YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Çıktık açık alınla...

Birkaç gün önce Fehmi Koru'ya "İlk yazı önemli midir" diye sordum. "Zordur" dedi. Kendisinin, Yeni Şafak'taki ilk yazısını yazmadan önce zorlandığını hatırlamıştı.

Bu, benim Yeni Şafak'taki ilk yazım. Bu yazının bugün yayımlanacağını günler öncesinden biliyordum. Başta İstanbul, ülkemizin birçok yerinde yurttaşlarımız da öğrendi. İstanbul'un her köşesi, benim kocaman bir fotoğrafımın iliştirildiği "Cengiz Çandar, 15 Ocak'ta Yeni Şafak'ta" yazılı büyük ilanlarla kaplandı. Televizyon kanallarında günlerce bunun haberi yer aldı. Böylece, "ilk yazı" daha "zor" hale geldi. Üzerinde bu kadar gürültü koparılan kişinin ilk yazısında adeta bir "keramet" bulunması mecburi hale geldi.

Ben, yumurta kapıya gelmeden yazı yazabilen birisi değilim. 25 yılı, yani çeyrek yüzyılı bulan gazetecilik mesleğimin bana kazandırdığı özelliklerden biri –birçok işi olduğu gibi– yazı yazma işini de son dakikaya bırakmamdır. Gazeteci, mesleğin yapısal nedenlerinden ötürü, günübirlik yaşar. Her gün, yeni bir gündür. Bir gün öncesinin haberi, kimi zaman konusu, artık eskimiştir. Mesleğin yapısından gelen bu "dinamizm", benim son dakikacılığıma ilişkin bir "bahane" oluşturmuş olsa gerektir.

Ne de olsa, "haber"den, haberin oluştuğu alanlardan yetişip geldik. 80'li yıllar büyük ölçüde savaş meydanlarında geçti. Beyrut'ta bombardıman altında, teleksin başına –yine son dakikada– geçip haber yazma zevkini ve sorumluluğunu edindik. Sina Çölü'nde sınıra kalkacak otobüse yetişebilmek için iki arada bir derede yazı yazıp, gazeteye ulaştırmak heyecanını yaşadık. Moskova'da, Prag'da, "Duvar"ın yıkıldığı gün Doğu Berlin'de, dünya tarihinin yönünü değiştiren olayları yaşarken bunu halkımıza bir an önce ve son dakikasıyla yansıtma telaşına kapıldık.

Sorumluluk, zevk, heyecan ve telaşla koşar adım yürüdüğümüz çeyrek yüzyıllık hayatımız; bugün geldi, yeni bir şafakta, Yeni Şafak'la buluştu.

Çok da uygun, pek anlamlı bir zaman diliminde buluştu. Bir banka yolsuzluğuyla irtibatlanan ve yaklaşık 10 yıl çalıştığım gazetemden, Silahlı Kuvvetler'e "jurnallenerek", belki de dünya basın tarihinde ilk örnek teşkil ederek koparıldım. Koparıldığım yer, Türkiye halkının vicdanını, adalet duygusunu perişan eden yolsuzlukların karanlık labirentlerine itilmiş ve benim şahsıma yönelik olarak simgelenen "sansürcülük"le damgalanmışken, ben, çeyrek yüzyıllık basın yaşamımda, ilk kez bir "sansürsüz gazete"de çalışma imkanına sahip oldum.

Son yıllarda başıma örülen ya da örülmek istenen çorapların asıl sebebi, 28 Şubat'la birlikte ülkemizin demokrasiden uzaklaştırılmasına ve siyasetin askerileştirilmesine karşı çıkmamdır. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hepimize, tüm ulusa ve dolayısıyla "bana" da ait olduğunu, bundan ötürü ona karşı olmamın düşünülemeyeceğini her fırsatta ifade ettim. Ama, tüm çağdaş rejimlerde olduğu gibi, siyasetin askerileştirilmesine ve bunun peşinde koşanlara da karşı durdum. Yakın tarihimiz, siyasetin askerileşmesiyle, koca bir imparatorluğun çöküşünün hızlanması arasındaki ilişkinin ibret verici bir kanıtı olarak gözlerimizin önünde duruyor. Siyasetin (ve bu arada toplumun) askerileştirilmesine karşı durmak, bir "vatanseverlik görevi" ve bugünün dünyasında bir "demokrasi ödevi"dir.

Türkiye'deki bazılarının gözündeki bu büyük "demokrasi kabahati"ni; ne menem bir şey olduğu bizzat Genelkurmay tarafından açıklanarak doğrulanmış olan "andıç"la iftira hedefi yapılarak, ödemem istendi. Herşey açığa çıkınca, bu kez, 28 Şubat dönemindeki "andıç"ların basındaki suç ortakları tarafından "jurnallenerek", kalemimin elimden alınması ve susturulmam hesaplandı.

Yeni Şafak, işte bu hesapları bozdu. İşin ilginç yanı, Yeni Şafak'ta yazmaya başlamama 24 saat kala, tuttuğumuz yol, 28 Şubat'ın Genelkurmay Genel Sekreteri, emekli Tümgeneral Erol Özkasnak'ın dünkü Milliyet'teki tarihi açıklamasıyla doğrulandı. Özkasnak, geçen hafta başında 28 Şubat adetlerini, ismi açıklanmayan general demeçlerini manşete çıkararak devam ettirmeye kalkışan ve yıllardır basına ahlak dışı usulleri yerleştirenlerin ipliğini pazara çıkarttı.

İsmini açıklamadıkları bir askere dayanarak, Türkiye'de "rejim krizi"ne yol açacak biçimde medyayı yönlendiren, kaynaklarını gizleyen ve 28 Şubat'ta Genelkurmay karşısında haber kaynaklarını açıklamadıklarını söyleyerek çalım yapanları, Özkasnak, "o dönemde buna asla cüret edemeyeceklerini" bildirerek yalanladı ve şöyle niteledi:

"O dönemde Genelkurmay karargahıyla çalışabilmek için askeri kaynaklı haber kırıntılarını bile manşet yaparak komutanlara yaranmaya çalışan, karargah bir şey söylemeden haber kaynaklarını ihbar eden kalemler…"

İşte, yazıyı "son dakika"ya bırakmanın faydası. Böylece, "ilk yazı", hayli "kolay" bir yazı oldu.

Güç önünde, hem de gönüllü biçimde iki büklüm eğilen ve "çıktık açık alınla" diye diz çökerek "marş söyleyen" bu "muhbir kalemler" bugün işte böyle zillet noktasına gelmişlerdir.

Biz, o dönemden "açık alınla" çıktık. "Çıktık açık alınla" ve dimdik ayakta, Yeni Şafak'la buluştuk. Günlerdir, Yeni Şafak, beni "Hoşgeldin Cengiz Çandar" diye selamlıyor.

Hoşbulduk!


15.OCAK.2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Cengiz Çandar

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...