T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Tarihin damak tadı

Daha önce, tarihçiliğinin dışındaki ilgi alanlarından 'İstanbul Gezi Rehberi' ve 'Edebiyat Üstüne Yazılar' gibi çok okunan kitaplar yayınlayan Murat Belge, son olarak 'Tarih Boyunca Yemek Kültürü' adında; tadı damakta kalan bir kitap yayınladı. Belge'yle yemek, lezzet, iktidar ve medeniyet kavramlarından oluşan bir paradigmalar bütünü niteliğindeki kitabını ve yemek kültürünü konuştuk.

Son kitabınızda yemek analizlerden yola çıkarak tarihi yeni bir okuma biçimiyle sunuyorsunuz okura. Tarihi yemekler açısından ele almak nereden geldi aklınıza?

Şimdiye kadar tarih büyük kabul edilen olaylar çerçevesinde anlatıldı. Napolyon Savaşları büyüktü mesela,Waterloo Savaşı'nda yenilmesi, Viyana Savaşı'nı kazanması büyük olaydı, bir Viyana Kongresi önemli idi, Avrupa'yı nasıl etkilediği falan.

Daha çok kahramanlık teması ön planda.

Evet. Daha çok devletlerarası ilişkiler, antlaşmalar vs. Son zamanlarda ise tarih yorumları değişti, önemsiz görünenler açısından bakıldı. İşte İngilizler abluka yapınca Avrupa'da şekerden dolayı ne oldu. Pancardan şeker yapmak insanın aklına nereden geldi, bunlar biliniyordu ama, önemsizdi, ayrıntıydı.

Kitabınızın giriş bölümünde, "tarihteki bütün savaşlar yiyecek için yapıldı" diyorsunuz.

Tabii, insanın bu kadar temel ihtiyacı olunca, her şey bir bakıma oraya indirgenebilir. Ama yemek değil de, başka bir açıdan da bakılabilir tarihe. İnsanlar tarihi bir açıdan tükettiler çünkü. Viyana kongresi üzerine bir tarihçinin söyleyeceği orijinal bir yorum kalmadı. Ama başka bir sürü incelenecek alan var. İnsanların saçlarıyla ilişkileri açısından tarihi inceleyebilirsin. Niye bir toplum saçını kazıtmış, öbür toplum uzatmış; ne zaman kısaltmış ne zaman uzatmış, bunu yaparken başka konularda neler yapıyormuş. Şimdi bunlara mikro-tarih deniliyor. Son zamanlarda oldukça yaygın. Çünkü çalışmanın yapıldığı alan yeni ve orijinal çıkarımlar olabilir. İkincisi bu tip çalışmalar makro-tarihi de tamamlıyor. İkisi birlikte daha bütünsel, daha zengin bir tarih ortaya çıkarıyor.

Post-yapısalcı bir çalışma olarak görülebilir...

Valla, gene de tarihi maddeci olduğumu söylerim. Yapısalcılık da var ayrıca, post'una daha geçmedim.

Gündelik, sıradan denebilecek bir gereksinim yorumlarınızın odak noktasını oluşturuyor. Doğrusu bu kitabı okurken, insanın içinden bu kadar önemli miydi, diyesi geliyor. Özellikle yemekle iktidar ilişkisi kurmanız önemli bence. Bir ulusal mutfak sadece ulusal ekonominin ürünü değil, bir dünya görüşünün sonucudur, diyorsunuz. Batı ile Doğu'yu bir de bu yolla karşılaştırıyorsunuz.

Tabii. Sonuçta her şey böyledir. Çin felsefesiyle Batı felsefesini karşılaştırdığınızda yemek aklımıza gelmiyor. Oysa orada da işleyen bir ilke, toplumsal tarihi dünya görüşüyse eğer; tırnağı keserken de, yemek yerken de etkili, felsefe yaparken de etkili.

Bir de kitapta şu dikkatimi çekti. Tek tek ürünü ele alıp yetiştiği bölgeden yola çıkarak tarihi bir analize varıyorsunuz. Bir ürünün kişiliğini oluşturan koşullar bir anlamda tarih oluyor. Ne dersiniz?

Ben her şeyin tarihi olduğuna, her şeyin en iyi açıklamasının tarihinde bulunacağına inanıyorum. Dünyada nesneler olduğu kadar, o nesnelerin tarihi de var. Ve ayrı ayrı tarihler de birbirleriyle kesişerek genel tarihi oluştururlar. Zaten her şey bir tarih sonucunda oluştu. Tarih de, değişim demek zaten, değişimin olmadığı yerde tarihten bahsedemeyiz. Bu da fizik gibi pozitif bilimlerde olur ancak. Fakat şimdi son araştırmalarda bu bilimlerin dahi tarihi olabileceğini, hatta olduğunu söyleniyor. Mesela ışık hızını değiştirmek gibi bir takım deneyler yapılıyor. Ya da ışık hızının evrenin ilk yaratıldığı andan bu güne bir miktar yavaşlamış olduğunu ileri sürenler var. O zaman demek ki fizik kuralları dahi, tarihi demektir. Bu konuda bir iddiam yok tabii, bildiğim bir alan değil ama şimdiye kadar tarihi olduğunu bildiğimiz halde tarihini incelemek gereği duymadığımız daha bir çok şey var. Şimdi bunları incelemeye açabiliriz, açmakta da yarar var.

Mesela patatesin popülerliğini Fransız ihtilaline bağlıyorsunuz. Tuzun tarihteki rolünden bahsediyorsunuz. Tuz vergilerinin Hindistan'da Gandi mücadelesindeki önemine değiniyorsunuz.

Bütün yediklerimiz, içtiklerimiz sonuçta tarihin akışını da değiştiriyor. Şimdi her Hintli bu anlattığım Gandi hikayesini bilir. Buna tuz diye bakmamıştır da Hindistan'ın bağımsızlığı diye bakmıştır.

Şu da dikkatimi çekti. Soğan ve sarımsak insan toplumunun iki temel örgütlenme biçiminin modelleridir, diyorsunuz. Fazla açımlamıyorsunuz, biraz daha açar mısınız?

Bir arkadaşım anlattı. Kendisi gibi hayatta yemek pişirmemiş bir kızla evlenmiş, sonra evde ilk defa yemek pişirmeye karar vermişler. Soğan koyacaklar, kabuğundan başlamışlar soymaya, iç içe kabuklar, soydukça bir şey kalmamış. Şimdi bunu bir insan örgütlenme modeli olarak da düşünmek mümkün. Sarımsak da birbirinden ayrı salkımlar halinde ama genel bir kabuk içinde bir arada tutulan bir şey. Şu anda daha fazla ekleyecek bir şeyim yok ama, sanıyorum bu ikisi üstünde kafa yorarak insan örgütleme biçimleri hakkında konuşulabilir.

Bir de pirincin seyri çok ilginç. Hatta Kamboçya'da Ankor denilen bir antik kentten bahsederken, pirinç sulama mekanizmasının bozulması sonucu bir medeniyet çöküyor. Tarihte belirleyici bir rolü oluyor. Ayrıca tahılın evcilleştirilmesiyle medeniyet arasında bir bağ kuruyorsunuz.

Evet, çünkü göçebe topluluklarda tahıl üretiminden söz edemeyiz. Tahıl yetiştiriciliği yerleşikle olur. İkincisi, tahıldan bir fazla ürün alma şansınız var, dolayısıyla daha da fazla nüfus besleyebilirsiniz. Tahıl değil de, etle beslenen bir toplumun büyüme sınırları vardır. Bir kere tahıla geçti mi o sınırlar büyük ölçüde aşılabilir.

Çok keyif verici bir kitap doğrusu.

Tarihi hiç bu kadar damağımda hissetmemiştim, diyorsun.

Ahmet Sait AKÇAY

 
Dalmak bir tutkuysa...

"Terlik" her gece sahnede
Genel Sanat Yönetmenliğini Gencay Gürün'ün yaptığı, Can Gürzap'ın yönettiği ''Terlik'' adlı oyunun galası, Mecidiyeköy Profilo Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Oyunun sergilenmesinin ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan oyunculardan Erhan Yazıcıoğlu, 6 yıl sonra tiyatroya döndüğünü belirterek, ''17 yaşındayım, ilk oyunuma başlamış gibiyim'' dedi. Oyunculardan Doğa Rutkay da, Terlik'in ilk profesyonel oyunu olduğunu belirterek, ''Şu an hiçbir şeyin farkında değilim. Birkaç kişiyle konuşunca ne olduğunu anlayacağım. Çok heyecanlıyım'' diye konuştu. Doğa Rutkay'ın babası tiyatro sanatçısı Rutkay Aziz de, Türkiye'de bu dönemde özel tiyatroların perde açmasının başlı başına bir kahramanlık olduğunu vurgulayarak Gencay Gürün'ü ve tüm ekibini içtenlikle kutladığını söyledi. Kızının oyunculuğunu da başarılı bulan Aziz, ''Doğa'nın tiyatro perdesinde yorulmayacağına inancım tamdır'' dedi.
14 Mart 2001
Çarşamba
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED