T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir dost daha gitti

'Başkent Kulisi' programına konuk olarak katıldığında, reklam arası ikram edilen çayını içerken, Yavuz Gökmen'in bariton sesi öteden duyulurdu: "Doktor, sakın höpürdetme..." O da çayına ses çıkartacağı yoksa bile büyük bir gürültüyle höpürdetir, Yavuz'un canını sıktığı için ayrı bir keyif duyduğunu belli ederdi...

Yavuz Gökmen'i üç yıl önce bir kış günü kaybettik; 'Doktor' Yalçın Özer'i de, dün, diz boyu kar üzerinde yürüyerek Ankara/Bağlum'da toprağa verdik... "Dostlarla da yollarımız ayrılıyor, bir bir..." Gerçekten...

Bizim meslekte biraz ortalarda görünmedin mi insanların unutması kaçınılmaz. Aldırdığını sanmam, ama üç yıla yakın bir süredir 'başyazarı' olduğu Türkiye gazetesinde yazıları çıkmıyordu. Gazetenin 'politikası' Turgut Özal'ı gerçekten sevdiği bilinen Yalçın Özer'i onun ardından Tansu Çiller'in yanına sürüklemiş, devran değiştiğinde, rüzgar onu gazetesinde yazamaz hale getirmişti. DYP'den Meclis'e girmesi bekleniyordu; ancak "İstanbul'a belediye başkan adayı olacaksın" denildiğinde itiraz edememişti...

Onu gözlerken şu kanaate varmıştım: Yalçın Özer tam anlamıyla 'derviş gönüllü' bir insandı. Bağlum'da kabir komşusu olduğu Abdülhakim Arvasi'ye bağlılığı onu Enver Ören'in yanına ve Türkiye gazetesine getirmişti. Enver Bey'le konuşurken yüzü kızarır, vücudunu ter basardı. Bir keresinde, önünü ilikleyerek telefonla konuştuğu kişinin Enver Ören olup olmadığını merak etmiştim; heyecan içinde, "Evet, o" deyişini dün gibi hatırlıyorum... Derviş gönlü yüzünden, uzun yıllar eğitimini aldığı tıp mesleğini bırakmış, gazeteciliği tercih etmişti. 'Hakikat' adıyla çıktığı günlerden beri Türkiye gazetesinin başyazarıydı...

Şimdi düşünüyorum da ne kadar çok iç ve dış gezide birarada bulunmuşuz. Bazı yerlerde aynı odayı paylaştığımız da oldu. Kolay yazdığının tanığıyım. O da, başyazarlığı, Oktay Ekşi gibi, "Gazetenin görüşünü aktarmak" olarak görenlerdendi. Bu sebeple de, zülf-ü yâre dokunacak yazılar yazmaktan kaçınır, buna rağmen ertesi gün köşesini boş bulduğu olurdu. Mesut Yılmaz'ın etkin hale geldiği dönemde köşesini kaybetti.

Gazeteciliği doktorluğa tercih etmiş biri, uzun yıllar sonra esas mesleğine dönebilir mi? O da dönemedi. Cinnah Caddesi üzerindeki bürosunda şartların kendisini tekrar köşesine kavuşturacak biçimde değişmesini bekledi. Yazı yazamadığı dönemde de 'Başkent Kulisi'ne dâvet ettiğimde hâlâ 'gazeteci' kabul edilmekten duyduğu mutluluğu gizlemedi.

Şimdilerde ben bile unutuyorum. Bir yıla yakın bir süre TGRT'de beraber program yapmıştık. ABD'de, gece yarısına yakın bir saatte yayınlanan 'Nightline' adlı programı esas almıştık, ama bize 'Haberler' öncesi erken saat verildi. Hafta içi her akşam ben bir-iki konuğu yanıma alıyor ve günün seçilmiş bir konusunda derinlemesine sohbetler gerçekleştiriyordum. Hafta sonları ve benim bulunmadığım akşamlar Yalçın Özer programı üstleniyordu. Karargâhımız onun Türkiye'deki odasıydı. Onun kadar kibirden uzak ve kıskançlık duygusu bulunmayan çok az insan tanıdım.

Kalp krizinden hayatını kaybettiğini duyduğumda sorumlusunu biliyordum: Sigara... "Höpürdetme, Doktor" diyen sesini şimdi bile duyduğum Yavuz Gökmen gibi, 'Doktor' Yalçın Özer de sıkı bir sigara tiryakisiydi. İkisi de, sigarayı fosurdatarak içerler, dumanını iyice içlerine çekerlerdi. Gazetecinin en yakın dostu bilinen sigara, aynı zamanda onun en büyük düşmanı da.

Yakından izlediği konularda derinliğine bilgi sahibi olma çabasındayken, pek çok konuya kendini bütünüyle kapalı tutardı 'Doktor'... Bir keresinde, Turgut Özal, Almanya'da yapılan bir milli maça yanına gazetecileri de alarak gitmişti. İki takım sahaya çıktıklarında, Yalçın Özer'in "Hangisi bizim takım" sorusu duyuldu. İkinci yarıda kalelerin neden değiştiğini de anlayamamıştı. O vesileyle öğrenildi ki, Yalçın Özer, hayatının ilk maçını o gece seyretmişti ve futbol hakkında en temel bilgilerden yoksundu. Bu olayı, Yavuz Gökmen, 'Özal Sendromu' kitabında büyük bir keyif duyduğunu belli ederek yazdı.

Meslek olarak seçmemişti, ancak eğitimini aldığı tıp alanında bilgisi yerindeydi. Seyahatlerde ilâç ihtiyaçları ondan karşılanır, ilk yardım ondan beklenirdi. Teknolojiye de meraklıydı. Kendine dizüstü bilgisayar alan ilk gazetecilerdendi. Yurtdışı gezilerde elektronik eşya satan mağazaları beraber dolaşırdık. Çok sevdiğini her haliyle belli ettiği kızının iyi bir eğitim alması için her fedakârlığa hazır olduğunu belli ederdi...

Çok yönlü bir insanın hayatını bir sütun darlığına sığdırmak elbette mümkün değil. Yalçın Özer, her gün görmesem ve hatta nerede olduğunu bilmesem bile bulunduğu yeri benim nâmıma da koruduğunu bildiğim bir dostumdu. Bağlılığı, sadakati tartışılmazdı; kendine yapılanı sineye çekecek kadar da diğerkâmdı. Dürüstlüğünün tanığıyım. Şeffaf derecede içi-dışı bir nâdir insanlardandı.

Abdülhakim Arvasi Ankara/Bağlum'da yatıyor, onu da aynı yerde toprağa verdik. Sabaha karşı vefat etmiş, öğle namazından sonra cenazesi kaldırıldı. Sadece duyabilenin geldiği, fazla şatafatlı olmayan dini törene katılanları gözden geçirirken "Doktor, şanslıymışsın" diye düşünmeden edemedim. Yavuz Gökmen sesini duyurabilseydi, "Doktor, istersen höpürdet" diye gürleyebilirdi.

Allah rahmet eylesin.


9 Ocak 2002
Çarşamba
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED