüyanın içinde yanıp söner umutlarınız...

Günlerce, bir "inci avcısı"nın ayak izlerinden giderek kaybettiğinizi sandığınız rüyaları, hâlâ yüreğinizi kanatan üzgün yüzleri "aynaların gölü"ne düşürmeye çalışırsınız.

Tıpkı ünlü şair Sezai Karakoç'un, "Ne cennet ne cehennem Arafım ben" dizelerinde olduğu gibi, algılarınız cennet ve cehennem arasında gidip gelir, kainatın enginliğinden ta aşağılara düşersiniz... "Büyük varlığın" içinde kaybolur bütün aynalarınız. Artık ne kim olduğunuzun, ne de rüyalarınızın hesabı sorulmaz kimseden...

Dünya ile ve hayatla olan ilişkilerimizde öyle anlar olur ki, iyilikler meleğinin çok müstesna zamanlarda üstümüze savurduğu son külüne bile hasret kalırız. Endişeler içinde kıvranan ruhumuzun üstüne gökkubeden bir çiğ düşerek, rüzgarın ağacın kabuğunu değiştirmesi gibi, bütün rüyalarımızı değiştirmesini bekleriz.

Biliyorum, hayatın bana hep oyun ettiği sıradan ilişkilerin dışında gün doğumunu müjdeleyen bir aydınlık var ama bir türlü gün doğmuyor... Belki de günün doğacağını bilmek bana acı veriyor...

Bir gün, "yıldızlara göre yazılan mektupların adresini ararken" kendimi bulursam, "inci avcısı"nın izinde bir başka gerçeklikle yüzleşip, rüyalarımdan dışarı fırlayacağım.

Eğer siz de bir gün, "zaman"la yüzleşmeye, içinizdeki "insan"ı keşfetmeye karar veriseniz, değerli gazeteci Nuriye Akman'ın yeni çıkan "İnci Avcısı" kitabıyla uzun bir yolculuğa çıkın...

"İnci avcısı"nın şiire açılan kapılarında kimi zaman mavi düşler görün, kimi zaman da Aydın Menderes bölümünde olduğu gibi hüzünlü denizlerde kendinizi kaybedin... Çünkü bu dünya, ağır bir yorgunluk ve kara bir ateş...

/Dalabilene/ derin olur/ şarkıların nefesi/ çıkartmasa da her zaman gür sesi/ şaşırtır hüzün flütlerinin/ hayata neşe üflemesi/ yeter ki in inebildiğin kadar/ dipte bir inci/ içinde bir inci daha/ onun içinde başka bir inci/ bu böyle sürer gider/ söyledim/ derin olur/ şarkıların nefesi/ çakır olur efelerin yüreği/ kırılmaz camdandır kadınların bileği/ Hey gidinin efesi.../ efesi efesi/ efelerin efesi./

Gördüğünüz gibi hayat bir yerlerde birilerine hep oyun ediyor, bu yüzden yalnızlığın kavşaklarında hep depresyondayız... Hep yeni düşler özlüyoruz, "inci avcısı"yla "aynaların gölü"ne düşüyor yolumuz...

Şimdi hayatın "gerçek şiiri" de, aşklar da hem çok yakın, hem çok uzak bize... Vuslata yakınken, vuslata yanmak gibi bir şey tıpkı...

Oysa "inci avcısı"nın "umut bahçesi"nde, her renkten çiçekler var. Kıvrık taç yapraklarıyla güller, sarıya çalan beyazlığıyla üzgün zambaklar ve ufacık unutmabeniler... Ve kederler dağılıp gidiyor parlayan inci taneleri gibi hayallerimizin bahçesinde...


9 Aralık 2001
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED