T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ölüm şuuru

"Düşünsek biz ölümden korkmamak lazım gelir,
Zira yerin altında, üstünden ziyade akrabamız var."

Eşref

Son birkaç yıldır Ramazan vesilesiyle Müslümanlar'a dinlerini daha iyi öğretmeyi ihtisas alanı olarak kabul edenlerin ulaşmış oldukları "başarı" ile Eyüp Kabristanı'nın tarumar görüntüsü arasında doğru bir orantı var. Ölülerini geçici âlemden esas âleme uğurladığını düşünen ve dünya hayatında misafir oluşu hatırlatsın diye kabir ziyaretinde bulunanların davranışları üzerinde durmak yerine, kabir ziyaretinin en cahil insan algısı üzerinden eleştirisinin yapılması ve ölülerin Kur'an'a ihtiyacının olmadığı yolundaki "ikna" edici konuşmaların semeresi mezarlık aralarına atılmış pet şişeler, poşetler, gazete kağıtları. Çünkü, tv programlarının ölümü basitleştirip, ölülere hürmet etmeyi hurafe olarak göstermesinden sonra "Bir rüyada gördüğümüz Eyüp"ten ayrılmış olduk. Babanzade'yi önce hurafe sokuyorsun diye kızdıran sonra da 'Sen haklıydın' dedirten Yahya Kemal'in satırlarında Eyüp ne muhteşemdir:

"Epey seneler evvel İstanbul'u görmeğe gelen şair Henri de Regnier, Eyüp mezarlıklarının bir yokuşunda durmuş, Türk ölümünün derin bir vecdiyle, Türk ırkından doğup, bizimle beraber yaşayıp öldükten sonra, mezarına sarıklı bir taşın dikilmeyeceğine acımış ve 'İstanbul müminlerinin o kadar sevdiği Eyüb servilerinin altında kendimi senin ölülerinle kardeş hissettim demişti.' Bir Katolik şairine böyle söyleten Eyüb, bizi de içine aldığı zaman fazla düşündürmüyor; orda ahiret havasını teneffüs ederken müsterih oluyoruz; zihnimizi yormuyoruz."

Yahya Kemal'in nesli için ölülerimiz bizimle birlikte yaşamaya devam eder. Onun içindir ki, Türkiye'nin nüfusu sorulduğunda ölüleri de sayarak cevap verir. Ruhun ölümsüzlüğüne iman etmek, ölüleri unutuşun bahçelerine gömmemekten geçer çünkü. Geleneksel Türk kültüründe mezarlıklar yaşayan, nefes alan mekanlardır, kara-yeşil serviler şehrin hem maddi hem manevi akciğeri vazifesini üstlenen organlardır.

Ölüm o kadar hayatın içindedir ki, öncelikler sıralaması üç günlük fani dünyanın yükü göz önünde bulundurularak yapılır.

1950'den itibaren "şehir planlamacılarının" mezarları tarumar etmesiyle başlayan ölümün vatanını işgal etme süreci; 90'lardan itibaren ölümün ve ölülerle ruh ikliminde buluşmanın mekanı olan mezar ziyaretinin hafife alınmasıyla, uhrevî alemle kurulan ilişkiyi yok etme noktasında yeni bir erozyon başlattı.

Cenazelerini alkışlarla uğurlayan "aydınlar" ile, mezarlıkları gizli buluşma mekanı yapan, çöp atan cahil insanların ölüm algısı aynı. İkisinde de ölüm metafiziğe açılan, teslim olmayı hatırlatan bir kapı değil. İkisinde de ölülerin vatanı olan mezarlık ahiret havasını teneffüs ettirici bir mekan değil. İkisinde de ahiret asli hayatın başlangıcı olarak zihinde yer tutan esas vatan değil.

Ölülerle diriler arasındaki ilişkiyi "ölülerin size ihtiyacı yok" noktasından koparmaya kalkanlar, yaşayanların ölümün hatırlattığı sınav korkusuna ihtiyacı olduğunu idrak edemediler.


7 Eylül 2001
Cuma
 
FATMA K. BARBAROSOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED