T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye üzerine düşeni yapmıyor!

Türkiye, Sharon terörüne karşı üzerine düşeni yapmıyor. Resmî düzeyde "adet yerini bulsun" kabilinden yapılan açıklamalar, boş kınama sözleri, hele Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in demeci kesmiyor.

Ben, hatta, bu olayda, İsmail Cem'in varlığını "talihsizlik" olarak bile değerlendiriyorum.

İsmail Cem, Osmanlı'dan tevarüs etmiş bir devletin (Türkiye Cumhuriyeti devletinin) Dışişleri Bakanı.

Türkiye'nin bölgedeki rolünü, önemini, tarihsel derinliğinden gelen ağırlığını ve önceliğini en iyi bilebilecek kişi.

Önemli bir devlet adamı.

Üstelik, "İstanbul ruhu"na vurduğu damgayla haklı bir prestij ve "uluslararası saygınlık" kazandı.

Kaderi yaver gider de, Kemal Derviş unsurunu hayırlısıyla bertaraf edebilirse, geleceğin en güçlü Başbakan adaylarından.

Pek "sosyal" ve "aktivist", aynı zamanda.

Allah için yakışıklı ve eli yüzü düzgün de bir adam.

Niçin bu fotoğrafı ortaya koyup, başta ABD, AB ve İsrail olmak üzere, tüm ülkeler nezdinde bu "vahşeti" durdurmak için girişimlerde bulunmuyor?

Tarafları Çırağan Sarayı'nda biraraya getirip, barışın koşullarını görüştürecekmiş.

Tarafların müteaddit Oslo ve Madrid görüşmelerinden ne çıktı ki, Çırağan'dan ne bekleniyor?

Filistin'de öncelik, Sharon'u durdurmak.

Katliam suçundan dolayı 1983 yılında kendi ülkesinde bakanlıktan azledilmiş olan, Belçika İnsan Hakları Mahkemesi'nde yargılanan ve güç dengeleri "hukuk" lehinde olsa mutlaka Miloseviç'le aynı akıbeti paylaşacak bir eli kanlı katil ve onun dünyanın gözü önünde işlediği cinayetler sözkonusu.

Türkiye bu cinayeti durdurmalıdır.

Kuru gürültü ve "kınama edebiyatı" yetmez.

Meşru bir devlet başkanı (Arafat), dünyanın gözü önünde "resmen" aşağılanırken, bir ulus göz göre göre "temerküz kamplarında" yok edilirken, geçmişte o bölgede nüfuz sahibi olmuş ve insanları birarada barış içinde yaşatabilmiş bir ülkenin Dışişleri Bakanı kuru kınama demeçleriyle iktifa edemez.

Buna hakkı yok.

"Arabulucu" olması gerekenler, edebiyattan öteye geçmeli, bu konudaki samimiyetlerini ispat etmelidirler.

Rauf Tamer ağabeyimizin de belirtmiş olduğu gibi, "Türkiye Başbakanı, hatta Cumhurbaşkanı, hatta Dışişleri Bakanı, şimdiye kadar çoktan bir uçağa atlamış ve Arafat'ın karargahını ziyaret etmiş olabilirdi, değil mi? Bir binada tecrit edilmiş, susuz, elektriksiz, telefonsuz kalmış Arafat için vicdanlara seslenip 'insaf ve insaniyet çağrıları' yapmak kolaydır. İsrail'i kınamak da kolaydır."

Ama bu yeter mi?

"Türkiye için, dünya çapında prim yapacak başka davranışlar da var" diyordu ağabeyimiz.

Bir jest örneğin...

Filistin halkını mutlu edecek bir söz.

Bir asil davranış...

Hadi kendimizde "arabulucu" misyonu vehmedip, İsmail Cem'in o "içi seni, dışı beni yakar" kabilinden demeçleriyle yetiniyoruz.

Umur Talu kaç gündür yazıyor.

Türkiye'yi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni, halkı, yöneticileri, aydınları "bu ülkenin, bu halkın, bu devletin vicdanına da cüzdanına da derin bir yara olarak kazınmakta olan tank ihalesi anlaşmasını sorgulamaya" davet ediyor.

Hiç olmazsa somut bir adım atıp, altında türlü şaibeler bulunduğu iddia edilen şu "tank ihalesi" meselesini bir teşrih masasına yatırsak.

Çok mu zor bunu yapmak?


5 Nisan 2002
Cuma
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED