|
|
Adam zengin olur mu?
İbn Haldun kişisel serveti genellikle şüpheli görür ve servetin kaynakları arasında hiçbir verimli ve rasyonel kaynağı saymaz. Ona göre, büyük kişisel servetleri çalışmayla, ekonomik sebeplerle açıklamak mümkün değildir. Verimlilik mi önemlidir, infak mı? Genç arkadaşların oluşturduğu bir elmek topluluğu bir süre bu konuyu tartıştı. ('e-mail' yerine, elektronik mektubun kısaltılmışı olan 'elmek'i tercih ediyorum!) Tabiatıyla, bu iki kavram birbirinin alternatifi değildir. Verimli çalışma içinde olmadan nasıl kazanacaksınız ki, infak edebileseniz? Verimlilik, kaynakların (girdilerin) kullanım tarzıyla ilgili bir durumdur. Mesela, askerlerinizin onda dokuzunu kaybederek kazandığınız bir zafer, sonuçta amacınıza ulaştığınız için zafer sayılsa bile, pek verimli bir 'uğraş' kabul edilemez. Bu yönüyle verimlilik sadece modern (kapitalist) ekonominin bir meselesi değil, tarihteki her türlü organizasyonun ciddiye almak zorunda olduğu bir meseledir. Kapitalist ekonomide, verimliliğin nihai gayesi "sermaye birikimine maksimum katkı" olduğu için, bu gayeyi paylaşmayan insanların verimliliği saçma bulması doğaldır. Bunun yerine daha 'toplumsal' nitelikli amaçlar koyabiliriz. Ama her halükârda verimlilik insanların bir meselesi olmaya devam eder. Yıllar önce "Adam Zengin Olur mu?" başlıklı bir yazıda meseleyi sabır/şükür ekseninde ele almıştım. (Bkz. Birey, Burjuva ve Zengin, Kitabevi Yayınları) Dine göre zenginlik/yoksulluk meselesini gündeme getirenleri iki gruba ayırıyorum: Birinci grup, dinin zenginliğe çok önem verdiğini, bunun da çalışmayla mümkün olduğunu söyleyenlerdir. Bunlar kitap ve sünnetten sadece çalışma ve zenginlikle ilgili delilleri toplayarak fikirlerine destek yaparlar. (Mesela, işçilerine çok çalışmanın erdemlerine dair ayet/hadis derlemeleri dağıtan işadamlarını bu kategoriye dahil edebiliriz.) İkinci grup ise yoksulluğu öne çıkarır. Bunlar da büyük bir titizlikle zenginliğin aleyhindeki delilleri toplar ve zenginleri yerden yere vururlar. Her iki tavır da gayr-ı ilmîdir. Doğru tavır, kaynaklara peşin hükümle yaklaşmak değil, kaynaklardan elde edilebilecek bütün delilleri toplayıp, bunlardan bir netice çıkarmaktır. Kararı önce veriyor, sonra delil arıyorsak, istediğimiz kadar delil bulabilir, ama hakikattan uzaklaşırız.
Sabır mı önemli, şükür mü?
İbn Kayyim el-Cevziyye sabrın daha faziletli ve üstün olduğunu savunanların delillerini şöyle sıralar: Kur'an-ı Kerim'in doksana yakın yerinde sabır zikredilmiştir. Hz. Peygamber, "Yemek yediren ve şükreden, oruç tutup sabreden gibidir" buyurmuştur. Burada şükreden, sabredene benzetilip övülmüştür. Kendisine benzetilenin mertebesi, benzeyenin mertebesinden daha yüksektir. Allah Teala şükredenler için, "And olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım" (İbrahim 7) buyurduğu halde, sabredenlerin mükâfatının hesapsız olduğunu haber vermektedir: "Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir." (Zümer 10). Şükrün daha faziletli ve üstün olduğunu savunanlar ise, sabrı yüceltenlerin vesileyi gaye haline getirdiklerini söyleyerek şükrün tam hakkını vermediklerini ileri sürmüşlerdir. Allah Teala yarattıklarından talep ettiği 'şükr'ü kendi 'zikr'ine yakın kılarak, bunların her ikisini de istemiştir. Sabır, bunlara giden bir yoldur; bunların hizmetçisi ve yardımcısıdır. "Siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, nankörlük etmeyin." (Bakara 152) Sabır ve şükür lehindeki bütün delilleri bir bir sıralayan İbn Kayyım el-Cevziyye, sonuçta Hz. Ömer'in "Sabırla şükür iki deve farzedilse, hangisine binsem aldırmazdım" sözüne dönmekte ve "Sabır ile şükürden her biri diğerinin hakikatına girer," demektedir. "Şükür, Allah'a taat ve ibaret etmek ve O'na isyan etmemektir. Sabır bunların aslıdır. Taat ve ibadeti eda ederken çekilen zorluklara sabretmek ve günahlardan uzaklaşmaya sabretmek şükrün ta kendisidir. Sabr emredilince, sabretmek şükürdür. Şükür sabırdan ayrıldığı zaman, şükrün şükür olması batıl olur. Sabır şükürden ayrıldığı zaman, sabrın sabır olması da batıl olur."
TOPLUM İÇİN ZENGİNLİK
Kapitalizm öncesi toplum/devlet sistemleri esas olarak 'siyaset' eksenli idiler. Sistemin merkezinde güçlü bir siyasi yapı vardı ve merkezden çevreye doğru ekonomik faaliyetleri vergilendiriyordu. Servetin o devirlerdeki ana kaynağı toprak olduğundan, büyük bir devlet demek demek, geniş bir coğrafyayı vergilendirebilen bir imparatorluk demekti. Toprağın egemenliğinden sermayenin egemenliğine geçilince, klasik tarzda imparatorluk tesis etmek gereksiz veya maliyetli hale geldi. (Sermaye, daha fazla üretimi mümkün kılan 'üretilmiş üretim araçları' demektir!) Önemli olan, dar bir alanda ve sermaye eşliğinde, yoğunlaştırılmış bir çaba ile daha fazla servet üretmekti. Dolayısıyla, sistem siyaset eksenli olmaktan çıktı, ekonomik eksenli hale geldi. Merkez, çevreyi vergilendirmekten ziyade, çevreden ticaret ve diğer yollarla 'değer aktarma' peşine düştü. Siyasi/askeri örgütlenme, ekonomik merkezin sigortası oldu. Bu bakımdan, bugün dünyanın her hangi bir yerindeki her hangi bir ekonomik faaliyet kesinlikle 'bireysel' olarak nitelendirilemez. İşyeri tamamen size ait olabilir, ama faaliyetiniz kapitalizm öncesi dönemlerde olduğu gibi 'kişisel' değildir artık. Yani zenginliği kendinizin veya çoluk çocuğunuzun geleceği için olduğu kadar, merkezdeki efendilerin üzerinizdeki siyasi/askeri gücünü kırmak için arıyor olmalısınız. Sadece para kazanma peşindeyseniz, işinize ekonominin ötesinde bir amaç biçemiyor, görünenin ötesinde daha derin bir anlam veremiyorsanız, kısa vadede bir takım başarılarınız olsa bile, muhtemelen uzun ömürlü bir müessese kuramayacaksınız.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |